‘LAİKLİK’İN L’Sİ
Türkiye’de en çok tartşılan ancak, her konuda olduğu gibi, tartışmakla kalınan kavramların başında gelir ‘laiklik’.
Sonunda yine boş bir anlayış olan, ‘düşünce özgürlüğü’ kapsamında, tartışmacılar biribirlerinin ‘görüş’üne ‘saygı’ duyarak tartışmayı sonlandırırlar ve herkes kendi yoluna devam eder.
Niye tartışılmıştır, nasıl anlaşmaya varılmıştır belli değildir.
Şu ‘püskürtülmüş darbe’ ve ‘Fırat kalkanı’ gibi tüm ulusu ilgilendiren, Devlet’imizi ve ‘Ulus’umuzu hop oturtup hop kaldıran ‘canalıcı’ sorunların tam ortasında, bir polis müdürüne ‘türban’ takılmaz mı?
Takılır mı, taktırılır mı, bağlatılır mı bilemem ama; sonuçta Türk aydınlanmasının ‘başının bağlanmış’ olduğunu söyleyebilirim.
Şimdi sırası değil ya da takmışsa n’olmuş, işte özgürlük tam da budur diyen güruha birşey diyemem, ancak bunu görmezden gelen ‘sözde Atatürkçüler’ ile ‘sosyal demokratlar’a ne denilse azdır.
Şimdilerde Avrupa’da da ‘islam’ ve ‘laiklik’ tartışılmakta.
Hele Fransa’da, burka ve burkini mahkemelere kadar taşınan bir ‘dava’ konumunda tartışılmakta.
Bu tartışmaların bir bölümü, Türkiye’deki gibi ‘zevzek’lerce yapıldığı gibi Jacques Sapir gibi ‘aydın’larca da yapılmakta.
Jacques Sapir’in iki bölümlük makalesi (1) ‘anıtsal’ bir açıklık getiriyor konuya.
Laiklik, Tarih, Toplum, Devlet, Ulus, Politika, Hukuk, Kültür ve Dil dahil..
Makaleyi çevirmek olmaz, yorumlamak gerekiyor.
Her zaman yaptığım gibi ve başkalarının zor yapabileceğini bildiğim için, önemli gördüğüm kesimlerini Türk okurlarına sunmaya çalışacağım.
O Polisin Kafası
Genel seçimlerin birinde, görevli polislerin sandık bölgelerini gezerken, gittikleri her sandık başında ‘tekrar oy’ kullandıkları haberi gelmişti.
Ben de ‘O polisin oyu’ diye bir yazı yazmıştım.
Anımsadığım kadarıyla, bir tek oy bile olsa ve bunu bir Türk polisi yapmaya cesaret edebiliyorsa diye yazmıştım, Türkiye’de ‘kamu onuru’ kalmamıştır.
Hele o polis bir de ‘müslüman’ geçiniyorsa ‘din kalmamıştır’.
Şimdi türban takan o polisle birlikte Türkiye’de ‘laiklik’ de kalmamıştır diyeceğim.
Az yukarıda, Sapir’in “Laiklik, Tarih, Toplum, Devlet, Ulus, Politika, Hukuk, Kültür ve Dil” konularına değindiğinden sözetmiştim.
İşte ‘tekrar oy’ kulllanan o bir tek polis ile türban takan o polis, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihsel, toplumsal, devletsel, ulusal, politik, hukuksal, kültürel ve dinsel ve dilsel olarak bitirmiştir.
O kadar da değil diyenlerimiz de olacak kuşkusuz.
Ben de böyle diyecek olanlarla o polisleri aynı kefeye koymakta sakınca yoktur diyeceğim.
Kalkıp adama ‘aptal’ diyecek halim yok.
Bu ülkeyi zaten ‘o polis’ değil sen batırdın desem ayıp olacak..
Laikliğin L’si
Her şeyden önce ‘Laiklik’ sözcüğü ve anlayışının (mot et notion) ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma değiştiği gibi bir ‘ön bilgi’mizin olduğunu anımsatalım.
Zaten Fransa’daki ‘laiklik’ ile İngiltere’deki ‘sekülarizm’ aynı değildir, değil mi ama?
İşte soruna bu soruyla yaklaşıp, tarihsel olarak böyle ise de, ‘çağımız’da böyle kalmaması gerektiği üzerinde yoğunlacağız.
Eğer ‘insanlık’ denildiğinde ‘bütün ülkelerin halkları’ anlaşılıyorsa, insanlığı ilgilendiren bir konuda bir ‘ortak dil’ bulmak zorundayız.
Bu ortak dil, herkesin ‘Evet’ ya da ‘tamam’ yerine ‘Okey’ demesi değildir kuşkusuz.
Amaç, sözkonsu söcük, terim ve kavramların farklı dillerde de olsa, ‘tam karşılığı’ bulabilmek, bu anlamda bir ‘ortak dil’e ulaşmaktır.
Ve ortak bir amaç üzerine anlaşmak: insanlık
İleride ‘halk’ların ve ‘ulus’ların ‘kültürel’ farklılıklarına da değinieceğiz, ancak Lukacs’la birlikte, halkarı ‘kendinde’ (en soi) ve ‘kendi için’ (pour soi) diye ayırmak durumundayız.
Bu da, sözünü ettiğimiz ‘ortak dil’e ulaşmamıza yardımcı olacak.
Çünkü halklar, kendinde yani basit toplumsal gerçeklikler değil ama farklı toplumsal koşullara göre davranan yani kendisi için ve ortak bir amaca yönelebilen gerçekliklerdir.
Yani politik ‘entite’ler.
Ve ‘Laiklik’, Jacques Sapir’in tanımlamasıyla, dinsel değil özgül bir politik kültürdür (culture politique spécifique).
O halde halkları, ortak bir ‘politika’da buluşturmanın ve aynı anlama gelmek üzere ‘ortak bir dil’e kavuşturmanın önünde ‘özgül bir engel’ bulunmamaktadır.
Yeter ki halklar kendi egemenliklerini elde etmiş olsunlar.
Halk egemenliği ve demokrasi
Demek ki halkların egemenliklerini elde etmiş olup olmamalarıyla ‘laiklik’i özümseyip özümsememeleri arasında da doğrudan bir ilişki var.
Şöyle de söylenebilir, bir ülkenin dağına taşına ‘Egemenlik milletindir’ diye yazılmış olmasına karşın o ülkede ‘laiklik’ içsellleştirilmemişse, o ülkede milletin egemenliğinden de sözedilemez.
Burada, ‘hem dindar hem laik olunmaz’ gibi deli saçmalarıyla okuyucuyu bunaltmak istemem.
Ancak ‘hem laik hem dindar olunmaz’ sözüne karşılık, ‘hem turban hem kamu hizmeti olmaz’ diyebilirim.
Ve yukarda anılan o iki polisten ‘kolluk kuvveti’ olmaz diye de ekleyebilirim.
Ne var ki, bu ve benzeri yaklaşımlarla zaman yitirmek yerine, birlikte düşünmenin olanaklarını yaratmaya çalışmak isterim.
Tam da bu nedenle, Jacques Sapir’in makalesi çerçevesinde, konuyu çeşitli boyutlarıyla açmaya çalışacağım.
Bakalım ‘laiklik’ neymiş ne değilmiş.
(sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1) Jacques Sapir, « De la laïcité…(I) et (II) », https://russeurope.hypotheses.org/5207