Laik Cumhuriyet, Demokrasi ve Bilimsel Zihniyet / Prof. Dr. Cihan DURA

Laik Cumhuriyet, Demokrasi ve Bilimsel Zihniyet / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Eki 25, 2012 12:53

Laik Cumhuriyet, Demokrasi ve Bilimsel Zihniyet

Bu yazının konusu şu önermeyi kanıtlamaktır: “Laik cumhuriyet demokrasiyi en iyi gerçekleştiren yönetimdir.” Kuşkusuz bu önerme değişik yönlerden değerlendirilebilir. Ben “Türkiye Cumhuriyeti ve bilimsel zihniyet ilişkisi” açısından değerlendireceğim.

Bilindiği gibi insanlık tarih boyunca gerçeği aradı, bugün de arıyor. Bu çaba:

-İnsanın özgür olması,

-Doğaya ve kendine yönelmesi,

-Bilimsel yöntemi kullanması

ölçüsünde başarılı oldu ve bir ürün olarak çağdaş bilimleri oluşturdu.

İnsan özgür olabilir, doğaya ve kendine yönelebilir. Ne var ki gerçeği bilimsel yöntemle araştırmadıkça çabaları akim kalır.

A) Bilimsel Zihniyet

Bilimsel zihniyetin beş bileşeni vardır:

-Gerçek,

-Doğa ve insan,

-Özgürlük,

-Yöntem,

-Bilim.

Bilimsel zihniyetin bu ögelerini eksiksiz olarak Kemalist Devrim’de de buluyoruz. Kemalist Devrim ile bilimsel zihniyet ilişkisini önce insanlığın ilk büyük sorunu olan gerçeğin araştırılması çabasında aramak gerekir. Bu arayış ikinci bir aşamada bizi doğa ve insana götürür. Arayışın özgürce, her türlü otoriteden bağımsız olarak, bilimsel yöntem ve tekniklerle yapılması gerekir. Bireyi ve toplumu bilime ve yarar sağlamaya götüren yol, işte bu yoldur.

1) Gerçek

Bilimsel zihniyetin ilk ögesi (bileşeni) gerçektir. Atatürk her alanda gerçekçi tutum ister.

Nesnel gerçek Aydınlanma’nın ilk hedefidir. Atatürk Devrimi, Aydınlanma’nın bütün temel değerleri gibi, bilimsel gerçek ve gerçekçilik anlayışını da savunur. Bunu Türk toplumunda yerleştirmeye çalışır. Atatürk bir “gerçek” tutkunudur [Ozankaya,1995:17]. Gerçeğin Doğa’da, deney dünyasında aranmasını ister. Gerçekçilik, düşünce ve eyleminin ilk prensibidir. Günlük yaşamdan Devlet yönetimine değin her alanda, gerçekçi tutum ve davranış ister. Çünkü güç ve gönenç, ondan doğar.

2) Doğa ve İnsan

Bilimsel zihniyetin ikinci ögesi (oluşturucu unsuru) doğa ve insandır. Doğa bilgi ve çare kaynağı, insan ise her şeyin kaynağıdır. Aydınlanma düşüncesi; Doğa’yı gerçek bilginin ve sorunlarımızın çözüm kaynağı olarak görür. Skolastik düşünce ise, tam tersine, Doğa’yı küçümser. Oysa tüm pozitif bilimlerin ve modern tekniklerin kökeninde Doğa vardır. İnsanlığın bu temel yönelişini; Antik Grek’te, IX.-XII. yüzyıllar İslâm dünyasında, Rönesans’ta, sonraki yüzyıllar Avrupa’sında buluruz. Atatürk bize, işte bu büyük yönelişten haber getirir.

Aydınlanma; Skolastik düşüncenin tersine, insana büyük önem verir, onu yüceltir. İnsan; kendini tanımalı, özgür ve laik olmalıdır. Atatürk bizi, o büyük akımla, Hümanizm’le kucaklaşmaya çağırır. Ona göre, bu dünyada her şeyin kaynağı insandır. İnsan, büyüktür, değerlidir. Doğanın verdiği her yeteneği serbestçe kullanmalı ve geliştirmelidir. Aydınlar, insanı ve halkımızı tanımalıdır. Çünkü, güç ve başarı buna bağlıdır.

3) Özgürlük

Bilimsel zihniyetin üçüncü ögesi özgürlüktür. Yalnız özgür insan merak eder, araştırır ve eleştirir.

