Küstah ve Yüzsüz!
Bilindiği üzere küstah sözcüğü kaba, saygısız, edepten yoksun kimse anlamına gelir.
Türkiye’deki kırk beş yıllık rakip bir siyasi partinin yaşını başını almış başkanından söz ederken -af buyurun- “ağzından salyalar akıyor” diyene ne denir? Küstah denmez mi?
Burada adını vermeden andığım ama fazlasıyla bilinen biri ikide birde yaptığı gibi, üstelik bir de kalkmış evladına tahsis edilen hazine arazilerini ve terör örgütünün başıyla aynı sofraya oturup oturmadığını “ispat edemezsen sen adisin, sen alçaksın” diyor.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu akılları sıra Türkiye Cumhuriyeti’nden kopartacak ABD’nin emperyalist nitelikli Büyük Orta Doğu Projesi’nde eş başkan olduğu iddiasını kanıtlayamayanlara da birkaç kez “alçaktırlar, namussuzdurlar!” demişti. Oysa bu projede eş başkan olduğunu çeşitli toplantılarda 34 kez böbürlenerek kürsüden bizzat kendisi söylemiştir. You-tube’da video kayıtları var. İsterse bir zahmet bakıp görebilir!
Ey Yüce Allah’ım! Biz ne yanlış yaptık da görgü kurallarından böylesine yoksun birini başımıza dert aldık?
Arazi peşkeşini âdeti üzere o yadsıyadursun, yukarıda sözü geçen evladın yönetim kurulunda yer aldığı Türgev’e Tuzla'da bulunan 57 dönümlük arazi tahsisinin Maliye Bakanlığı tarafından onaylandığı haberi çeşitli gazetelerde yayınlandı ve şimdiye kadar yalanlanmadı da!
Aynı bunun gibi, İngiltere’nin eş güdümlülüğünde PKK ile Stockholm’de yapılan gizli kapaklı görüşmelerde “…Sayın Öcalan’la bir araya geldik… İsmim Hakan Fidan. Müsteşar yardımcısıyım ama sayın başbakanımızın özel temsilcisiyim” diyen de bugünkü MİT Başkanı Fidan’ın bizzat kendisi olup sır gibi saklanan PKK ile görüşmeye de herhalde başına buyruk gitmedi!
Hem PKK ile görüşmelere Fidan’ı “özel” temsilci olarak göndereceksin, hem Fidan’ın açıkladığı üzere Öcalan’la bir süre önce bir araya gelinmiş olacak hem bir de üstelik bir tek sağır sultanın işitmediği bu olguları inkâr edip başkasının üstüne atacaksın. Ne var ki şu da bir atasözümüzdür: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” Ve bir diğeri: “Yalancının evi yanmış kimse inanmamış.”
Bilmiyorum bu kaçıncı oluyor. Geçenlerde Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Samsun, Canik’teki bir mitinginde konuşurken polis kendisine çok yaklaşan beli silahlı bir vatandaşı durdurup gözaltına almış, ancak taşıma ruhsatı olduğu için sonra da serbest bırakmış. Yanılabilirim ama Allah korusun, olay çok anlamlı! Çünkü millet kumpas ve tertipten, ayyuka çıkmış, yadsınamayan bol sıfırlı rüşvet ve yolsuzluklardan ya da ezici çoğunluğu kadınlardan oluşan katılımcıların parayla toplanıp getirildikleri mitingler ile takiye ve yalan gibi argodan da küfürden de bıktı usandı artık; illallah diyor!
Meclisin çatısı altında istemediğiniz kadar argo, istemediğiniz kadar kavga kıyamet! Önünde cam olmayınca en çok beş yüz(?) sözcükle konuştuğu “falan”lı “filan”lı Türkçesi kıt kişimizin ağzında sıkça argo, yetmeyince de küfür! Örneğin, Soma faciası nedeniyle ziyaret ettiği ilçede kendisini protesto eden vatandaşlardan birine sesleniyor:
“Niye kaçıyorsun ‘lan İsrail dölü!”
Öfkesini alamadı, yetmedi mi? O zaman da tokatlama ya da yumruklama girişimi! Vatandaşa hakaretin bu kaçıncısı? Görgüsüzlük sonuçta sahibini küçültür ama bu derece densizlik töremizi de yozlaştırıyor! Var mı dünyada yurttaşına küfreden bir siyasetçi, hele hele bir hükûmet başkanı daha?
Dediğine bakılırsa “öfke de bir hitabet sanatı” imiş.
Ankara’dan ne başbakanlar geldi geçti. Hem de bugünkü gibi öyküntü, özenti ya da yapmacık değil, Demirel gibi gerçek halk adamı, nur içine yatsınlar İnönü, Saraçoğlu, Günaltay, Menderes ve daha pek çokları gibi saygıdeğer ne başbakanlar. Yalnızca benim kuşağım 36 başbakan gördü. Hiçbiri de böylesine saçma sapan, deli zırvası bir söylemde bulunmadı. Bir de üstelik kralın soytarısını çağrıştıran bazı yandaşları hitabetinin güçlü olduğunu söylüyorlar. Camdan okuyunca haydi neyse, belki bir dereceye kadar ama onların hitabet dediklerinin doğrusu aslında lafazanlık, başka bir deyişle lafebeliği olsa gerek.
