Onları yakından tanıyoruz. Televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde karşımıza çıkıyorlar. Yıllardır varlar. Her daim güçlünün yanında yer alıyor, iktidarların kanatları altında, atıp tutuyorlar.
Her zaman söyleyecekleri sözleri var. Tarih, ekonomi, siyaset, terör hiç farketmez… Her ekranda her gazete sayfasında onlar var. Bütün konularda bilirkişi (!) olmuş, algı operasyonu görevlerini yerine getiriyorlar.
Gel konuş dendiğinde, ‘Hangi konuda?’ diye sormuyorlar bile. İsimleri, konuşmanın içeriğinden bağımsız bir değer olarak sunuluyor. (1)
Yaptıkları analizler birkaç yıl hatta birkaç ay sonra hatalı çıksa dahi hiçbir şey olmamış gibi ahkam kesmeye devam ediyorlar.
Onlar liberallerimiz, neosolcularımız. ‘Bırakalım yapsınlar, bırakalım geçsinler’ hayatlarının en önemli gayesi. ‘Yetmez ama evet’ ise en bilindik sloganları.
AKP-Cemaat iktidarının donanım eksikliğini ve entelektüel yetersizliğini doldurarak gerici karşıdevrim operasyonuna, tıpkı cellatlarına aşık kurbanlar ya da efendilerine hayran olan uşaklar gibi paha biçilemez hizmet sundular bugüne kadar. (2)
AKP-Cemaat kavgası patlak verince ise ilk kez ikiye bölündüler. Bu bölünme liberallerimizin bazılarının gözden düşmesine neden oldu. Önce Cengiz Çandar gazeteciliği bıraktığını açıkladı. Sonrasında Gülay Göktürk’ün vedası geldi. Şaşırtıcı değildi aslında. İktidar çevreleri artık liberallere ihtiyaçları kalmadığını söylememiş miydi?
Gemiden atılanlar olduğu gibi, gemiden atlayanlar da oldu. Hasan Yalçın’ın: “Efendi-uşak ilişkisinde efendi, gerçek gücü temsil eder. Uşağın efelenmesi, efendisinin gücü sayesindedir. Bu sebepledir ki, felaket gelip çattığında uşak efendiyi kolayca terk eder; hatta felaketten onu sorumlu tutarak” sözlerinde anlattığı gibi… (3)
***
Ben de istedim ki, gönülden ırak olan bu ‘aydınlarımız’ın hepsi gözden de ırak olmadan bugüne kadar neler söylediklerini, neler yazdıklarını ve nelere yol açtıklarını bir bir hatırlayalım.
Tamamına yakını eski ünlü solculardan olan bu ‘aydınlarımız’ın bir kısmı hala solcu olduğunu iddia etse de artık büyük çoğunluğu kendisini liberal olarak tanımlamakta.
Yeni pozisyonları boşuna değil aslında.
Solda edindikleri şöhreti paraya tahvil etmek, sınıf atlamak, kurulu düzen içinde etkili bir pozisyon edinmek en büyük amaçları olmuş durumda. (4)
“Ne olduysa 1980’li yıllardan sonra oldu” diyor Soner Yalçın. “Neoliberalizm rüzgarları esiyordu. Sosyal devleti yok eden ve halkı ezen bu iktisadi plan ‘devrim’ diye yutturuldu. Devletin ekonomik hayattan tamamen çekilmesi amaçlanıyordu. Bu vahşi kapitalizmi savunanlar –büyük maaşlar karşılığı- gazetelerde yazdırılıp, TV’lere çıkartıldı. Bunlar bilim adamı olmaktan çıkartıldı, ideolog yapıldı.” (5)
Yeni akım, Neoliberal sol, Yeni Dünya Düzeni’nin çocuğuydu. Emperyalizm dünya çapında giriştiği saldırısı sırasında kendine solda bu tür bir müttefik yaratmıştı. (6)
Batı’dan gelen davetler bu yeni müttefik için itibarın, gücün, aklın ölçüsü oldu. (7)
İlk iş olarak, ‘yeni’, ‘barış’, ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ sözcüklerini dibine kadar kirlettiler.
