LOGOS ve PATHOS
‘Siyaset’ ve ‘politika’ arasında ayırım yapmak gerekir deniyor, kimsenin umurunda değil.
‘Bilim’ ile ‘ideoloji’yi ayırmak gerekir deniyor, kimse anlamaya çalışmıyor.
Durup dururken ‘Logos’ ile ‘pathos’ da nereden çıktı denilebilecektir, o zaman.
Öyleyse, bu üç ikilinin, gerçeğe üç ayrı ‘bakış’ olduğunu söyleyerek başlayalım.
Kimilerinin pek dikkatini çekmemiş olsa da, Dr Recep ile Dr Davutoğlu arasındaki söz düellosunun, özünde Türkiye’nin önünde çözmek zorunda olduğu, en önemli ve en öncelikli ‘sorun’u olduğunu ortaya çıkarmıştır diyeceğim.
Efendim bunlar ‘aile içi’ kavgalardır, yarın barışırlar demek kadar Türkiye’nin ‘sorunları’ndan uzak durmak, baştaki üç ikili terime dönersek, bu denli soysuz bir ‘siyaset’ yapmak, bu denli renksiz bir ‘ideoloji’ kurbanı olmak ve ya da bu denli ‘hastalıklı’ bir ‘düşünce yapısı’na saplanmış olmak kadar tehlikeli bir şey olamaz.
Örnek olsun, CHP’nin ‘bilim danışmanı’ Sencer Ayata, bu konuyla ilgili ateşli tartışmada, bunlar önemli değil, ben oyların nasıl seyredeceğine bakarım türü ‘pathos’ bir davranış sergilemiştir.
Aynı tartışmada, Haluk Pekşen ve Ufuk Söylemez çok daha ‘hukuk’tan, aynı bağlamda ‘politika’dan, ‘bilim’den ve ‘Logos’tan yana tavır takınmışlardır.
Kimi zaman, bu tür bir ‘kargaşa’ durumunda, ‘kavram karagaşası’ndan sözedilmektedir.
Oysa ‘kavram’lar kargaşa yaratmak için değil ama, ‘düşünce üretebilmek’, ‘bilim yapabilmek’ için keşfedilirler.
Ancak, kimi zaman, diyelim biyolojinin keşfettiği bir ‘kavram’ ekonomi politiğe geçtiğinde, çoğunlukla da ‘siyasî’ kaygılar ve ‘ideolojik’ bir tutumla, doğrudan ‘pathos’a yolaçabilmektedir.
Örnek olsun, Spencer ya da Darwin’in ‘doğal ayıklanma’ kavramı, doğrudan benzetme (analoji) yoluyla ekonomi politikte ‘rekabet’ biçiminde yorumlanacak olursa, batan firmalar ya da kurtarılan firmalar ile gelir dağılımındaki adaletsizliğe ‘politik, ‘bilimsel’ ya da ‘lojik’ bir çözüm bulunamayacaktır demektir.
Ki, gerçek yaşamda da bulunamamaktadır.
Bilimsel düşünce tarihinden binlerce benzer örnek verilebilir.
Ancak, biz Dr Recep/Dr Davutoğlu tartışmasına dönelim ve ileri sürülen savların, ‘siyasî’, ‘ideolojik’ ve ‘pathos’ biçimde mi yoksa ‘politik’, ‘bilimsel’ ve ‘mantıksal’ biçimde mi çözümlenmesi gerektiği üzerinde duralım.
Ortada, ‘hukuksal’ açıdan ‘yüce divanlık’lık ‘olgu’lar bulunmaktadır.
Denilebilir ki, buna benzer yüzlerce örnek verilebilir.
Ve her geçen gün bir yenisi ortaya çıkmaktadır.
Tamam da, nereye kadar?
Yeri geldiğinde, Türk halkının ‘sağduyu’sundan, olanları iyi gözlemlediğinden falan sözedilebilmektedir.
‘Devlet’in sarsılmaz ‘temelleri’nden falan.
Çokbilmiş ‘aydın’, ‘yazar-çizer’, ‘akademisyen’, ‘asker-masker’, bürokrat-mürokratları vardır denilmektedir.
Ee şimdi, ortada, ayan-beyan ‘yüce divan’lık bir ‘olgu’ bulunmaktadır.
Şeçim günü gelsin ‘görelim’ denilerek, işte yukarıdan beri söyleyegeldiğimiz ‘siyaset’in en adi, ‘ideoloji’nin en aşağılık ve ‘hastalıklı beyin’lerin en sıradan bir yaklaşımı sergilenecektir.
Efendim, göreceksiniz Türk halkı yapanın yanına koymayacaktır, falan da filan.
Oysa ve tek sözcükle, insan sütü emmiş bir savcı ve insan olmaya karar vermiş bir tek yargıç yeter de artar.
İşte ‘insan’ denilebilecek ‘iki kişi’ çıksa, tam sekseniki milyon kişi arkalarında duracaktır.
O ileri geri dillendirilen, ‘sağduyu’, ‘feraset’ falan işte tam da o zaman ortaya çıkabilecektir.
Ancak, o hiçbir işe yaramayan ve dahası işleri hep karmaşıklaştıran ‘siyasetçi-miyasetçi’, ‘aydın-maydın’, ‘gazeteci-mazeteci’, ‘asker-masker’, ‘akademisyen-makademisyen’lerin, hiç değilse yaşamlarında bir kez olsun, bir işe yarayabilmeleri için, ‘pathos’u bırakıp ‘logos’a sarılmaları gerekmektedir.
Bilmiyorlarsa da, öğrenmeleri...