Küreselleşme ve Siyaset
Yeni ve ileri bir olguymuş gibi sunulan küreselleşme, ne yenidir ne de ileri. Tekelci şirket egemenliğinin en yüksek, en asalak ve çözülmeye en yakın üst evresidir; 20.yüzyıl başında dünyaya yayılan emperyalizmin kendisidir. Yüz yıllık geçmiş içinde; teknolojik gelişme, sermayenin küresel dolaşımı ve mali-sermaye (finans-kapital) yoğunlaşması olağanüstü artmıştır, ancak emperyalist düzen niteliksel bir değişime uğramamıştır. Dünya 21.yüzyıla, 20.yüzyıla girdiği koşulların hemen aynısıyla girmiştir.
Ülkeyi ve Dünyayı Tanımak
Başta yöneticiler olmak üzere siyasi partilerle ilgilenen herkes; küreselleşmeyi, geçerli dünya koşullarını, ülkesinin özelliklerini, uluslararası ilişkilerin işleyiş biçimini anlamak ve bu anlayışla örtüşen somut politikalar üretmek zorundadır. Bu yapılmadığında, ülkeler ve insanlar kandırılma ve yanıltılmaya açık duruma gelir; yaşamakta oldukları olumsuzluklardan kurtulacak yolu bulamaz.
Seçimler; Önlem ve Denetim
Günümüzde ülke yönetiminin gerçek anlamda el değiştirmesi, salt oy vermekle sağlanamayacak kadar köklü ve kapsamlı bir iştir. Seçim kazanmakla yönetim erkinin elde edilmesi arasında, politika ve askeri güçle doldurulması gereken geniş bir alan vardır. Bu alanın doldurulması için; çoğunluğun onay verdiği, halka dayanan, kitlelere güven veren ve uygulama yeteneği yüksek bir siyasi güce gereksinim vardır. Yalnızca seçim kazanarak hükümet oluşturmak, yönetime gelmek değildir.
Seçimlere ve meclise izin veren küresel güçler ve onların yerel temsilcileri, bu ilişkileri kullanarak gerçek yönetim değişimine yönelen (ve yönelecek olan) ulusal ya da sınıfsal nitelikli siyasi eyleme karşı gerekli önlemleri almışlardır. Tüm dünyayı içine alan önlemler düzeninin, işleyiş ve uygulamaları biçimsel olarak değişebilir, ancak temel amacı her yerde aynıdır.
Yasal ya da yasal olmayan ve kısıtlamaları içeren baskı düzeninin kurulması, öncelikli olarak ekonominin, siyasal işleyişin ve iletişim teknolojisinin denetim altına alınmasını gerekli kılar. Bu yöntemle sağlanan gizli baskı düzeni, kitleler üzerinde çok etkilidir.
Para Demokrasisi
Parti çalışmaları ve seçim çalışımları (kampanyaları) büyük paralarla yapılabilecek bir eylem durumuna gelmiştir. Ulusal ya da sınıfsal örgütler ve sendikalar ya satın alınmış ya da medyada kurulan tekel nedeniyle seslerini duyuramaz olmuştur.
Parayla beslenen, düzenin savunuculuğunu yapan bir takım “sivil toplum örgütleri” ortaya sürülmüş, siyasetin kendisi artık para durumuna gelmiştir. Toplumun çoğunluğunu oluşturan ve her zaman sıkıntı içinde yaşayan kitleler, kendi temsilcilerini serbest seçim haklarını kullanarak parlamentoya gönderemezler.
Ancak ülkede demokrasi (!) vardır ve bu demokrasi günümüz dünyasında, yalnızca azgelişmiş ülkelerde değil, dünyanın her yerinde bir peri masalından başka bir şey değildir. Eğer bugün bir demokrasiden söz edilecekse, bu demokrasi insanların tümünün değil, paraya sahip olanların demokrasisidir.