Atatürk bize Skolastik otoriteden kurtulmayı, yepyeni hayat biçimlerine yönelmeyi öğütler. Türk ulusunu “hazır bilgiler”in tutsağı olmamaya, onları eleştirmeye, yeni bilgileri özgürce araştırmaya, kısacası Skolastik otoriteden kurtulmaya çağırır. Skolastik felsefe; “kendinden başka doğru olmadığını ileri süren bir öğreti”dir. Bu felsefe, düşünce ve eylemi dogmaların emrine verir. Oysa Aydınlanma felsefesi; “hazır bilginin eleştirilmesini, her yerleşmiş kural, kurum ve yargının sorgulanmasını” ister.

Atatürk’ün “Skolastik otoriteden kurtulma” tezi -Antik Grek’ten İslâm Aydınlanması’na, Aydınlanma Yüzyılı’ndan çağımıza- insanlığın düşünce ve gelişme tarihinden kaynaklanır. O; Skolastik zihniyeti Türk ulusunun ilerlemesi önündeki başlıca engel olarak görür. Türk insanı bütün yeteneklerini özgürce kullanmalı; kendine yepyeni düşünce ve yaşam biçimleri seçebilmelidir. Atatürk yaptığı devrimle, ona bu olanağı sağlar.

4) Yöntem

Bilimsel zihniyetin dördüncü bileşeni, yöntemdir. Bu açıdan şu iki değer öne çıkar: Akla güven, deneyci rasyonalizm.

Aydınlanma bilgi kaynağı olarak, akla sarsılmaz bir güven duyar. Onu inancın üstüne koyar. Akılla bağdaşmayan her şey yanlıştır. Gerçeğe ancak onunla ulaşılabilir. Rasyonel yapılı olan Doğa’yı ancak o anlayabilir. Atatürk Türk ulusunu, işte bu büyük gerçeği anlamaya çağırır. Akılcılığı, deneyci rasyonalizmdir. Ona göre, insanda en büyük değer akıldır. İnsan ve toplum yaşamı akla dayanmalıdır. Çünkü her ilerleme insan düşüncesinin ürünüdür.

Ancak, salt akıl (zihinsel kurgu), gözlem verileri olmadıkça bir noktada çakılıp kalır. Aklı verimli kılan, deneydir. Gerçekler “gözlem verileri muhakemeyle işlenerek” bulunur. Buna “bilimsel yöntem” denir ki kökeni, çağımızdan XVIII. yüzyıla, oradan Rönesans dönemine, sonra İslâm Aydınlanma çağından dolanarak, Antik Yunan’a değin uzanır. Bilginin kaynağı, duyular aracılığıyla, Doğa’dır. Akıl bu bilgileri biçimlendirir ve denetler; aralarındaki bağlantıları görür, bunlardan genel yasalara yükselir. Skolastiğin kullandığı kıyas yöntemi, dogmalara dayandığı için yeni bilgiler üretemez; dolayısıyla kısırdır. Atatürk; bizi, insanlık tarihinin belki de en büyük keşfi olan bu hazineden, bilimsel yöntemden yararlanmaya çağırır. Devrim’ini bilimsel zihniyet (bilimsel yöntem) temeli üzerine oturtur.

5) Bilim

Bilimsel zihniyetin beşinci ögesi, bilimdir.

İnsanlık bütün bir tarihi boyunca bilimlere doğru yürümüştür. Bu süreçte şu doğruya ulaşmıştır: Birey, toplum ve devlet bilimsel gerçeklere dayandırılmalıdır.

Tarihin “Antik Grek-İslâm Aydınlanma Dönemi-Avrupa” boyunca akışı bize gösteriyor ki Skolastiğin tüm engellemelerine karşın, insanlık; bilimsel yöntemin ürünü olan pozitif bilimlere doğru kararlılıkla yürümüştür. Çünkü insan “bilmek” ve yükselmek için yaratılmıştır. Ne acıdır ki bizler; yüzyıllarca bu yürüyüşün dışında kaldık! Atatürk işte bu eksikliğimizi görür ve bizi Büyük Yürüyüş’e katılmaya, bilimlerde yaratıcı olmaya çağırır. Pozitif bilim sevgisini -gerçek kurtuluş onda olduğu için- Türk ulusuna aşılamaya çalışır. Birey ve toplum yaşamının, devlet yönetiminin, pozitif bilimlere dayandırılmasını ister. Kendisi de, bunun en güzel örneklerini verir. Bugünkü bilimsel zihniyetimizi, çağdaş üniversitelerimizi, “Cumhuriyetimize kanat geren aydınlarımızı” ona borçluyuz.