Düştüğü rüşvet ve yolsuzluklar denizinde Çankaya onun için bir cankurtarandır. Bu nedenle de bir zamanlar ayaklarının altına aldığını bas bas bağırarak söylemekte hiçbir sakınca görmediği milliyetçilik şimdilerde başının tacı! Ne de olsa üç Cumhurbaşkanı adayından biri! Bu nedenle de varsa yoksa tek devlet, tek millet, tek bayrak ve maşallah tek de vatan! Yalandan kim ölmüş ki o da korksun! Korkmayınca da Anadolu insanının temiz inanç duygusunu bu kez de talip olduğu Cumhurbaşkanlığı uğrunda sömürmek için seçim yarışında gelsin din ve iman! Oysa “yalan söylemeyeceksin” emri İslam’ın öğretilerinden biri imiş; kime ne? Bir fazlasından ne çıkar?
Ama becerileri bu kadarla bitmiyor. Yalnızca birkaçı:
Refah Partisi yönetimine kafa tutmaya başladığı 2000 yılında Avustralya’daki bir radyo istasyonuna verdiği mülâkatta PKK şehitlerimizi, “sayın” dediği bölücü başı Öcalan’ın aldığı “kelleler” olmakla nitelendirdi. Buyurun size değme bir küstahlık örneği daha! Anlaşılan, çözüm kisvesi altında PKK ile giriştiği flört, bilinçle “sayın” diyerek teröristlerin dili kullandığı daha o zamanlarda başlamış.
Henüz iktidarının başlangıcı olup da “sahibinin sesi”ni pürdikkat dinlediği 2003 yılında emperyalist ABD’nin Irak savaşına ilişkin olarak Wall Street Journal’de yayınlanmış dalkavukluk türünden bir makalesinde “…kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum" diye eli titremeden tereddütsüz yazabildi.
Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasına “büyük bir yalan” diyen özne kişimiz ‘90’lı yıllarda egemenliğin kesinlikle Allah’a ait olduğunu söylüyordu. Ama bilinmeyen yan kazanım ve yararlarıyla bütün bir ailenin krallar gibi milletin sırtından bedavaya yaşadığı ikbal ve iktidarının kalımı söz konusu olunca da 2011 yılındaki seçim kampanyasında hiç sıkılmadan "…kayıtsız şartsız egemenlik milletindir. Bunun tartışması olur mu?" diyebildi. Böylece “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür”, yani "İnsan belleğinin eksikliği unutkanlığıdır" sözü bir kez daha sayesinde doğrulanmış oluyordu.
Şimdi de kalkmış hakkındaki bilmem şu kadar şaibeden yargı yoluyla aklanıp paklanmadan “77 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım” diyor. Hani bir yukarıda insan belleğindeki eksikliğin unutkanlık olduğunu söylemiştim ya… Başbakan olduğunda da ‘bir kesimin değil herkesin başbakanı olacağım’ demişti. Ya unuttu ya da utanmadan sıkılmadan milletin akıl ve idraki ile alay ediyor. Küstahlığa ilaveten işte bu da düpedüz yüzsüzlüktür!
Laik devlette kişinin vicdani sorumluluk ve yükümlülüğünde olan dini ikbal ve iktidar yolunda istismar etmek, siyaseti demokratik ve gönençli bir ülke için dava ve yol arkadaşları zihniyetiyle değil de biat ve kulluk zihniyetiyle yapmak, kendisini yanılmaz ve ülkeyi de sanki mülkü imiş gibi görmek tarihte tecrübeyle de sabit olduğu üzere hayra işaret değildir.
Aşırı ve sürekli çalışmadan doğan yorgunluğun yol açtığı dengesi bozulmuş bir ruh hâlidir. Bu ruh halinde çocukluk ve gençlik yıllarında yaşanmış maddî ve manevî olumsuzlukların da payı vardır. Yaşamda türlü güçlük ve iniş çıkışlarla elde edilmiş kazanımların yitirilip geçmişteki kötü günlerin geri gelmesi endişe ve korkusu bilinçaltında yer etmiştir. Ruhsal dengesizlikten kaynaklanan bunalım arttıkça da haram ve yasaklar önemlerini kaybederek ya umulup beklenilen kazanımın sanal parıltısında olağan görünmeye başlar ya da görmezden gelinirler. Böylelerinin hele de uzun yıllar sürmüş iktidardan inmeleri kendi yararlarınadır. Yeter ki kadı huzuruna çıkmak korkusu olmasın!
İki sözcükle kahramanımızın dört bin akil davetli önünde açıkladığı vizyon belgesine de değineyim: Yapacağına söz verdiğiniz sürüsüne bereket vaat için şimdiye kadar nerede idiniz? Yoksa herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsınız? Ezkaza o siz olmayasınız?
E. Fuat TEKÇE, 12 Temmuz 2014