Kuruluş İlkelerini Yaşama Geçiren Etkin İrade! (1)
"Kuruluş ilkelerini yaşama geçiren etkin bir irade ortaya çıkmadığından"
Böyle başlıyor Sn. Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun ADD Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığı'ndan istifa mektubu...
19 Mayıs 1989'da kurulan ADD'nin "Kuruluş Bildirgesi" nin son satırlarında aynen aynen şöyle denilmektedir.
"O'nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma zorunluluğunu duymuşlaradır."
Sn. Eminağaoğlu'nu istifaya kadar götüren nedenleri irdelemeden önce, geçek bir Kemalist ve devrimci bir hukukçu olan eski ADD Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı'nının hukuksal alanda yaptığı çalışmaları hatırlayarak yolumuza devam edelim.
Herşeyden önce bağımsız yargı ve yargıç güvencesi hukuk devletinin "olmazsa olmazı" olmalıdır.
Bu nedenle, çağdaş demokratik ülkelerde yargı örgütlenmiş, taleplerini örgütlü bir bir biçimde baskı grubu olarak iletmiş ve bu taleplerinin takipçisi olmuş ve kamuoyu oluşturmuştur.
Türkiye'de ise 2006 yılına kadar "Yargı'nın Örgütlenmesi" söz konusu değildir.
Yargı bağımsızsa ve yargıç devletinin güvencesi altındaysa, adaleti işleve geçirmek son derece kolaydır. Ancak önemli olan, yargıya kilit vurulduğu ve/veya rejimin tehlikeye atıldığı zamanlarda hukuk devletini, insan haklarını korumaktır.
Bir gün herkese hukuk lazım olacaktır. Esas olan hukuk devletini iyi günde korumak değil, zorun ortaya çıkıp baskının arttığı zaman ve zeminde adaleti sağlamaktır. Hukuk, üstekilerin hukuku değil, tüm bireylerin hukuku olmalıdır.
"Tutu-i mucize guyem, ne desem laf değil.
Çerh ile söyleşemem, ayinesi saf değil"
Nefi, inanılmaz güzellikteki bir gazelinin girişinde böyle demektedir.
Ancak yargı zaman, zaman hukuku uygulamaktansa, iktidar sahiplerinin çıkarı doğrultusunda hareket etmiştir. Kısacası yargıçlar adaleti unutarak "çerh"le ( kirli işlere bulaşmış felek) işbirliği yapmışlardır. Hukuk bir baskı mekanizması olarak kullanılmış, papağanlaşan ve birbirlerinin aldığı kararları taklit eden yargıçlar üretilmiştir.
Hitler ve Mussoli'nin faşist iktidarlarını, varlıklarını baskı altına aldıkları hukuka ve papağan yargıçlara borçludur.
Aynı baskıcı unsur, 2007'den günümüze uzanan süreci göz ardı edersek, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde de kendini göstermiştir. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının boynuna geçirilen urgan, 12 Mart dönemindeki yargının çok açık bir göstergesidir.
Yargı, kendisine sunulanlarla yetinmeli midir? Yoksa çağdaş demokratik taleplerle ortaya çıkabilmeli midir?
Sn. Eminağaoğlu "Yargı çağdaş demokratik taleplerle ortaya çıkabilmeli" savından hareket ederek, iki yıl süren çok önemli çalışmalar sonunda 26 06 2006 tarihinde, yargının ilk mesleki örgütü olan YARSAV'ı ( Yargıçlar ve Savcılar Birliği) kurmuş ve kurucu başkan olarak göreve başlamıştır. Daha sonra yapılan ilk Genel Kurulda YARSAV'ın Genel Başkanlığına seçilmiştir.
YARSAV kurulduğu sırada Sn. Tansel Çölaşan, Danıştay Başsavcılığı görevini yürütmektedir. Çölaşan'ın mesleği ile ilgili örgütsel bir kuruluşun, kurucu üyeleri arasında olmaması aslında üzerinde derin, derin düşünülmesi gereken bir konudur.
Bütün çabalara(!) rağmen, vekaleten yürüttüğü Danıştay Başkanlığı'na atanmayan Çölaşan, yaş haddinden emekli olduğu 2008 yılının Ekim ayının ikinci haftasından tam iki ay önce, nereden aklına gelmişse YARSAV'a üye olmuştur. Çölaşan, bazı konularda fazla mı ihtiyatlıdır?
Çözümü mümkün olmayan bir denklemdir bu. Sn. Çölaşan'ın 15 Mayıs 2010'da ADD'ye üye olduğunu ve 10 Haziran 2010'da Genel Başkan adayı olarak Kurultay'da konuşma yaptığını hatırlamak ise bu denklemin bazı med-cezirlerle ortaya çıkan çözümsüzlüğü daha da açık bir şekilde anlaşılacaktır.