Yüzeyde ideolojik/fikir tartışması olarak gözüken görüşleri, aslında derinde kişilik zafiyeti; para/maaş, makam/koltuk, ün/şöhret gibi maddi hayat talebiydi. (…) Onlara göre devlet ekonomiden çekilmeliydi ama TMSF’nin el koyduğu Cine 5 gibi kanallarda hiç seyredilmeyen programlardan medya kriterlerinin çok üzerinde para almaktan geri durmadılar. Hayatı boyunca devletten beslendiğini söylediği memuru-köylüyü-işçiyi aşağılayan Mehmet Altan gibileri, en kolay kazancı/ büyük paraları devletten aldı. (8)
O Mehmet Altan, ‘Eğrisiyle Doğrusuyla AK Parti’ kitabında şöyle yazmaktaydı: “Yoksullar ile tuzu kurular karşı karşıya. Tuzu kurular ve onların müttefiki olan Ankara’nın egemenleri, AK Parti vasıtasıyla merkeze taşınan yoksulları gördükçe feryat ediyorlar: ‘İrtica geliyor.’ Aslında irtica gelmiyor, egemenlik gidiyor galiba.” (9)
İşçi, köylü, memur, öğrenci tuzu kuru insanlardı. Özal’ı, Çiller’i, Erdoğan’ı destekleyen Mehmet Altan ise yoksulların sesi…
***
Yıllar öncesinde döndüler. Ancak dönerken herkesi dönüştüremediler.
Bu yüzden hırçınlar. Görüşlerinde ve davalarında ısrar eden herkese saldırırlar. Kavgayı sürdürenler onlar için vicdan azabı gibidir. Herkes dönsün, herkes ihanet etsin isterler. Çünkü herkesin döndüğü yerde ‘dönek’, herkesin ihanet ettiği yerde de ‘hain’ yoktur. (10)
Bir ellerinde demokrasi cetveli, diğer ellerinde de bir demokrasi odunu vardır onların. Önce ölçerler, uymazsa ellerindeki odunla onun bunun kafasına vurup insanları hizaya sokmaya çalışırlar. Entelektüel alanda bir linç hareketi geliştirmek en büyük yetenekleridir. Acıma duyguları yoktur. Amaçları ideolojik bir hegemonya kurmaktır. Öyle ki, birbirinden farklı eğilimlere, siyasal kaygılara, ideolojik itirazlara, hatta karşıt siyasi ve felsefi konumlara sahip birçok kişiyi ve çevreyi aynı çuvala koyup toptancı bir anlayışla mahkum ederler. Bir tür ‘vurun kahpeye’ kültürüdür geliştirdikleri. (11)
Sorarsan özgürlükçülükte üstlerine yoktur.
Oysa özgürlükçü ve demokratik de olsa liberalizm, kapitalizmin ideolojisidir. Kaldı ki gerçek anlamda ne özgürlükçü ne de demokratik olmuştur. (12)
Zaten onların da işçinin-köylünün durumu ile, ağalık-şeyhlik faşizminin hükmünü sürdüğü feodalizm ile, vahşice saldıran emperyalizm ile hiçbir sorunları yoktur.
‘Bağımsızlık’ sözcüğü tüylerini diken diken etmeye yeter. Rasim Ozan Kütahyalı’nın: “Tam bağımsızlık barbarlık demektir. Bu tam bağımsızlık söylemi bütünüyle terkedilmelidir” (13) sözleri bu anlayışın en güzel örneğidir.
Peki neyin özgürlükçülüğüdür bu?
Etnik kimlik ve mezheplerin…
Alt kültürlere ve etnisiteye dönüşü savunarak insanlığı daha küçük birimlerden oluşan topluluklara doğru itelemeye; (…) dinleri, tarikatları, cemaatleri, yerel kültürleri, mezhepleri, etnik farklılıkları ve kimlikleri öne çıkarmaya çalışırlar (…) Özgürlük projesi ve demokrasi anlayışını ise etnik, dinsel ve cinsel toplulukların serbestisine indirgeyip insanlara neredeyse hemşeri dernekleri dışında gidecekleri yer bırakmamayı amaçlarlar. (14)
Ulus bilincini yıkıp, ‘zenginlik’ olması gereken etnik ve mezhepsel kimlikleri ‘öncelikli’ hale getirmek isterler. Böylece emperyalizm karşısında dik durmaya çalışan ulus devletlerden Türkiye’nin etnik ve mezhepsel ayrışma ile güçsüzleşmesi ve küresel sermayenin saldırısı karşısında direncinin kırılması hedefleridir. Bütün ulusun ortak çıkarı yerine ülkede yer alan farklı farklı grupların birbirleri ile girecekleri çıkar çatışmalarının bu direnci yok edecek olması işlerine gelir.