Aydınlanma; bilginin pratik ve toplumsal bir değer kazanmasına, bir güç hâline gelmesine büyük önem verir. Bilgi pratiğin emrinde olmalı, işe yaramalı, yaşamı yönetmelidir. Atatürk bu tutumu coşkuyla savunur ve uygular. Kemalizm halkçı ve pratiktir. Bilimsel gerçeği yaşamın temeline yerleştirir. Düşünce ve eylemi birlikte yürütür.

B) Türkiye Cumhuriyeti ve Bilimsel Zihniyet

Atatürkçü düşüncenin bilimsel zihniyet ekseni, Türkiye Cumhuriyeti’nin de ekseni durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk ilkelerine dayanır. Bu ilkeler; cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, laiklik, devletçilik ve devrimciliktir. Bilimsel zihniyet, bu ilkelerin her biri ile yakından ilişkilidir.

1) Laiklik

Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci ilkesi laikliktir. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir anayasa ilkesi haline gelmiş olan laikliğin tartışılmaz üç ögesini [Feyzioğlu, 1992] göz önüne alarak, laiklikle bilimsel zihniyet arasındaki ilişkileri belirlemeye çalışalım.

Laikliğin üç ögesi şunlardır:

-Din ve vicdan özgürlüğü,

-Bilimsel toplum,

-Eğitim.

Din ve Vicdan Özgürlüğü

Laik devlette bireyler din ve vicdan özgürlüğüne, ibadet özgürlüğüne sahiptir. Laik devlet bireylerin bu özgürlüklerini sağlar ve korur. Bir din ve mezhep mensuplarının, başka din ya da mezhep mensuplarına karşı baskı ve tahakküm uygulamasını önler.

Burada bilimsel zihniyet laiklikle “özgürlük” kavramında buluşmuş oluyor. Özgürlük olmadıkça ikisi de gerçekleşemiyor: Birinde düşünme ve bilim özgürlüğü, öbüründe din ve vicdan özgürlüğü gerekiyor.

Bilimsel Toplum

Laiklik bilimsel toplum ister. Daha somut bir deyişle, toplumun bilimsel verilere, pozitif bilimlere dayandırılmasını ister. Bunun anlamı şudur:

- Devletin yapısı,

- Toplumsal hayatın kuralları

dinsel prensiplere değil, bilimsel yasalara dayandırılacaktır.

Laiklik “din ve devlet işlerinin ayrılması” olarak tanımlanırken, kastedilen anlam budur. Burada laikliğin kökleşmesi bakımından, dolayısiyle Cumhuriyetimizin yaşaması bakımından, pozitif bilimlerde ilerleme kaydetmemizin ne denli önemli olduğu açıkça görülüyor.

Eğitim

Laik devlette eğitim kurumları ve eğitimin içeriği, din kurallarına göre düzenlenemez. Bu koşul, bir bakıma ikinci ögenin bir gereğidir. Madem ki toplum bilimsel bilgi temelinde düzenlenecektir, öyleyse bu temelin başlıca yapıcısı olan eğitim sisteminin de din kurallarına göre değil, bilimsel yasalara göre kurulup işletilmesi gerekir.

2) Ulusçuluk

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci ilkesi ulusçuluktur. Ulusçuluk ve bilimsel zihniyet ilişkisi iki şekilde ortaya konabilir:

Atatürk Ulusçuluğunun Koşulları

Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına dayanır. Atatürk ulusçuluğunun iki koşulu vardır [Feyzioğlu, 1992]:

- Türk ulusu çağdaşlaşmalıdır.

- Kendi ulusal varlığına ve benliğine sahip çıkmalıdır.