Seçim ve siyasi partiler üzerine kapsamlı araştırmalar yaparak anayasal işleyiş üzerine yeni bir kuram geliştiren Fransız hukukçu ve siyaset bilimcisi Maurice Duverger, yaşanmakta olan demokrasi işleyişinin ne olduğu konusunda şunları söylemektedir: “18.yüzyıl filozoflarının görüşlerine dayanarak hukukçuların uydurdukları tümüyle gerçek dışı bir demokrasi anlayışı içinde yaşıyoruz. ‘Halk tarafından halk hükümeti’, ‘ulusun, kendi temsilcileri tarafından yönetilmesi’... Bunlar coşkunluk uyandıracak ve nutuklarda işe yarayacak güzel sözlerdir, hiçbir anlam taşımayan güzel sözler. Bir halkın kendi kendini yönettiği hiçbir zaman görülmemiştir, hiçbir zaman da görülmeyecektir. Bütün hükümetler oligarşiktir; bu da, zorunlu olarak, az sayıdaki kişinin çoğunluğa egemenliğini içerir.” 1
Halkın Bilinçlenmesi ve Aydınlar
Siyasi katılımcılığı ve parti eylemini halk için güçleştiren özellikle akçalı yetersizlikler; yalnızca yüksek bilinç, özveri ve kitle dayanışması ile aşılabilir. Bu nitelikler bilinçlenme ile sağlanır. Bilinçlenme, halkın ve ulusun kurtuluşunu amaç edinen aydınları ortaya çıkarır ve bu aydınlar kitlelerin örgütlenmesine öncülük eder. Dünya üzerinde, aydınların öncülük etmediği yenileşmeci bir devinim şimdiye dek görülmemiştir.
Aydınların kitlelere doğru bilinci götürebilmesi için, her şeyden önce kendilerinin doğru bilinçle donanmaları gerekir. Politikayla uğraşan özellikle de parti yöneticisi olmak isteyen insanlar; dünyayı, ülkeyi ve halkı tanımak, günün sorunlarını kavramak, doğru izlenceler (programlar) üretmek ve bunları uygulayabilecek nitelikte olmalıdırlar. Bu konumda değillerse hem kendilerini hem de halkı kandırmış olurlar. Bunun sonucu kuşkusuz ki, başarısızlık yenilgi ve yılgınlıktır.
Başarılı Olmanın Ön Koşulu; Bilgi ve Bilinç
Bugün, küreselleşme uygulamalarının etkilerini görmek ve gerçek boyutuyla kavramak; özellikle, küreselleşmenin yaşattığı ulusal ve toplumsal sorunları ağır bir biçimde yaşayan azgelişmiş ülke insanları için önemlidir. Küresel politikaların yarattığı yıkıcı sonuçları kitleler dolaysız biçimde yaşadığı için, küreselleşmeyi halka anlatmak güç değildir. Bu işi güçleştiren bilgi, bilinç ve örgüt eksikliğidir.
Küreselleşmeyi, eş deyişle emperyalizmi bilmeyen, anlamayan ya da yeterince anlamayan ülke yöneticileri ne denli özverili olurlarsa olsun, ulusal boyutlu sorunları çözemez ve halkın gereksinimlerini karşılayacak politikalar üretemez. Küresel işleyişin kural ve koşullarını öğrenip kavramak ve bu işleyişe karşı doğru tavır almak, siyasi savaşımda başarılı olmanın ön koşuludur.
Gerçeği Kavramak, Geleceği Görmek
20.yüzyıldaki uluslararası ilişkilerin evrimi, ekonomik ve politik gerilimler, savaşlar, ulusal ve toplumsal olaylar, bütünlüğü olan bir nesnellik içinde ele alınırsa şu gerçeklerle karşılaşılacaktır.
Ulusal Varlık Korunmalıdır
Yoğun olarak ileri sürülen; ulusal sınırların önemini yitirdiği, dünyanın küçüldüğü, ulus-devletler döneminin sona erdiği ve politik partilerin öldüğü gibi savlar doğru değildir; gerçeği yansıtmamaktadır.
Azgelişmiş ülkeler için ulusal sınırlar bugün, her zamankinden çok daha önemlidir. Bu ülkeler, sınırları içinde ekonomik varlığını, siyasal ve hukuksal haklarını, ulusal bağımsızlığını ve geleceğini koruma altına almak zorundadır.
Yaşanmakta olan süreç, emperyalist egemenliğin azgelişmiş ülkeler üzerinde ağır bir baskı kurduğu geçici bir süreçtir. Sürecin olumsuzluklarından kurtulabilmek için, başta partiler olmak üzere her alanda örgütlenilmesi gerekmektedir.