Bugün sadece Türkiye’yi değil, bütün Ortadoğu’yu kasıp kavuran bu anlayışın kökeni olan emperyalizmin adını ağızlarından duymak olanaksızdır.
Antiemperyalist misin? O zaman çağın gerisinde kalmışsındır. Daha da ileri gidersen üstüne bir de darbecisindir. 12 Mart’ı da 12 Eylül’ü de alkışlamış, 40 yıl boyunca hakkında tek bir soruşturma dahi açılmamış olan Hasan Cemal demokrattır –hatta bugün muhaliftir- ama neredeyse her askeri darbe sonrası yıllarını hapishanelerde yitiren aydınlar darbecidir onlara göre.
Sadece hapse giren yurtseverler mi?
İşini layığıyla yapan ve o dönem kendilerine gelen belgelerin asılsız olduğunu kanıtlayıp yayınlamayarak kumpaslara ortak olmayan gazeteciler de bu gruptandır onlar için. Bir öğle yemeğinde, Kanal D binasının restoranında, Hasan Cemal Ayşenur Arslan’a, ‘N’aber Paşacı!’ diye seslenebilme hakkını kendinde görebilmiştir bu sebeple. (15)
Adları gazetecidir ama polis olmuşlar, savcı olmuşlar, hakim olmuşlar, insanlara hüküm giydirmişlerdir köşelerinde.
Ergenekon operasyonları sırasında, Murat Belge: “Sabih Kanadoğlu’nun böyle bir yapılanmada bir işlev üstlendiğine dair herhangi bir şey söyleyemem. Ancak, söz konusu cepheleşmede nerede durduğu bellidir ve 367’nin mucidi olarak demokrasiye ve hukuka bağlılığı da bence bellidir. Onun için, evine gelinmesini ‘hukuka saldırı’ diye nitelendiremem” diyebilmiştir hiç sıkılmadan. (16)
Bir tek Murat Belge değil elbette.
Cengiz Çandar’ın: “Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemelerinden mülhem olarak, Balyoz davası Türkiye’nin Nürnberg’idir”
Hasan Cemal’in: “Balyoz, AK Parti’yi hedef alan, bal gibi darbe planıdır.”
Emre Aköz’ün: “Bazı arkadaşlar, planı hazırlayan askerleri kastederek ‘deli mi bunlar’ diye sormuştu, ben de ‘bunlar deli falan değil, vicdansız katiller’ demiştim, az bile söylemişim”
İsmet Berkan’ın: “Güneş balçıkla sıvanmaz, gerçekten darbe hazırlığı var”
Oral Çalışlar’ın: “Balyoz’un darbe planı olmadığını söylemek komiktir.”
Engin Ardıç’ın: “Darbe falan yokmuş diyorlar, çünkü biz eşeğiz. Bunlar neyine güveniyor da göz göre göre postalcılığı sürdürüyor yahu?” (17) sözleri o günlerin utanç vesikalarıdır.
***
Meslekleri gazeteciliktir ama… AKP iktidarının ilk 12 senesinde 1.863 gazetecinin işsiz kalmasına, (18) onlarcasının yargılanmasına, yıllarca hapis yatanlar olmasına karşın tek kelime etmemişlerdir. ‘Gazetecilikten tutuklanmadılar’ manşeti bu konudaki en büyük rezillikleridir.
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in peşine takılıp Silivri cezaevini gezen, gezi sonrasında da cezaevinin nasıl temiz ve modern olduğunu, spor salonlarından atölyelere kadar her türlü olanağının bulunduğunu ballandıra ballandıra anlatan yine onlardır.