12 Eylül'de başlayan süreçle yargıç ve savcıların mesleğe giriş sınavı, Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirilen beş bürokrat tarafından yapılmaktadır. Adalet Bakanlığı'nın atadığı bu beş bürokrat 2002'de başlayan ve özellikle 2006-2007 yılarında zirve yapan "Hukuku taraflaştırma ilkesi" ile son derece uyumlu sınavların altını başarıyla imzalamışlardır.
Bu beş kişinin "Sınavı kazandı" dediği adaylar, iki yıllık staj süresinden sonra HSYK tarafından mesleğe kabul edilmişlerdir. Veya kabul etmek zorunda bırakılmışlardır.
Erkin Koray'ın "Fesüphanallah" şarkısını çoğumuz hatırlarız.
Erkin Baba, "Arkası gelmez dertlerin... Böyle gelmiş, böyle gidecek korkarım Allah" diye seslenir bu şarkısında bizlere...
Yargıç ve savcıların sınavları da böyle gelmiş, böyle mi gidecektir?
Sn. Eminağaoğlu'nun başkanlığında YARSAV bu konuyla ilgili davalar açmış, açılan davalarda belirli bir aşama kaydedilmiş, ancak tam bir netice de alınamamıştır.
Uğur Mumcu'nun öngörüsü gerçekleşmiş ve "Onlar bir gün savcı olacaktır" söylemi hukukta baş köşeye oturmuştur.
Meslek içi eğitim de Adalet Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Bu yargı bağımsızlığına tamamen aykırıdır. Güneydoğu'da birilerinin "Özerk Kürdistan'ı ilan etmelerine ses çıkarmayan siyasi irade, adeta özerk olmayan, gözü yerine ağzı bantlı yargıç ve savcılar yetiştirecek sanal "Türkiye Adalet Akademisi"ni kurmuştur.
YARSAV tarafından bu konuda dava açılmış, kazanılmış ancak kamuoyundan yeterli destek sağlanamamıştır.
YARSAV bu süreçte hukuk, insan hakları ve benzeri birçok konuda etkinlikler düzenleyen YARSAV, her türlü baskıya rağmen savaşçı ruhu ile ön planda olan Eminağaoğlu'nun açtığı yolda, Türk milletini aydınlatmayı başarmıştır. Hattâ Özel Görevli Mahkemeler hakkında, Türk milletini aydınlatan ve kamuoyu oluşturan gene Sn. Eminağaoğlu'nun başkanlığındaki YARSAV'dır.
Ancak Eminağaoğlu'nun bu savaşçı tavrı, yurt çıkarları, herkes için adalet söylemi, bağımsız yargı üzerinde çalışmaları elbette siyasi erkin hiç hoşuna gitmemiştir. YARSAV için iki kez kapatma davası açılmıştır. Eminağaoğlu hakkında açılan davaların sayısı yeni bir rekor denemesidir.
YARSAV'ın 2. Genel Kurulu'nda çok garip bir durum ortaya çıkmıştır. Eminağaoğlu kendi hazırladığı listeye girememiştir. Bu bir akıl tutulmasıdır.
İşin bir garip tarafı ise YARSAV başkanlığına seçilen Sn. Emine Ülker Tarhan'ın ise başkanlık süresinde, sürecin söylemlerle geçiştirildiği, ancak tek bir davanın dahi açılmadığıdır.
YARGI-SEN... Eminağaoğlu tam bir savaşçıdır. Hukuk devleti ve "YARGI"nın bağımsızlığına adanmış bir yüreğe sahiptir. Hiç bir baskı ve/veya engelleme Eminağaoğlu'nu durduramamaktadır. 20 01 2011 tarihinde Türkiye'de ilk kez Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun Kurucu Başkanlığı'da YARGIÇLAR ve SAVCILAR SENDİKASI kurulmuştur. YARGI-SEN çok kısa bir süre sonra mahkeme karar ile dünyada bir ilki yaşayacaktır.
YARGI-SEN'in kapanış ve ADD sürecini bu yazının devamında sizinle paylaşacağım.
Ömer Faruk Eminağaoğlu ADD Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığından istifa etmiştir.
Kendisi 21 02 2012 tarihinde ADD Genel Merkezi'ne ulaşan çok kısa ve öz istifa mektubunun ilk cümlesinde süreci özetlemiş ve "Kuruluş ilkelerini yaşama geçiren etkin bir irade olmadığından" demiştir.
Tek bir cümle aslında bir çok olayın özetidir. Ancak bu özetin ayrıntıları da son derece önemlidir.
Çünkü hukukçuların çok, ama hukukun hiç olmadığı med-cezirlerin ayyuka çıktığı ADD'de de Eminağaoğlu tek başına savaşmayı görev bilen bir Kemalist bir hukuk adamıdır.
O, ADD üyesi olarak savaşına devam edecektir.
Figen ÖZEN, 6 Mart 2012