Partiler, küreselleşme düşüncülerinin (ideologlarının) ileri sürdüğü gibi “artık ölmüş” değil, denetim altına alınarak ölümcül duruma getirilmiştir. Azgelişmiş ülke halklarının, haklarını savunacak partilere bugün her zamankinden daha çok gereksinimleri vardır.
Küreselleşme Emperyalizmdir
Yeni ve ileri bir olguymuş gibi sunulan küreselleşme, ne yeni ne de ileridir; tekelci şirket egemenliğinin en yüksek, en asalak ve çözülmeye en yakın üst evresidir; 20.yüzyıl başında dünyaya yayılan emperyalizmin kendisidir. Yüz yıllık geçmiş içinde; teknolojik gelişme, sermayenin küresel dolaşımı ve mali-sermaye (finans-kapital) yoğunlaşması olağanüstü artmıştır, ancak emperyalist düzen niteliksel bir değişime uğramamıştır. Dünya 21.yüzyıla, 20.yüzyıla girdiği koşulların hemen aynısıyla girmiştir.
Dünya Siyasetine Tekelci Şirket Çıkarları Yön Veriyor
Emperyalizmin en belirgin özelliği olan tekelleşme, şirket satınalma ve birleşmelerle 19.yüzyıl sonunda başlamıştı. Tekelleşme, bugün ileri bir boyuta varmıştır ve bugün de sürmektedir. Her biri, kendi üretim dalında dünya tekeli olan az sayıdaki büyük şirket, dünya ekonomi ve siyasetine, 20.yüzyıl başında olduğu gibi bugün de yön vermektedir. Bu şirketlerin akçalı gücü birçok çok ülkenin ulusal gelirinden çoktur.
Yüz yıllık küresel şirket etkinliği içinde; yatırım ve dışsatım uygulamaları, en yüksek kazanç amacı ve kazanç aktarımı gibi temel konularda niteliksel bir değişim yaşanmadı. Üretim teknolojisi, şirket yapılanması, yönetim teknikleri gibi konularda önemli değişiklikler oldu ancak bu değişiklikler öze değil, biçime yönelik yeniliklerdir. Bu nedenle, yüz yıldır varlığını sürdüren dünya düzenine, küreselleşme adıyla yeni ve ileri anlamlar yüklemek tam bir yanıltmacadır.
Sermaye Küreselleşti Ancak Ulusal Niteliğini Yitirmedi
Büyük devletler, 20.yüzyıl boyunca şirketlerinin dışarıya açılmasına aracılık ettiler ve şirketlerin gereksinimlerini karşılayacak küresel ölçekli politikalar geliştirdiler. Şirketler yarışını askeri savaşa dönüştürmekten çekinmediler; çatıştılar ya da uzlaştılar, ancak şirketlerinin çıkarlarından asla ödün vermediler.
Şirketler uluslararası nitelik kazandı, ancak ulusal niteliklerini hep korudular. Şirket satın alma ve birleşmeleriyle pay alınıp satıldı, ancak yönetimde söz sahibi olmayı sağlayacak hisse pay her zaman bir ülkeye ait şirkette kaldı. Sermayenin küreselleşmesine karşın şirketler, hiçbir zaman uluslarüstü bir niteliğe ulaşamadı; her şirket elde ettiği kârı kendi ülkesine taşıdı. Bu yüz yıl önce de böyleydi, bugün de böyledir. Şirket satınalma ve birleşmelerinde niceliksel artışlar oldu, ancak emperyalist düzen yoğunlaşarak işlemeyi sürdürdü.
Ekonomik Çatışma Sürüyor
Sanayileşmiş ülkeler, 20.yüzyıla, pazar gereksinimlerinin yarattığı paylaşım gerilimleriyle girdiler. Çatışmaya gebe bu gerilim, 20.yüzyılın ilk yarısında iki büyük savaşa ve sayısız bölgesel çatışmaya neden oldu.
2.Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin geniş bir bağlaşık (müttefik) ülkeler topluluğuna kavuşarak güçlenmesi, soğuk savaş dönemini başlattı. Daha önce birbirleriyle savaşan Batılı ülkeler, bir araya gelerek ortak pazarlar oluşturdu ve bu yolla pazar gerilimlerini ekonomik savaşımla sınırlamaya çalıştılar.
