LİBERAL/DEMOKRAT/SOSYALİST
‘Sözcük’, ‘deyim’, ‘terim’ ve ‘kavramlar’ın, özellikle Türkiye’de gelişigüzel kullanıldığına ilişkin olarak çokça yazdım.
Bu yazı dizimizde ise, liberal, demokrat ve sosyalist deyimlerini (Notion-anlayış) açmaya çalışacağız.
Ki, nasıl ve nerede buluşup nasıl ve nerede ayrıldıkları anlaşılabilsin.
Başlıktaki ‘Liberal/Demokrat/Sosyalist’ amblemi de, biliyorsunuz fenomen Memduh Bayraktaroğlu’nun kendisini tanımlamak için kullandığı bir başlıktır.
Öte yandan, ‘Liberal Demokrat’ adlı bir siyasal partimiz var ki, 1994 yılında Besim Tibuk tarafından kurulmuş ve Emin Şirin ve Cem Toker’in de genel başkanlıklar yaptığı bir parti olarak varlığını sürdürmektedir.
Memduh Bey ise bu partide bir ara genel başkan yardımcılığı yapmış ve ayrılmıştır.
‘Sosyalist’ ekini de bu ayrılıktan sonra almış olmalıdır.
Uzaktan bakınca bu sayılan isimlerin yazılı ve daha çok görsel basındaki açıklama ve yorumlarının ‘ussal’ olmadığını söylemek zordur.
Somut durum çözümlemesi anlamında ‘adil’, ‘ilerici’ ve ‘yurtsever’ yaklaşımlar olarak değerlendirilmeleri de mümkündür.
Ancak ne zamanki, Bayraktaroğlu gibi, yorumlara, üstelik bilir-bilmez bir ‘felsefî boyut’ eklenmeye kalkılırsa, ister istemez büyük yanlışlara düşüleceği de açıktır.
Öte yandan, Türkiye’de ‘düşüncenin evrimi’ne yönelik Türk yazar ve düşünürlerinin görüşlerinin irdelenmesi neredeyse ‘ayıp’ olarak değerlendirilmektedir.
Oysa bunun yapılmaması bir ‘eksiklik’ olmanın ötesinde, düşüncenin gelişimini de engelleyen bir öge olarak değerlendirilmelidir.
Her şeye karşın, ana hatlarıyla da olsa ‘Liberal’lik konusunu ele alarak başlayabiliriz.
Liberal, ‘sözcük’ olarak ele alındığında, Aristo ve Platon gibi Eski Yunan felsefesine kadar gidip, Roma Hukuku’ndan geçerek, en az bin yıllık bir Orta-Çağ karanlığında kaybolmaya hiç de gerek yoktur.
Çünkü etimolojik ve epistemolojik olarak doğru olsa bile, ‘ekonomik’ ve ‘politik’ olarak ‘liberal’ sözcüğünün en çok beş yüzyıllık bir tarihi ve ‘klasik’ denilen bir anlamının olduğu bilinmektedir.
‘Neo-liberal’lik ise henüz yüz yaşını doldurmamıştır.
Yeni-yetme ‘neo-liberallik’ denilince de, doksanlı yıllarda yitirdiğimiz henüz yirmisine basmamış genç bir delikanlıdan söz edildiğinin bilinmesi gerekiyor.
Ancak ve ne var ki, bu ‘liberal ailesi’ oldukça kalabalıktır.
O nedenle, hangisinin hangi soydan gelip, en son hangi ‘baba’dan olduğunun belirlenmesi gerekiyor.
Yoksa geniş bir aşiret gibi ‘liberal’likten söz edilecek olursa, doğal olarak, kimin nerede kimden yana durduğunu anlamamız da zorlaşacaktır.
Her ne kadar bu yazının kahramanı olarak o saygın kişiden söz ettiysek de, Türkiye’deki iki yüz üniversite ve sözde yüz doksan bin ‘akademisyen’ arasından ‘sosyal bilimci’ olanlarının bu konudaki ‘bilgi düzeyi’ de, o arada, sorgulanabilir diyeceğiz
Yani, o ünlü sözle, tümüne birden ‘bilgi’ temeli olmayan ‘fikir’lerdir diyerek geçiştiremeyiz.
Kaldı ki, Batı da bile bu ‘öğreti’nin kökenine (genèse) ilişkin yetkin çözümlemeler yeteri kadar yoktur.
Bununla birlikte, olduğu kadarıyla bu yayınlardan söz edecek ve özellikle Türkiye’de doğru bilinen yanlışların düzeltilmesine çalışacağız.
Örneğin François DENORD’un ‘neo-liberalizmin kökenleri’ (*) üzerine başlıklı yazısından başlanacak olursa; son dönemlerde ‘neo-liberalizm’ denildiğinde hemen ‘ultra liberalizm’in anlaşıldığına yönelik bir yanlış kanı vardır denilebilir.
‘Liberal’ başka ‘liberalizm’ başka türü saçmalıklar da, Türkiye’deki ‘laik’ başka ‘laisizm’ başkadır türü ‘saçmalık’ın ürünüdür diyeceğiz.
Bu tür yaklaşımlar ‘öğreti’ (doctrine) ile ‘kavram’ı (concept) karıştırmanın sonucudurlar.
Oysa her ‘öğreti’, ‘kavram’ları kendi bütünselliği içinde biçimlendirir. Böylece her ‘öğreti’nin kendine özgü bir ‘anlayış’ı (Notion) doğmuş olur.
Buna ‘felsefe’ denildiği de olabilir ama bu daha çok felsefenin ‘sıradanlaştırılmış biçimi’dir.
Çünkü ‘felsefe’, ‘ilgili alanın’ derin düşünmesi (réflexion) demek olup ‘temellendime’si çabasıdır.
Yani, yaygın biçimde görüldüğü üzere, ‘bana göre’ denilip işin içinden çıkılamaz.
Bu ‘işler’ demek ki, bir ‘formasyon’ gerektirdiği kadar, belli bir ‘çaba’yı da gerektirmektedir.
Türk üniversitelerinden edinilen ‘araştırma yöntemi’nin böylesi bir ‘çaba’ya yol açmayacağını ise söylemeye bile gerek yoktur.
(Sürecek)
(*) François DENORD, “Aux origines du néo-libéralisme en France, Louis Rougier et le Colloque Walter Lippmann de 1938”, Le Le Mouvement Social 2001/2 no 195