KÜRTÇE ÜZERİNE
Çağımıza uzmanlașma çağı da denmektedir. O nedenle her alanda görüș bildirmek uzmanlarına saygısızlık sayılabilir.
Sözgelimi dil konusu dilbilimcilere bırakılmalıdır.
Ne var ki, ortada dilbilimci yoksa ya da seslerini duyuramıyor iseler, ister istemez bu alan da uzman olmayanlarca ișlenecektir.
Nitekim Türkiye’de her alanda olduğu gibi, dil konusuna da politikacılar el atmıș durumdadır. Çünkü politikacı olmak için herhangi bir konuda uzmanlık aranmadığı gibi, ‘politik bașarı’nın ölçütü de her konuda görüș bildirmeye indirgenmiș bulunmaktadır.
Kușkusuz dil konusu bilinçli olarak salt politika amacıyla da kullanılabilmektedir. Türkçe’nin bașına getirilenler ile ‘Kürtçe’nin bașa getirilmek istenmesinde olduğu gibi.
Türkçe’nin türkçelikten çıkarılması girișimlerine daha önceki yazılarımda değindiğim için burada Kürtçe üzerine kimi gözlemlerimi paylașmak istiyorum.
Belirleyici soru șu olabilir ; Kürtçe’nin bir dil olup olmadığı dilbilimcilerce yeterince incelenmiș midir ? Hayır, incelenmemiștir; ne ki kürtçe kitapçıklar basılıp yayımlanabilmektedir.
Bildiğim kadarıyla, bir dilin dil olabilmesi için en az onbin (10.000) sözcüğe sahip olması gerekmektedir. Paris’teki Doğu Dilleri Üniversitesi’nin saptamasıdır bu. Onbin sözcük içermeyen ‘dil’ler Dil sayılmamaktadır. Örneğin Afrika’daki yerel diller bu kapsamda ele alınmaktadır.
Ancak Paris’te ve bașka ülkelerde Kürt Enstitüleri, üniversitelerin kürdoloji bölümleri vardır; olabilir ve olmalıdır da. Ne var ki buralarda Kürtçe’nin dil olup olmadığı araștırılmamakta, sadece kimi özellikleri incelenmektedir. Yani Kürtçe’nin bir dil olduğu konusunda elimizde henüz yeterli bilimsel veriler yoktur.
Olmaması kadar doğal bir șey de olamaz. Çünkü dil olmasının toplumsal temeli olușmamıștır.
Oysa dünyadan, toplumdan, tarihten, dilden ve ‘laftan anlamayan’ politikacı için Kürtçe bir dil olarak kabul edilebilmekte ve uğruna bir savașım bașlatılabilmektedir. Hem de özgürlük adına, kimlik adına, insanlık adına vb vb.
Duygusal ve temelsiz. Daha doğrusu salt anadile saygı üzerine temellendirilmiș..
Anadil, yani yeni doğmuș bir bebeğin anasından öğrendiği ses ve mimikler. Toplumsal değil, ulusal değil, bilimsel değil; sözcüğün tam anlamıyla ilkel bir dil, bir anlatım (language). Bir anlașma aracı ama kesinlikle bir dilegetirme aracı değil. İnsanlığın ellibin yıl önceden buyana kullanageldiği bir anlatım biçimi…
Dilbilim açısından anadil deyimi ise, onbirinci ve onikinci yüzyıllarda, Fransa’da, Frank’ların Fransızca’dan önceki dilleri olan francique dilinin kadınlar (analar) arasında kullanılıyor olmasından geliyor. Oysa erkekler daha çok yerel bir dil kullanıyor, günlük yașamlarında kullanmak zorunda kalıyorlar.
Çünkü anadil evde kullanılıyor olmasına karșın, yerel dil toplum içinde kullanılıyor. Toplum olarak yașamanın bir gereği, bir zorunluluğu olarak. Toplumsal gelișmenin sonucunda ise bu yerel dil giderek o toplumun ortak bir dili olmak yolunda evriliyor.
Sözgelimi, Fransızlar francique dilini Fransızca olarak kabul ettikten sonra ulus diye tanımladığımız bir toplum olma yoluna giriyorlar. Fransızca da böylece, ortak bir dil, resmi bir dil ve öğrenmek zorunda kalınan bir dil oluyor.
Bir toplum ortak bir dile kavuștuktan sonra, anadil ve yerel diller çokça söylendiği gibi ekinsel zenginlik olarak kalıyorlar. Ve öylece kalmak durumundadırlar; unutulmaması için enstitüler, üniversitelerde bölümler vb açılır ama toplum içine saçılıp politika aracı olamazlar.
Çünkü, toplum içine saçılması ve politika aracı olmasının toplumsal uyumu bozmaktan bașka bir ișlevi olmaz. Ne var ki, Türkiye’deki Kürtçe sevdası tam da bu nedenle politikacılarca ele alınmaktadır. Bu tutumun bilimle, toplumla, hak ve hukukla ilgisinin olmadığını söylemek bile fazla.
Demek ki, Türkiye’de Kürtçe’nin anadil, yerel dil ve benzeri tanımlamalarla gündemde olması dilbilimden çok, politika nesnesi olmasından kaynaklanmaktadır.
Kürtçe yanık türküler söylenebilir ama ne bir șiir, ne bir roman yazılabilir; ne bir sözleșme ne bir bilimsel bilimsel sunum yapılabilir.
Ta ki Kürdistan Devlet-Ulusu kurulup da resmi dili Kürtçe oluncaya değin.
Sorun o günlerin sorunudur, ne bugünün ve ne de Türkiye’nin.
Ha o gün bugündür denilebiliyorsa o bașka. O zaman sorun dil sorunu olmaktan zaten çıkmıș demektir.
Tersini kanıtlayabilecek yetkin bir kürdoloğ varsa, açıklasa da öğrensek..
Habip Hamza Erdem