Bu gezide edindiği izlenimlerini, “Gördüklerimizden sonra cezaevini övmek gibi absürd bir durumla karşılaştık. Dışardan ‘dört dörtlük’ dedirtecek koşullar, burada yaşayanlara katlanılmaz geliyordur. ‘Mahkumu Silivri’ye koymuşlar, illa da evim demiş’ misali” cümleleri ile anlatmaya başlayan Ergun Babahan: “Darbe planlayanlar başarılı olsa, hedeflerindeki insanlara böyle koşullar sunmayı elbette düşünmezlerdi. Darbe rejimi yerine en kötü demokrasiyi tercih etmemiz için bu bile başlı başına bir neden” satırları ile kendince demokrasi dersi(!) vermeye kalkışmıştır. (19)
Şimdi ise içlerinden bazıları Ergenekon-Balyoz sürecinde aldatıldığını söylemekte. AKP kandırılınca kendileri de kandırılmış sayılıyor. Neden? Çünkü düşünmek yok, sorgulamak yok, suçlanan insanları zamanında bir kez olsun dinlemek yok! İktidar ne derse onların da görüşü o oluyor. Kullanışlı ya da kullanışsız bilmem ama ‘pardon çıkalı aptallar çoğaldı’ diyorum ben de!
***
ABD ve AB kıbleleridir. Emperyalizm ise özgürlüktür onlara göre.
AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg ile e-posta yoluyla görüşme taleplerinde bulunmuş, Fogg’a, köşe yazılarında ne yazmalarını istediği yolunda sorular sormuşlardır. Avrupa Temsilciliği’nin çıkardığı Güncel Haber adlı bülten için Karen Fogg’un isteği üzerine ve ücreti karşılığında ‘katışıksız Türk görüşü’nün dışında makaleler yazmışlardır. Bu onlar için o kadar önemlidir ki, Cengiz Çandar sıranın kendisine geç gelmesine içerlemiştir. (20)
1 Mart tezkeresinin mecliste reddedilmesi sonrası ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman’ın Türkiye’ya aba altından sopa gösteren açıklamaları olmuştu hatırlarsanız. Olayları unutup hiçbir şey olmamış gibi davranamayacaklarını söylemiş ve Türkiye’yi, ‘Evet biz hata yaptık, Irak’taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık, bilemedik, ama artık biliyoruz, nerede ne kadar yardımcı olabiliyorsak o kadar yardımcı olmalıyız’ demeye davet etmişlerdi.
Kankalarının (!) bu açıklamaları sonrası bizim liberaller durur mu? Sarılmışlardı kalemlerine.
Mehmet Ali Birand Posta’daki köşesinde şunları yazmıştı: “Karşımızda artık Hipergüç konumuna giren bir ABD var ve bizler –bilinçli olarak değil, cehalet dolu yaklaşımlarla, bilmeden ve anlamadan- bu Hipergüç’ün nasırına basıyoruz. İnanılır gibi değil. Üstelik aynı Hipergüç Türkiye’yi kucaklamaya ve uçurmaya hazırken bunu yapıyoruz. Bugün, Türkiye tezkereyi onaylamış olsaydı bu bölgenin yıldızı konumunda olacaktı. Tayyip Erdoğan istediği anda Beyaz Saray’ı arayıp karşısında Bush’u bulabilirdi. Cumhurbaşkanı Sezer Beyaz Saray’ı resmen ziyaret edebilirdi. Kıbrıs konusunda ön alabilir, AB üyeliğini cepte keklik görebilirdi. Biz hala ‘saygınlık’ kelimesiyle kendimizi aldatalım. Başkaları atı aldı ve çoktan Üsküdar’ı geçti. Ulusal onur, barış, tarafsızlık, haklılık gibi deyimler de bize kaldı” (21)
‘Bölgenin yıldızı olmak’, ‘AB üyesi olmak’, ‘Lider ülke olmak’… Türkiye için çizdikleri hedeflerdi.
Peki nasıl olacaktı bütün bunlar? Ermeni soykırımını tanımalı, PKK’ya özerklik ve hatta devlet kurma izni vermeli, Kıbrıs’tan tamamen çekilmeli, tarımdan vazgeçmeli, ne gerekiyorsa ithal etmeli, öyle ‘tam bağımsızlık’ diye tutturmamalı ve AB-D tarafından bize ne söyleniyorsa yapmalıydık onlara göre.
Atatürk’e de, Cumhuriyet devrimlerine de saldırıları işte hep bu nedenle. Özgürlüğün ve refahın formülü budur onların düşüncesinde.
Ne söylüyorlardı?
‘Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülke.’
***
Ülkede kutuplaşma tehlikeli boyutlara ulaşmış, demokrasi büyük yaralar almış, hukuk yerle bir olmuş… Bir önemi yoktur onlar için.
