Liberal Direk Teorisi
"Yabancı ideoloji sahibi olmak" çok tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalık bazıları için geçicidir; delikanlılıktan orta yaşa geçince hastalığın belirtileri birden bire kaybolur. Bu hastalığın kalıcı olduğu vakalarda görülür. Bu hastalığın yan etkileri de vardır. Olup bitenlere bakıp öğürme, eski arkadaşlarının yüzüne tükürme gibi fiziksel ve psikiatrik tepkilere de raslanır.
Hastalığın kesin tedavisi yoktur. Yemeklerden önce bir parmak kalınlığında Adam Smith okumak, yerli yazarlarımızın yazılarına şöyle bir gözatmak hastalığın hafif atlatılması için yararlı olur derler. Derler ama siz yine de inanmayın. Bu hastalığın atlatılması için en iyi tedavi yolu operasyondur. Buna "beyin plantasyonu" denir. Beynin içindeki düşünceler kesilip, alınır, yerine yeni hücreler aktarılır.
Beyin plantasyonu yapılan hasta, eskiden "bir sosyal sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde sınıf tahakkümü" kurmak isterken operasyon sonunda, 180 derecede dönüş yaparak "öteki sosyal sınıfların bir sosyal sınıflar üzerinde tahakküm" kurması düşüncesini benimser.
Operasyon sonunda önce hasta geçici bir süre renk körü olur; kırmızı ile siyahı birbirine karıştırır, sonra "renk şaşısı" diyebileceğimiz bir görme bozukluğu dönemi yaşar.
Renk şaşılığında hasta önce kırmızı ile penbe rengi birbirine karıştırır. Sonra her yeri kıpkızıl görür. Buna tıp dilinde "renk körlüğünün vicdanlara yansıması" da denir.
Tedavisi yoktur.
Beyin plantasyonu önüne gelen yerde yapılmaz. Bu operasyon için en güzel yerler, Babıali basını, bankalar ve holdinglerdir.
Holdingler'de beyin plantasyonu yapılan eski marksist, eskiden boş zamanlarında "sınıf tahakkümü" kurduğu için "tahakküm" düşüncesine alışkındır, bu yüzden ilk tahakkümü hemen öteki holdingler üzerinde kurmaya çalışır.
Ülkemizde «bir holdingin bir başka holding üzerinde tahakküm kurması» suç değildir. Holdinglerin "hayali ihracat-hortlak ticaret" yoluyla devleti dolandırmaları da suç sayılmamaktadır. Bu gibi konularda "mühim olan insanlıktır" diye düşünülmektedir.
Düşünce özgürlüğünü bu yolda kullanmanın "memleketin yüksek menfaatleri" bakımından hiç bir tehlikesi yoktur. Herkes bu konularda, hiçbir engelle karşılaşmadan dilediği gibi düşünmektedir.
Anayasa ve babayasamız. düşünce özgürlüğüne pek karışmak niyetlisi değillerdir.
İnsan, düşünen hayvandır, hayvan düşünmeyen insandır. İnsanoğlu elbette düşünecektir.
Düşünce özgürlüğü, kaşınma özgürlüğünün başladığı yerde bitmektedir. Devleti ve milleti ile bölünmezlik ilkesine dayanan sondan bir önceki bağımsız müslüman Türk devleti -bilindiği gibi son bağımsız müslüman Türk devleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir- düşünce özgürlüğü ile kaşınma özgürlüğü sınırını çok iyi çizmiştir.
Ceza hukuku, düşünce özgürlüğü ile kaşınma özgürlüğü arasındaki "sınır uyuşmazlığı" ile uğraşan her eve lazım konularından biridir.
Bir insan, devleti ve milletine bağlı ise suç işlemez, bağlı değilse işler. İşte ceza hukuku bu alanı düzenler.
Bir sosyal sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde «tahakkümünü» kurmayı aklından geçirirsen. bu suçtur kurarsan değildir. Anayasayı ihlale teşebbüs edersen, hep birlikte ayvayı yerseniz, ihlal ederseniz paçayı kurtarırsınız.
Anayasamız ticarette teşebbüssû temel almakta, ceza yasamız, anayasa ile ilgili konularda teşebbüsü suç saymaktadır. Anayasayı ihlal eder gibi görünüp de ihlal etmesen bu teşebbüs sayılır; suçtur.
Anayasayı ihlal edip de uygular gibi yaparsan bu da haktır. Bu yüzden yasa koyucu teşebbüsü suç saymaktadır.
Hukukta bu gibi suçlara "tehlike suçu" derler, suç fiilen meydana gelmemiş ama böyle düşünülmesi suç sayılmıştır. Suç sayılan sonuç değil varsayımdır.
Olabilir, niçin olmasın? Şu kavanoz dipli dünyada neler olmuyor ki.
Suç sayılan "sınıflar arası tahakküm"dür,
Görüldüğü gibi yasa koyucu "tahakküm" sözcüğü üzerinde durmaktadır.