Bu iki koşul birbirini tamamlar, biri yoksa ulusçuluk da yoktur. Türk ulusu bir yandan çağdaşlaşırken, bir yandan da varlığını ve benliğini koruyacaktır. Bunu yaparken, ne tarihsel köklerinden kopacak, ne de geçmişe bağlanıp kalacaktır. Kısacası tarihsel köklerinden çağdaş uygarlığa yükselecektir. Bilimsel zihniyet işte burada devreye girer:

Çünkü bu iki koşulun gerçekleşmesi yolunda şunların yapılması gerekir:

- Çağımızın bilim ve teknolojisini yakalamak

- Türkiye’yi kalkındırmak, sosyal adaleti sağlamak, ulusu gönençli kılmak

- Bütün yurttaşları kaynaştırıp bütünleştirmek

- Türk ulusunu bölüp yok etmeye yeltenecek düşmanlara karşı güçlü olmak.

- Türk ulusunu iyi tanımak ve tarihini iyi bilmek

- O bilgiden ve tarihten alınan güçle daima ileri doğru yürümek

Peki bütün bunlar nasıl başarılacak? Elbette yalnızca bilimsel zihniyetin oluşturabileceği bilimsel birikimle, kendi yapımıza uygun bilimsel teorilerle, bilimsel teknikler, politikalar ve uygulamalarla...

Atatürk Ulusçuluğu ve Bilimsel Zihniyet

Ulusçuluk; Türk ulusunun birliğini, bağımsızlık ve egemenliğini, toprak bütünlüğünü, her türlü siyasal ve ekonomik haklarını, dünyadaki saygınlığını korumak, her alanda güçlenmesini ve yücelmesini sağlamak hedeflerini kapsar. Yurttaşlar arasında ayrılık gözetmez. Türk kültürüne, diline ve tarihine sahip çıkar. Sömürgeciliğe karşıdır; tüm ulusların benzer hak ve değerlerine saygılıdır.

Saydığımız bu ögelere dayalı bir ulusçuluğu anlayıp yaşatabilmemiz de, çağımızın gerektirdiği bilgilerle donatılmış, gözlerini sürekli olarak yurt ve dünya gerçeklerine çevirmiş siyaset bilimcileri, diplomatlar, ekonomistler, dilciler, arkeologlar, tarihçiler, sanatçılar, antropologlar, halk bilimcileri yetiştirmemizle mümkün olur.

Türkiye’nin bugün sergilediği Avrupa Birliği’ne giriş tarzı Atatürk ulusçuluğu ile bağdaşmaz. Çünkü gerekli iki koşul sağlanmamakta. Varsayalım ki çağdaşlaşıyor, ancak ikinci koşul yerine getirilmiyor: Çünkü Türkiye kendi varlık ve benliğine sahip çıkmıyor. Köklerinden koparılıyor.

3) Halkçılık

Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü ilkesi halkçılıktır. Halkçılık; hiçbir yurttaşı soyundan, çevresinden, inanç, düşünce ve toplumdaki işlevinden dolayı ayrı tutmamak, insanca ve hakça bir toplum düzeni kurmak demektir. Bu düzenin temel koşulları; âdil gelir dağılımı, ekonomik gücün halkta yoğunlaşması, halkın kendi kendini yönetimi, halkın örgütlenmesidir.

Halkçılığın Üç Dayanağı

Halkçılık ilkesinin üç dayanağı vardır: Demokrasi, eşitlik ve dayanışma.

Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir “Halk devletidir” der ve halkçılığı şöyle tanımlar:

- “Hükümetin, halkın eline geçmesi” ya da

- “Gücün, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka ait olması.” Dolayısıyla, bize “halk yönetiminin, lâyık olduğu gelişme noktasına eriştirilmesini” hedef olarak gösterir (Özbudun,1992).

O noktaya ulaşmak ya da önemli ölçüde yaklaşmak, bilimsel zihniyet ve uygulamayla sağlanır. Halk ancak bu yoldan mutlu ve zengin olur; geleceğe güvenle bakar. Böyle bir halk, tüm gereksinimlerini insan onuruna yakışır bir şekilde karşılar.

Demokrasi

Demokratik rejimde, egemenlik halkındır. Atatürk halkçılıktan “özgürlükçü demokrasi”yi anlar. Halkçılık, bireyin temel hak ve özgürlüklerine saygı gerektirir. Her yurttaşın beslenme, barınma gibi fizyolojik gereksinmelerinin karşılanmasını, geleceğinin güvence altına alınmasını ister.

Eğer bu noktalarda eksiklikler varsa, sorunun nedenleri ve çözüm yolları ancak bilimsel yaklaşım ve birikimle bulunabilir.