“Nasıl ki yakın geçmişte gizli gündem, irtica iddialarına katılmadıysam, bugün de Türkiye’nin ‘sivil faşizm’e doğru yol aldığını düşünmüyorum” demiştir Hasan Cemal. (22)
Mehmet Barlas da metro, tünel, duble yollar için hükümete minnettardır örneğin. ‘Her gün küfredilecek size, inanılmaz hakaretler edilecek. Siz de kalkıp o kişileri tebrik mi edeceksiniz?’ sözleri ile de Erdoğan’ın sert üslubunu yadırgamadığını ve onu haklı bulduğunu belirtmiştir. Atatürk’e duyduğu minnetin aynısını Erdoğan’a da duymaktadır. ‘İktidarın medya üzerinde bir baskısının olduğunu düşünüyor musunuz, böyle düşünen büyük bir kesim var?’ sorusuna da ‘Baskı yapılmıyor ama herkes baskı altında hissediyor kendini’ şeklinde yanıt vermiştir. (23)
Erdoğan’ın yanağını okşayan, ‘Ben Turgut Özal’ın da yanağını okşardım. Ne var bunda?’ diyen Barlas’ın özgürlükler ile ilgili derdi hiç olmuş mudur zaten?
***
Liberal olduklarını söylerler ancak liberalizmin tanımına da pek uymazlar.
Adında ‘liberal’ sözcüğü geçen LDP’nin Genel Başkanı Cem Toker’in:
“Liberalizmi içselleştirmiş, kendisine liberal demokrat diyen hiçbir insan; hukuk devletini yok eden, adalete güveni temelden sarsan, en temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, devleti büyüten, hele hele ‘Anaokulundan itibaren belli bir yaşam tarzı dayatacağız’ diyen totaliter ve otoriter zihniyete destek olamaz”
“Kendisini muhafazakar olarak tanımlayan bir partiye destek verenlerin kendilerini liberal olarak tanımlamalarına ben de hayret ediyorum. Biz, AKP payandası o liberal güruhun içinde hiçbir zaman yer almadık. Zira bize göre 50 yaşına kadar siyasi yaşamında hak, hukuk, özgürlük, demokrasi gibi kavramları bir kez dahi olumlu anlamda ağzına almamış, ‘Demokrasi tramvaydır, binersin, durağa gelince inersin’ diyen insanların, toplu halde değişip demokrasi neferi olacaklarına inanmadık. AKP’liler ‘Artık liberallere ihtiyacımız kalmadı’ diye kendileri dediler. Kullanılıp, atılanlar düşünsün.” (24) sözleri, liberalin de ‘gerçeği’ ve ‘sahtesi’ olduğunu gösterir bize.
‘Sahteler’den Can Paker de düşünmüş (!) olacak ki hala ‘Liberalim diyenler AK Parti’yi destekleyen kitlenin yanında olmalı’ görüşündedir. (25) ‘Ben gemiden atlamam, siz de beni atmayın’ demektedir yani.
***
Sürekli bir imtiyazlı sınıftan bahsedip dururlar. Oturdukları yalılardan yazdıkları yazılarda, bu seçkin insanların halkı küçük gördüğünü ve artık halkın iktidar olacağını söylerler.
Merdan Yanardağ’ın dediği gibi, büyük bir yağma düzeni kurarak ölçüsüz servetler edindikleri halde, ayın sonunu zor getiren ama sadece kitap okuyup tiyatroya gittiği için bir öğretmene ‘seçkin’ diye hakaret edip yüklenirler. Kendileri mazlum ve halktan insanlar, bir eğitim emekçisi seçkin olur. (26)
Ama ne komiktir ki, iktidara taşıyacakları (!) halkı aşağılamaktan da geri duramazlar:
“Türkler’in büyük çoğunluğu ömür boyu dişlerini sıkarak yaşarlar. İsterseniz buna, ‘kıçlarını sıkarak’ da diyebilirsiniz. Neden böyle yaşarlar Türkler’in çoğunluğu? Çünkü Türkler’in genel ve temel özelliği mesleksiz oluşlarıdır. Hazineden geçinen mevki sahiplerinin önemli bir bölümü de dahildir buna; gecekondularda yaşayanlar da, yılda 37 gün çalışan 46 milyon köylü de. Demek ki, genel ve temel özelliği mesleksiz olan Türkler’in; egemenler bölümü hapazlamacı, geri kalan kullar bölümü de dişini, yahut kıçını sıkmacı...” (27)
Oral Çalışlar gibisi de, ‘Bu ülkede yaşamaktan, bu ülkenin vatandaşı olmaktan utanç duyar’ (28)
Halkına o kadar yabancılaşmışlardır ki, içlerinden biri, Nobel ödülü alabilmek adına, Türkiye’de ‘1 milyon Ermeni ve 30 bin Kürt’ün katledildiğini söylemekten çekinmez.
