Dünya Bankası başkanı Robert Zoellick, Libya’daki huzursuzluğun giderilmesinin ardından kurumunun bu ülkenin yeniden inşasında rol oynamasını ümit ettiğini söyledi. Bir panelde konuşan Zoellick, Dünya Bankası’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa, Japonya ve diğer ulusların yeniden inşasında rol oynadığını kaydetti. “Yeniden inşa demek, bugün Fildişi Sahilleri demektir, Sudan demektir, Liberya demektir, Sri Lanka demektir; ümit ederim ki Libya anlamına da gelecektir” diye konuştu.
Zoellick, Dünya Bankası’nın Fildişi Sahillerinde “birkaç hafta içerisinde” ilerleme kaydedeceğini ve bu ülkeye “birkaç yüz milyon dolarlık acil yardım sağlanacağını” söyledi. Birdenbire Ortadoğu’da bir başka savaşta ne işimizin olduğunu anlamak için Amerikan sözcülerine kulak kabartıyoruz. Pek çoğumuz, resmi gerekçeleri sorguluyor. Askeri harekâta katılmamızı sağlayan gerçek nedenlerin medyada veya Amerikan yönetiminde hiç de tartışılmadığının farkındayız.
Libya’da ne işimizin olduğunu açıklarken genelde petrol gibi doğal kaynaklara gönderme yapılıyorsa da buna itiraz sesleri yükseliyor. İtirazlar, Libya’nın Dünya Bankası, IMF, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) ve çokuluslu şirketlerle ilişkisi etrafında şekilleniyor.
IMF’ye göre Libya Merkez Bankası yüzde 100 kamuya aittir. IMF tahminlerine göre Libya Merkez Bankası’nın 144 ton altın rezervi mevcut. BM ve müttefiklerinin Libya’ya asker göndermelerine imkân tanıyan BM kararı öncesinde Muammer Kaddafi’nin dolar ve avroya rakip yeni bir para birimini açıkça savunduğunu kaydetmelidir. Afrikalı ve Müslüman ulusların bu yeni para birimine (altın dinar) geçmek üzere bir ittifak oluşturmaları için çağrıda bulunmuştu. Petrolü ve diğer kaynakları Amerika’ya ve dünyanın geri kalanına altın dinar karşılığında satacaklardı.
ABD, diğer G-8 ülkeleri, Dünya Bankası, IMF, BIS ve çokuluslu şirketler dünya döviz piyasası üzerindeki hâkimiyetlerini tehdit eden veya Şirketokrasi lehindeki uluslararası bankacılık sisteminden uzaklaşıyormuş gibi görünen liderlere hoş bakmıyor. Kaddafi’nin ifade ettiğine benzer şeyleri ABD askerlerini Irak’a göndermezden önce Saddam Hüseyin de savunmuştu.
Konuşmalarımda dinleyicilere bana açık olan ama pek çok kişi tarafından yanlış anlaşılan bir noktayı hatırlatmayı hep gerekli görmüşümdür: Dünya Bankası, dünya bankası değildir; Amerikan bankasıdır. IMF de öyle. Dünya Bankası ve IMF yönetim kurulları ve kuruldaki her üyenin oyuna baktığınızda, ABD’nin Dünya Bankası’ndaki oyların yüzde 16’sını kontrol ettiğini görürsünüz (Bu oran Japonya için yüzde 7, ikinci en büyük üye Çin için yüzde 4.5, Almanya için yüzde 4, İngiltere ve Fransa için yüzde 3.8’dir.) ABD’nin IMF’deki oy oranı ise yaklaşık yüzde 17’dir ve tüm ana kararlarda veto yetkisi vardır. (Japonya’nın oy oranı yüzde 6, İngiltere ve Fransa’nın ise yüzde 5’tir.) Dahası, Dünya Bankası Başkanını ABD Başkanı atar.
Şimdi kendimize sormalıyız: Bir “haydut” devlet, Şirketokrasi’nin çıkarına hizmet eden bir bankacılık sistemini dizleri üstüne çökertmekle tehdit ederse ne olur? Alenen emperyalist olamadığı takdirde bir “imparatorluğun” başına ne gelir?
İmparatorluğun bir tarifi de şudur (The Secret History of the American Empire adlı kitabımda bu tanımı kullandım): İmparatorluk, kontrolü altındaki topraklarda kendi parasını dayatarak diğer uluslara hâkim ulustur. İmparatorluk, parasını ve ona bağlı ekonomisini gerekli olduğu takdirde şiddet yoluyla korumaya hazır büyük bir ordu besler. Kadim Roma bunu yapmıştı. İspanyollar ve İngilizler de imparatorluk inşa ederken böyle yaptı. Şimdi ise ABD, daha önemlisi, Şirketokrasi bunu yapıyor ve kendilerini durdurmak isteyecek her hangi bir bireyi cezalandırmaya kararlılar. Kaddafi bunun son örneğidir.
Kaddafi’ye karşı yürütülen savaşı imparatorluğu savunma savaşı olarak anlamak, imparatorluk inşası yolunda ilerlemeye devam edip etmeyeceğimizi kendimize sorma yolunda bir diğer adımdır. Bize ülkemizin temeli olduğu öğretilen demokratik ilkeleri onurlandırmak istiyor muyuz?
Tarih bize öğretmektedir ki imparatorluklar kalıcı değillerdir; ya çökerler ya da devrilirler. Savaşlar birbirini izler ve boşluğu bir başka imparatorluk doldurur. Geçmiş, ikna edici bir mesaj göndermektedir. Değişmeliyiz. Tarihin tekerrürünü izlemeye takat getiremeyiz.
Bu imparatorluğun çökmesine ve yerini bir başkasının almasına müsaade etmeyelim. Yeni bir bilinç oluşturmaya yemin edelim. Bir gelecekleri olması gereken gençlerin yeşerttiği ve sosyal ağların beslediği Ortadoğu’daki taban hareketleri ülkemizin, mâli kurumlarımızın, ürün ve hizmetlerini satın almamız için bize bağımlı olan şirketlerin sürdürülebilir, âdil, barışçıl ve müreffeh bir dünya şekillendirmelerini onlardan talep etmemiz için bize ilham versin. Eşikte duruyoruz. Vahşi sömürü ve açgözlülüğün karanlık boşluğundan çıkıp şefkat ve işbirliğinin aydınlığına geçmek için eşikten içeri adım atmamızın vaktidir.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı
http://www.dunyabulteni.net/yazar/john- ... a-ve-kredi