KURTULUŞA AZ KALDI ( !)
‘Kazanacak Aday’ başlıklı yazım üzerine kimi olumlu ve olumsuz eleştiriler aldım.
Hep yinelediğim üzere, içinde bulunduğumuz ‘konjontür’de Kemal Kılıçdaroğlu’ndan başka bir aday ve ardından gelecek olan ‘geçiş süreci’nde ondan başka birinin Cumhurbaşkanı olmasını istemem.
Onun birikim ve yeteneklerini bildiğim kadar, eksiklik ve zayıflıklarını da bilirim.
Nitekim olağanüstü bir ‘cesaret’ (!)’le getirdiği ‘türban yasa önerisi’nin bunlardan biri olduğu söylenebilir.
Ki, kimi yorumcular bunu ‘siyaset satrancı’nda öldürücü bir darbe olarak değerlendirdiler.
Oysa, bu hamleyi ben, Dr Recep’le ‘sidik yarışı’nda zorlama bir hamle olarak görüyorum.
Napolyon Fransa’nın ‘tek adamı’ (premier consul) olduktan kısa bir süre sonra, bugün bile geçerli olan Medenî Yasa’sını (Code civil des Français ya da kısaca Légifrance) yayımlamıştı (21 Mart 1804).
Hukuçular ne der bilemem ama doğrusu ‘Yurttaşlık Yasası’dır.
Yurttaşlık Yasası deniyor ama, Üç cilt, 36 yasa ve 2281 maddeden oluşan koca bir hukuk abidesidir.
‘Abide’ diyorum, çünkü Napolyon da, “Onca zafer kazandım ama bu Yurttaşlık Yasası benim Fransa’ya armağan ettiğim ve sonsuza değin yaşayacak olan en büyük eserimdir” diyecektir.
Nitekim bu yasa, 218 yıl boyunca onca değişikliğine karşın hâlâ bir ‘granit kütle’ olarak varlığını sürdürmektedir.
Devrim’in ‘İnsan ve yurttaşlık hakları bildirgesi’ne bağlı kalarak, o güne değine geçerli olan Roma Hukuku ve tüm yerel ve genel gelenek ve görenekleri bütünüyle ortadan kaldıran bu yasanın en önemli maddesi ‘hukukun dinden ayrılması’ maddesi olmuştur.
Laikliği herkesin önüne oturduğu pencereden yorumladığı yerde, Fransa tam ikiyüz yıl önce hukuku dinden ayırmış bulunuyordu.
Laiklik yasası diye özel bir yasa belki yüzyıl sonra yeniden kaleme alınmış olabilir ama Fransız Devrimi Din işleriyle Devlet İşlerini temelden çözmüş bulunuyordu.
Yani Napolyon kadın, erkek, evlilik, çocuk ve yurttaşlıkla ilgili üç cilt ve 2281 maddelik Yurttaşlık Yasası’nda hiçbir konuyu dışarıda bırakmayan ama bu konuların hiçbir yerine ‘dinsel’ bir müdahaleyi kabul etmeyen bir ‘granit kütle’ bırakmakla övünüyordu.
Kimsenin ‘kamusal alan’a donla mı yoksa donsuz mu gelip gelmeyeceği konusu ise aklına gelmemiş olabilir.
Bizde ise, Cumhuriyet’in granit olmasa da ‘taş gibi’ bir Medenî Yasa’sı var.
Ancak yüzyıla yakın bir dönemdir en çok tartışılan yasalarımızdan biri olmuştur.
Çünkü ‘Din’i bu yasanın içinden kökünden çıkarmayı beceremedik.
Müstakbel cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun son ‘siyasi hamle’si de yine ‘dinsel’ bir alana müdahalesiyle başlammış oldu.
Söylenecek çok söz olabilir, ama bendeniz Ordu’da, Polis’te ve Yargı’da türban takan bir kadını ‘kadın’ olarak değil ama IŞİD’in bir ‘militan’ı olarak görmeye devam edeceğimi, basın ve yayın organları aracılığıyla bir kez daha haykırmak istiyorum.
Ve kamusal alanda dinsel herhangi bir ‘simge’yi görmeye tahammülümün olmadığının altını çizmek istiyorum.
Ve yine, en kısa sürede, anayasaya aykırı faaliyetler gösteren tarikat ve cemaatlerin, sıkı bir Devlet denetimine sokulmasının gereğine inanıyorum.
Efendim tam da bu nedenle kaybediliyor denilecek olursa; varsın bir kez daha kaybedilsin ama daha önemli olan onur ve gururumuzun kaybedilmemiş olmasıdır.
Cumhuriyet’imizin ‘öz’ü kaybedilmemiş olsun.
Cumhuriyet’in başına ‘demokrasi’ denilerek ‘türban’ takılmasına ise, kusura kalınmasın ama, boyun eğilmeyeceğinin bilinmesi gerekir.
O arada, Kemal Kılıçdaroğlu’nun tarihimize bırakacağı en belirgin izin ‘türban’ ya da benzeri ‘dinsel’ bir iz olmayacağına inanmak istiyorum.
Bu onurlu halkı daha fazla sıkıştırmanın gereği de yoktur.
Elimiz mahkûm, ama ne kadar fazla sıkıştırılırsa, fizik yasasıdır, o kadar şiddetli patlayacağını da herkes biliyor olsa gerektir.
Değil mi yoksa, müstakbel cumhurbaşkanımız sayın Kemal Kılıçdaroğlu?