Tahakküm, "küm..." diye bitmektedir. Bu sözcük "taha" kısmı hafifçe, "küm" kısmı kuvvetlice, on hecenin üzerine basılarak söylenir: "tahak...küm.."
Daha doğrusu, sözcük ağızdan "güm diye" çıkmalıdır. "Tahakkümmm" "m"ler iyice uzatılmalıdır. "...gümmmmm"
İşte ancak "tahakküm" sözcüğü böyle söylendiği zaman yasanın özüne ve sözüne uygun davranılmış olur.
Buradan da anlaşıldığı gibi tahakküm, "güm diye" kurulur. Öyle durup dururken kurulmaz, "güm" edecek ki, tahakküm olduğu anlaşılsın
Tahakküm kuruldu mu, sesi yedi cihanda duyulur alimallah.
Bu tahakküm kurma fikri kimden çıkmıştır. Kimden olacak, Kari Marks'dan.. Kim ki Marks:
Marks, Almanya'nın Trier kentinde 5 Mayıs 1818 tarihinde Henrich'den olma, Henriette'den doğma bir yahudidir. Moneterizm'in günümüzdeki teorisyeni Prof. Friedman da yahudidir. Sosyalizm ile kapitalizm, iki yahudi arasındaki görüş ayrılığıdır, bu yüzden biz Türkleri pek ilgilendirmemektedir!
Biz öteden beri "bal tutan parmağını yalar, müşteri velinimetimdir", "at binenin kılıç kuşananın", "borç yiğidin kamçısıdır", "kullan kafayı dön köşeyi" ve "olur abi" gibi ilkeler çerçevesinde teori ve pratik yapan ihsanlarız. Marks'mış, Engels'miş. Adam Smith'miş, milli gelirmiş, arz eğrisiymiş, yok "emisyon hacmi" imiş, böyle şeylerle pek ilgilenmeyiz.
Atalarımız arz ve talep eğrisi üzerine mi at koşturmuşlardır? Viyana'lara kadar "emisyon hacmi" ile mi gidilmiştir?. Biz Kari Marks'ı zamanında yakalasaydık, devşirir, yeniçeri ordusuna er yapar, kuffara karşı sefere yollardık. Nerden çıkıyor, proleterya, zincir, burjuvazi, şu bu?
Ben sordum, soruşturdum. Bu Marks iyi aile terbiyesi almış bir çocukmuş, sonradan bozulmuş. Genç Marks'ın körpe dimağına «diyalaktik düşünces'yi sokan kayınpederi Ludwig von Westhalen'mis.. Zaten «kayınbaba» kavramı da Marks tarafından ortaya atılan "sayınbaba" kavramından türetilmiş değil midir?
Marks, Jenny ile nişanlandığı günlerde, kayınpederinden "diyalaktik düşünce" konusunda fikir alırken "sayınbaba.." diye söze başlamış, sayınbaba zamanla "kayınbaba" olarak değişerek günümüze kadar gelmiştir.
"Kayın" kuzey yarımkürenin ılıman bölgelerinde yetişen bir ağaç türüdür. Kızını bir yabancı adama veren babaya "kayın" demek, doğrusu, pek yakışık almamaktadır.
Buna açıkça "terbiyesizlik" demek daha uygun düşmektedir.
Neo-marksizm ile marksizm arasındaki fark, "kayın" ile "sayın" arasındaki etimolojik ve ideolojik farka benzer. Nasıl "sayınbaba" zamanla anlam değiştirerek "kayınbaba" olmuşsa, Marks adına yola çıkanların bir kısmı da zamanla böyle tanınmayacak değişikliklere uğramışlardır. Allah bunları ıslah etsin, ne diyelim başka?
İşte bu "sayınbaba" genç Marks'ın kafasına "zehirli düşünceleri" günlük deyiş ile "sapık ideolojileri" sokmuştur. Ne yapsın genç marks? Sayınbabasına "eyvallah" deme uğruna sosyalizme yönelmiştir.
Değerli Türk düşünürü Prof. Aydın Yalçın da bu kanıdadır. Siyasal Bilgiler Fakültesinde okutulan ders notlarında tarafsız aydın profesör Yalçın, Marks'ın soylu olan eşinin ailesine karşı "aşağılık kompleksi" duyduğu İçin "hırçın, kavgacı ve aragon" bir yapıya büründüğünü yazmıştır.
Marks konusunda yeryüzünde bugüne dek yapılan en derin araştırma budur.
"Neo-marksizm" konusunda "ne o? O da marksizm mi?" diye düşünenlerce geliştirilen yeni teori, hava muhalefeti nedeniyle henüz sonuçlandırılamamıştır.
Bu konuda araştırma yapanları, zincir, takoz ve çekme halatı kullanmaları dostlarınca özellikle salık verilmektedir.
Tarafsız araştırmacılar, Marks için "sayınbabasına yaranmak için Hegel'den kopya çekti" derler. Gerçi Marks, Hegel'den yararlanmıştır ama kopye çekmemiştir; Ya ne yapmıştır?
Amuda kaldırmıştır.
Neyi? Hegel'i mi? Yok canım, Hegel'i olur mu? He-gel'in düşünce biçimini.