Eşitlik

Halkçılığın ikinci ögesi eşitliktir. Bu; hiçbir kişiye ya da sınıfa ayrıcalık tanımamak, yasalar önünde eşit olmak anlamına gelir. Atatürk son derecede ileri bir eşitlikçiydi: Onun reformları “kentsel ve kırsal alanlar, üst ve alt sınıflar, Türkler ve azınlıklar, yönetilenler ve yönetilenler arasındaki boşluğu kapatmayı” amaçlamıştı (Kili, 1995). Atatürk’ten sonra bugün geldiğimiz noktada, “Türkiye’de hiçbir kişi ve sınıfa ayrıcalık tanınmamıştır; bölgeler, sınıflar, yönetenlerle yönetilenler arasında esaslı eşitsizlikler mevcut değildir” diyemeyiz. Neden? Çünkü gerçekçi değiliz, insana dönük değiliz. Olup bitene bilimsel yöntemle yaklaşmıyoruz.

Atatürkçü halkçıdır. Halkçı olduğu için eşitlikçidir. Öyleyse Türkiye’nin, bu ideale yaklaşmasına canla başla, her an katkıda bulunmak zorundadır. Bu çabasında ise, ne ölçüde gerçekçi, doğaya ve insana dönükse, ne ölçüde bilimsel bilimsel davranıyorsa, o ölçüde etkili ve başarılı olur.

Dayanışma

Halkçılığın üçüncü ögesi, toplumsal dayanışmadır. Bu öge şöyle açıklanabilir: Türk halkının ekonomik sefaletin nedenleri kaldırılarak, yerine gönenç ve mutluluk ikame edilmelidir. Bunun için tüm alanlarda toplumsal kardeşlik ve yardımlaşma egemen kılınacak, halkın gereksinimlerine göre sürekli yenilikler yapılacak, kuruluşlar oluşturulacaktır. Toplumun ekonomik bakımdan güçsüz kesimlerinin, kent varoşlarında ve gecekondularında oturanların gönenç düzeyi yükseltilecektir.

Halk bir bütündür. Bir Atatürkçü bilimsel düşünür: Bilir ki bir bütünde tek bir öge aksayınca, onun tüm öteki parçaları aksar. Ardından, o bütün de bozulur. Gerçekten bilimsel düşünürse bir Atatürkçü; halkımızın her üyesini kendi yakını, kendi varlık nedeni bilir. Ancak onlarla birlikte zengin, ancak onlarla birlikte mutlu olur.

Atatürk o günün koşullarında bu hedefi somutlaştırırken, bilimsel zihniyetle ilişkisini de gösterir: “Türkiye’nin gerçek efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O herkesten çok, gönenç, mutluluk ve zenginliğe lâyıktır... Köylü; efendi yerine getirilmedikçe, ülke ve ulus yükselemez. Onu güçlendirmek zorundayız. Bu da bilimin, tekniğin, çağın emrettiği yöntemleri uygulamakla olur.”

Bir Atatürkçü halkçı olduğu için, köylüyü, işçiyi, mütevazı gelirliyi, yoksulları herkes kadar gönenç ve mutluluğu lâyık görür. Onların çalışmasını en yüksek noktaya çıkarmaya, işsiz olanlara iş bulmaları için yardımcı olmaya uğraşır. Onların haklarını korur, mutlulukları üzerinde titrer. Bütün bunları başarabilmesi ise, çağdaş bilimin ve tekniğin yöntemlerini öğrenmek, öğretmek ve uygulamakla mümkündür.

Eğer Atatürkçüler bilim üretiyor ve iş yapıyorsa, insanlarımız; kendilerini yetiştirme ve ilerleme, çalışma ve kazanma olanaklarına kavuşur. Kendisinin ve çocuklarının gereksinimlerini, kimseye boyun eğmeksizin karşılar.

Bilimsel Zihniyet

Hemen görülüyor ki halkçılık ilkesinin temelleri de ancak bilimsel zihniyetin, pozitif bilimlerin üzerinde yükselebilir.

i) Adil bir gelir dağılımı için, milli geliri yükseltmek gerekir ki bu da bilimsel ve teknolojik ilerlemeyle sağlanır.

ii) Ekonomik gücün halkta yoğunlaşması,

-halkın kendi kendini yönetmesi ve örgütlenmesi;

-onun eğitim düzeyinin yükseltilmesiyle, modern ekonomi, yönetim ve örgütlenme bilgileriyle donatılması,

-çıkarları konusunda bilinçlenmesi ve sürekli bilgilendirilmesiyle sağlanabilir.