ABD öncülüğünde yürütülen bu politika, 1990’a dek başarılı oldu. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, büyük devletler arasındaki ekonomik çatışma yeniden sertleşmeye başladı. Pazar çekişmesini ekonominin sınırları içinde tutmak için geliştirilen ortak pazarlar bu kez, ticari birlikler arasındaki yarışın öğeleri oldu. ABD, Japonya ve Almanya arasındaki ekonomik gerilim, bugün 1914 ya da 1939’da ki düzeye doğru ilerlemektedir. 20. Yüzyıl başları, adeta yeniden yaşanmaya başlandı.
Demokrasi ya da Faşizm
Küreselleşme olarak tanımlanan uluslararası ilişkilerle, etkili olunması ancak ve yalnızca baskıcı yöntemlerle olanaklıdır. Baskı ve şiddetin biçimi, yoğunluğu, kapsadığı alan, düzene yönelik örgütlü karşıtçılığın (muhalefetin) direnci ve gücüyle ilgili bir sorundur. Faşizm ile demokrasi arasındaki ayrım, düzeni bekleyen çekincenin (tehlikenin) gücüyle orantılı, biçimsel bir ayrımlılıktır. Temel olan demokrasi ya da faşizm arasında bir seçim yapmak değil, tekelci şirket egemenliğinin sürdürülmesidir. Küreselleşme bu nedenle, demokratikleşen faşizm ya da bir başka deyişle faşistleşen demokrasidir.
İşsizlik, Sosyal Güvensizlik
Düşük ücret, sosyal güvenlikten yoksunluk, işsizlik ve sendikasızlaştırma gibi iş ve işçi sorunları, süreğenleşerek (kronikleşerek) dünyanın her yerine yayılmaktadır. İşçilerin yaşam düzeylerini düşüren ve onları artan bir hızla işsiz kılan bu gelişme, yalnızca işçileri ilgilendiren bir konu olmaktan çıkarak toplumsal ve ulusal bir sorun durumuna gelmiştir.
19. yüzyıl kapitalizminin işçiler ve işsizler üzerinde kurduğu sınırsız ve kuralsız baskı, bugün yoğun olarak azgelişmiş ülkelerde yaşanmaktadır. Gelişmiş ülke işçileri de, giderek bu ilkel baskının etkisi altına girmektedir. Yalnızca işçiler değil tüm çalışanlar, 20.yüzyıl boyunca savaşımla elde ettikleri ekonomik ve demokratik hakları yitirme sürecine girmişlerdir.
Çalışma şansı kalmamış işsizler, sokakta yaşayan evsizler, yardıma gereksinimi olan kimsesizler ve cezaevlerini dolduran suçlular, gelişmiş ülkelerdeki toplumsal çözülüşün göstergeleri olarak sürekli artmaktadır. Süregenleşen işsizlik nedeniyle, “işçiler sanki işsizlik tarafından işe alınmış” durumdadırlar.
Yalnızca işçiler değil, emeğiyle geçinen herkes yüzyıl başında olduğu gibi, güçlerini birleştirip örgütlü savaşıma yönelmenin arayışı içindedir. Tepki karşı tepkiyi yaratmakta ve küreselleşme karşıtı eylem, dünyaya yayılmaktadır.
Savaşım Geleneği
Siyasi savaşım tarihi, başarıyı sağlayacak koşulları yerine getirme başarısını göstermiş örneklerle doludur. Günümüzün sorunu, bu örneklerin sağladığı birikiminden yararlanarak, günümüz sorunlarına çözüm üretecek örgütlerin yaratılmasıdır.
Eskiyi güncel kılan; 20.yüzyıl boyunca yeni bir üretim biçiminin ortaya çıkmamış olmasıdır. Günümüzde yapılması gereken birincil iş, başarıları açık, somut olan ve bugün unutturulmaya çalışılan eski savaşım deneyimlerinden yararlanmanın yol ve yöntemlerini bulmaktır.
Emperyalist düzenin sürmesi, geçmiş savaşım geleneklerini günümüzde yeniden geçerli kılmaktadır. Emperyalizm ortadan kalkmadığı sürece, ona karşı sürdürülen savaşımın niteliği de değişmeyecek ve sağlanmış olan anti-emperyalist birikim, güncelliğini koruyacaktır.
1 “Siyasi Partiler” Maurice Duverger, Bilgi Yay., 2.Bas., 1974
Metin AYDOĞAN, 7 Eylül 2014