Diyalektik düşünce buradan çıkmıştır. Marks'ın üzerinde birinci derecede etkin olan sayın-babası "bugünkü deyiş ile kayınbabası" Alman soylusu. Ludwig von Westphalen'dir. Suçluyu yakaladık.
Marks'ı suça iten etken içgüveyi olmasıdır. İçgüveyi, başkasının evinde pijama ile oturan adam, demektir. Marks, kayın babasının gözüne girmek için "zehirli fikirler" ile uğraşmaya başlamıştır. Marks'ın "ben marksist değilim" sözü, "ben aslında bu işlerle uğraşmayacaktım ama kayınpederin gözüne girmek için böyle oldum" anlamında kullanıldığı da söylenmektedir ama bu konuda rivayet muhteliftir.
İkinci suçlu Prusyalı bir tekstil fabrikatörünün isyankâr oğlu Frederick Engels'tir.
Babası, haylazlıklar yapan oğlu Frederick'e "gel şu tezgâhın başına otur, işi öğren, ölüm hak, miras helâl, yarın ben gözümü kaparsam, bu fabrika sana kalacak" demişse de Engels bir türlü yola gelmemiştir.
Engels, aslında lise öğrenimini bile yarım bırakmıştır, yani öğrenim durumu liseden terktir. Liseyi bile bitirmeyen bir zengin aile çocuğunun toplumlara yön vermesi elbette düşünülemezdi. Bakın, bizde, iktisat profesörleri, tahsilleri, terbiyeleri yerinde olduğundan ne kadar da yararlı oluyorlar?
Ne de olsa okumuş adamın hali başka oluyor. Mektep-medrese görmeyenden, hiç dinine devletine, ailesine yararlı adam çıkar mı? Çıkmaz.
Kayınbabasına yaranmak isteyen Marks ile babasına isyan eden Engels arasındaki dostluk, 1842 yılı kasım ayında İngiltere'de başlamıştır.
Marks, o günlerde, kayınbabasına hediyelik kumaş almayı düşünmektedir. Bir arkadaşı, Engels'in dükkânını salık verir. Marks, Engels'in dükkânından o zaman moda olan pembe renkte bir kumaş ister. Engels, pembe kumaşları bir yana atar, genç Marks'ın önüne kıpkızıl bir kumaş açar.
Genç Marks'ın gözü kamaşır. Dostluk böyle başlar. O günden sonra Marks, kıpkızıl komünist olur. Vatana ihanete o saatta başlar.
Kızıl'ın zengin aile çocuklarına özgü bir hastalık olduğu taa o günlerde anlaşılır.
Marks'ı yolundan çıkaran ikinci adam bu zengin aile çocuğu Engels'tir. Marks, Engels'i tanıdığı güne kadar tahammül taraftarıydı, Engels'ten sonra tahakküm düşüncesinin savuncusu oldu. Ne de olsa saf ve temiz insandı, arkadaşa kandı. Adına sonradan marksizm denilen düşünce işte böyle doğdu.
"Yabancı ideoloji sahibi olmak" tıp hekimleri arasında bir "gençlik hastalığı" olarak bilinir. İlerlemiş yaşlarında sosyalist düşünceleri savunanlarda "beyin kireçlenmesi" olduğu söylenmektedir. Allah'tan, ilerlemiş yaşında hala sosyalist olanlar azalmaktadır.
Döneklik ve alçaklık da hızla ilerlemektedir.
Bireyci düşünce, kendini kurtararak toplumu kurtarmak anlamına gelir. Sosyalist düşünce, toplumu düşünürken kendini yoketme anlamına da gelebilir. Kendilerinin yokolmalarina kişisel yetenekleri aracılığı ile engel olanlara "gemisini yürüten kaptan" denilmektedir.
Dönek, döne, döne düşünene derler. Döne döne düşünen, bütün düşüncelerle terndsa geçtiğinden ufkunu genişletir, vicdanını rahatlatır, cüzdanını havalandırır. Tek düşünceye kapılan ufkunu ve çevresini genişletemez. Bu yüzden düşünce kısırlığına uğrar.
"Liberal direk teorisi" geniş ölçüde döneklerin hava değişimi sırasında edindikleri deneylerden kaynaklanır, daha sonra direklere tırmanır. Bu teori, marksizmin tam tersidir, yani "mziskram"dir.
Yabancı ideoloji hastalığını aslen Malatya'lı olan Dr. Friedman'ın yerli reçeteleri ile iyileştirmeye çalışanlar da çıkmıştır.
Bunları cin çarpmıştır, kolay iyileşmezler, En yakın holdingte rehabiliteleri yapıldıktan sonra iyileşenler varsa da bunlar bir süre sonra holding batırmaktadırlar. Yani, kendileri iyileşmekte, holdingler hastalanmaktadır.
Ah bu Marks'in sayınbabası yok mu? Hep onun başının altından çıkıyor bütün bunlar.
Seni Alaman domuzu seni!.
Kaynak: Uğur MUMCU / Liberal Çiftlik