4) Devletçilik

Türkiye Cumhuriyeti’nin dördüncü ilkesi devletçiliktir. Devletçilik; ulusal ekonomiyi güçlendirme, toplum yararına düzenleme, insanca ve hakça bir ekonomik gelişme, ulusal bağımsızlık ve egemenliği sağlam temellere dayandırma hedeflerini kapsar. Ayrıca, doğal kaynakların; ulusal egemenliğe, tüm üretim araçlarının ve mülkiyetin halkın yararına ve emeğin üstünlüğü kurallarına uygun biçimde değerlendirilmesini ister.

Görülüyor ki devletçilik ilkesini oluşturan bütün bu ögeler de nesnel gerçeğin ta kendisidir. Dolayısıyla her birinin gerçekleşme derecesi; yaşadığımız dünya gerçeğini gittikçe daha iyi tanımamıza, başka bir deyişle ekonomi, fen bilimleri, teknik bilimler, politik bilimler alanlarındaki bilgi ve becerimizin derecesine bağlı olacaktır.

Devletçilik Bir Gelişme Politikasıdır

Devletçilik Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik gelişmesi için kullanılacak bir araç, bir politika uygulamasıdır. Mümtaz Turhan, Türkiye’de uygulanan devletçiliği şöyle tanımlar: “Türkiye’nin modern bir ulus olma, ulusal bir kültüre kavuşabilme imkânlarını hazırlamak üzere, devletin yüklenebileceği görev ve yükümlülüklerin tümüdür.”

Devletçilik ancak karma ekonomi sistemiyle gerçekleşebilir. Karma ekonomi özel girişimle devlet işletmeciliğinin bir arada bulunması demektir. Başka bir deyişle devlet ekonomide etkin bir biçimde rol alır.

Devletçılığın Koşullari ve

Bilimsel Zihniyet

Devletçilik, devlet yetkilerinin artmasını, genişlemesini, devlete özgü hizmetlerin yayılmasını gerektirir. Devletçilik:

-Devlet müdahalesini,

-planlı ekonomiyi

-dengeli bir “özel girişim ve devlet işletmeciliği”ni gerekli kılar.

Bu koşullar kuşkusuz en iyi şekilde bilimsel zihniyet ve birikimle sağlanabilir.

Çünkü:

-Devleti yönetenler ne denli gerçekçi ise, devlet müdahalesi o denli başarılı olur.

-Devlet işletmelerinin başarısı, bilimsel uygulamalara bağlıdır.

-Planlı ekonomi, kesin olarak bilimsel teknik ve politikalar ister.

-Özel kesim ve kamu kesimi dengesi, en iyi şekilde, bilimsel teorilere dayanarak sağlanabilir.

5) Devrimcilik

Devrimcilik hareketliliktir, canlılıktır. Devrimciliğin ulus bakımından anlamı, sürekli ilerlemedir. Ulus çağın gidişine ayak uyduracak, değişecek ve gelişecektir. Devrimcilik daima Büyük İdeal’e doğru yürüyüştür; Atatürk’ün dediği gibi: Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize, durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

Atatürk’e Göre Devrimcilik

Atatürk’ün ifadesiyle Devrimcilik; bir ülkeyi bir çağdan alıp, daha ileri bir çağa götürmektir. Eskiyen kurumları yıkmaktır. Bunların yandaşlarıyla mücadele etmektir. Devrimleri, sarsılmaz bir inançla savunmaktır. Dondurulmalarına ve yozlaştırılmalarına şiddetle karşı çıkmaktır.

Devrimcilik Türk Devleti’nin yeniden yapılandırılması, halkın yenileşmesi ve gelişmesi demektir. Atatürk devrimciliğin son utkusunu “Türkiye Cumhuriyeti’nin, medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğması” idealiyle anlatır. Öyle bir Türkiye “tamamen çağdaştır, tüm anlamı ve görünüşüyle medenî bir toplumdur.”

Ancak bu ideali diğer ilkeleri de gözeterek, bilimsel yöntemlerle ve bilimsel birikimle gerçekleştirmek gerekir.