‘Yalan’ mı? Gerektiği yerde serbesttir. Üstelik hiçbir yaptırımı da yoktur onlar için. İsmet Berkan Kabataş’ta olmayan olay ile ilgili ‘görüntüleri izlediği’ yalanını söylerken ne o zaman yol açtığı toplumsal gerginlik ile ilgili hesap vermiştir bugüne kadar ne de bundan sonra nasıl inandırıcı olabileceğine dair en ufak bir kaygı taşımıştır. Hiçbir şey olmamış gibi gazeteciliğe devam etmektedir.
***
“Her devlet psikolojik savaş yürütür, bu iş için bütçeleri vardır. Ama düşünülsün ki, bizim ülkemize karşı yürütülen emperyalist psikolojik savaşın en zalimcesi, bizimle aynı nüfus cüzdanını taşıyan sözde aydınlar tarafından yapılmaktadır.” der Hasan Yalçın. (29)
Tamam, bir insan liberal olabilir, sosyalist olabilir, muhafazakar olabilir. Ancak ulusuna ve ülkesine ihanet eden biri ‘aydın’ olamaz.
‘Bu ülkede her şeyi olabilirsiniz ama rezil olamazsınız’ sözünü bilirsiniz. Doğru bir sözdür. Ama bazıları vardır rezil olmaz rezil doğarlar.
Bir yazıya bu kadar ‘rezillik’ yeter.
1) Aydın Rantı, Hasan Yalçın, Kaynak Yayınları, sayfa 32
2) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 48
3) Medyamızın Halleri, Hasan Yalçın, Kaynak Yayınları, sayfa 142
4) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 137
5) Galat-ı Meşhur, Soner Yalçın, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 97
6) Neoliberal Sol, Hasan Yalçın, Kaynak Yayınları, sayfa 20
7) A.g.e, sayfa 88
Galat-ı Meşhur, Soner Yalçın, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 371-372
9) A.g.e, sayfa 370-371
10) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 134
11) 1.Cumhuriyetin Sonbaharı, Merdan Yanardağ, Destek Yayınevi, 3.Baskı, sayfa 121
12) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 8
13) Taraf, 7 Haziran 2008 tarihli sayı, bkz. Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 114
14) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 10
15) http://www.abcgazetesi.com/medyanin-en- ... 6312yy.htm
16) Taraf, 11 Ocak 2009
17) Efendiler ve Uşakları, Ümit Zileli, Asi Kitap, sayfa 36
18) Galat-ı Meşhur, Soner Yalçın, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 402
19) http://haber.star.com.tr/yazar/Her_sey_ ... azi-571911
20) Karen Fogg’un E-postalları, Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 5.Basım, sayfa 109-110
21) Aydın İhaneti, Ümit Zileli, Asi Kitap, sayfa 34
22) Milliyet, 7 Ocak 2010 tarihli sayı, bkz. 1.Cumhuriyetin Sonbaharı, Merdan Yanardağ, Destek Yayınevi, 3.Baskı, sayfa 148
23) Alev Gürsoy Cimin, bkz. http://medyaradar.com/mehmet-barlas-med ... eri-189262
24) http://www.diken.com.tr/ldp-lideri-cem- ... -dusunsun/
25) http://odatv.com/bi-liberaller-vardi-ne ... 61200.html
26) Liberal İhanet, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi, sayfa 262
27) Çetin Altan, Sabah, 7 Temmuz 2000
28) Cumhuriyet, 2 Ağustos 2000 tarihli sayı, bkz. Dönekler, Hasan Yalçın, Kaynak Yayınları, sayfa 21
29) Aydın Rantı, Hasan Yalçın, Kaynak Yayınları, sayfa 153