Devrimcilik Bilimsel Zihniyetle Olur

Bir ulusun sürekli ilerlemesi, çağa ayak uydurması, değişip gelişmesi; eskiyen kurumların yıkılması, daha iyilerinin yaratılması, devletin yeniden yapılandırılması, devrimlerin korunması, kısacası Türkiye’nin çağdaşlaşması; bütün bunlar kendiliğinden olmaz. Bütün kuşakların çalışmasını gerektirir.

Ancak bu çalışma herhangi bir çalışma değildir. Mutlaka bilimsel olmalıdır. Bilimsel zihniyetle yapılmalıdır. Evrensel ve kendi oluşturduğumuz bilimsel birikime dayanmalıdır. Ancak o takdirde ilerleme olur, daha iyi kurumlar oluşturulur, devlet en etkin şekilde yapılandırılır. Devrimler de en etkin şekilde korunur. Çünkü devrimcilik; dünya gerçeğine yöneliktir, Skolastik otoriteden bağımsızdır; özgür düşünce, pozitif bilimlere güven ister.

C) Demokrasi

Sonuçta altıncı ilkeye, cumhuriyetçilik ilkesine ulaşırız. Cumhuriyetçilik; ulusun egemenliği, yurttaşların tek aşamalı seçimle ve eşit hakla, düşünce özgürlüğüyle, geniş örgütlenme olanaklarıyla ülke yönetimine katıldığı, herkesin hak ve özgürlüklerinin yasal ve kurumsal güvenceye alındığı yönetim biçimi demektir.

Bütün bunların, yani ulusal egemenlik, seçimler, özgürlükler, örgütlenme, yönetime katılma, yasal ve kurumsal güvencenin en iyi şekilde gerçekleştirilmesi; aydınlarımızın pozitif hukuk, yönetim ve siyaset bilimlerindeki en çağdaş teorileri bilip uygulamalarına, gençliğimizin de bu teoriler ışığında yetiştirilmesine bağlıdır.

Öyleyse diyebilirim ki: “Evet, Laik Cumhuriyet demokrasiyi en iyi gerçekleştiren yönetimdir.” Çünkü Atatürk’ün kurduğu şekilde Türkiye Cumhuriyeti:

-İnsanı ve bilimsel gerçeği yüceltir.

-İnsana, kendini özgürce geliştirme olanağı sağlar.

-Toplumun ve devletin pozitif bilimlere dayandırılmasını ister.

-Düşünce ve vicdan özgürlüğünü tanır ve korur.

-Bireyin temel hak ve özgürlükleri üzerinde titrer.

-Türk ulusunun çağdaşlaşmasını, güçlenmesini ve kalkınmasını hedefler.

-Gücün, egemenliğin ve yönetimin halkın elinde olmasını ister.

-Yurttaşlar arasında eşitlik ve dayanışma için çalışır.

Bütün bu saydıklarım, demokrasinin en başta gelen koşulları ve ürünleri değil midir?

Tabii, Batıcı ve Şeriatçı işbirliğinin “sahte demokrasi”sinden söz etmiyorum.

Atatürk her şeyi tek cümlede anlatıvermiş:

“Hayatta en hakikî mürşit ilimdir, fendir.”


Kaynakça:
DURA, Cihan, Atatürk Devrimi’nin Temeli: Bilimsel Zihniyet, Erciyes Ün. Yayınları, Kayseri, 1999, 218 s.
DURA, Cihan, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı, Kayseri, 2000, viii+340 s.
EROĞLU, Hamza, “Atatürk ve Devletçilik,” Atatürkçü Düşünce, (içinde), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ank., 1992, ss. 1031-1050.
FEYZİOĞLU, Turhan, “Türk İnkılabının Temel Taşı: Laiklik,” Atatürkçü Düşünce, (içinde), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ank., 1992, ss. 105-163.
KİLİ, Suna, “Halkçılık,” Cumhuriyet, 15 Haziran 1995.
OZANKAYA, Özer, Cumhuriyet Çınarı, 2.B., T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ank.,1995, xıv+479 s.
ÖZBUDUN, Ergun, “Atatürk ve Halkçılık,” Atatürkçü Düşünce, (içinde), Atatürk Araştırma Merkezi, Ank, 1992, ss. 433-448.
TÜNAY, Bekir, “Atatürk’ün İnkılapçılık İlkesi,” Atatürkçü Düşünce, (içinde), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ank., 1992, ss.423 -431



Prof. Dr. Cihan DURA, 2003
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 7 konuk

x