MADALYONUN İKİ YÜZÜ : ÖZGÜRLÜK ve EŞİTLİK
Fransa’daki olaylar bağlamında ‘eşitlik’ ve ‘özgürlük’ kavramlarını yeniden ele almakta yarar var.
Cumhuriyet ‘değerleri’ne geri dönülmeyecek mi sonuçta ?
Bu ‘değer’ler, Fransız Devrimi’ni hazırlayan ‘Aydınlanma felsefesi’nin değerleridir.
‘Özgürlük’ ve ‘eşitlik’, iyilik düşüncesi(idée)nden kaynaklanan ‘doğal hak’lardandır.
Bir başına iyilik, insan aklıyla kavranabilir. Buna iyilik felsefesi diyelim.
Ancak iyilik, toplumsal çerçevede, o toplumu oluşturan insanların ‘eğilim’, ‘içgüdü’, ‘gereksinme’, ‘duygu’ ve ‘tutku’larıyla karışır doğal olarak. Onları etkiler ve onlardan etkilenir. İşte bütün bu ‘toplumsal ilişkiler’, insan soyunun ‘organik bütünselliği’ni oluşturmaktadırlar.
İnsan soyuna özgü bu ‘organik bütünsellik’, toplumların ekonomik, politik, coğrafî ve tarihsel koşullarına göre ‘biçimlenmekte’dir.
Aydınlanma düşüncesi ve Fransız Devrimi, bu ‘maddî koşullar’ın ötesinde, ‘evrensel’ geçerliği olan bir tanımlamaya yönelmiştir.
İnsan ve Yurttaş Hakları bu bakımdan ‘evrensel’ kabul edilmişlerdir.
‘Özgürlük’, önce Fransızlar için ama aynı zamanda ‘tüm insanlık’ içindir.
‘Eşitlik’ de öyle, ‘kardeşlik’ de..
Ama önce, eşitlik olmadan özgürlüğün olamayacağının altı çizilmelidir.
Çünkü, eşitlik, özgürlüğün ‘karşılığı’dır.
Benim özgürlüğüm senin özgürlüğünün başladığı yerde biter. Ya da sen özgür değilsen, benim özgürlüğümün de bir anlamı da yoktur.
Tıpkı ekonomi politikteki ‘değişim’ gibi.
‘Değişim’ hiçbir zaman tek yanlı değildir, bir al-ver (change) değil ama bir alış-veriş (échange)tir.
Çölde yürüyen iki kişiden birinin cebinde bir ‘kese altın’ olmasının hiçbir ‘ekonomik değeri’ olabilir mi ?
Bu altınlar karşılığında alacak hiçbirşey yoktur da ondan..
Ne yaparlarsa yapsınlar, bu iki kişi ‘ekonomik güç’ bakımından ‘eşit’tirler.
Özgürlük bakımından da alabildiğine özgür..
İşte bu iki insanın Fransa’da yaşayan bir Yahudi ile bir Müslüman olduklarını gözönüne alalım.
Bu iki kişinin ‘özgür’ olabilmelerinin, onsuz olmaz koşulu, ‘eşit’ olmalarından geçmektedir.
Zaten bu iki insan, iki grup, iki toplumun ‘ayrıcalıklı yaratılmış’ olduklarına ilişkin bir ‘kör inanç’ları varsa, bunları tornadan da geçirseniz ‘eşit’ olmayacaklardır.
Birinden birinin ‘özgürlüğü’, diğerini baskı altına almaya yönelik bir ‘özgürlük’ olmaya yöneldiği anda, evrensel özgürlük kavramıyla açıklanma olasılığı ortadan kalkmış olacaktır.
Çünkü kendinde bir ‘hak’ olarak, özgürlük yine kendinde bir ‘eşitlik’e karşılık düşmüyorsa, insan soyuna özgü bir ‘değer’ olmaktan çıkıp, insanları denetim altına almaya yarayan bir ‘araç’ konumuna düşerler.
İnsan gruplarının ‘kendisi için’ bir hak olarak ‘özgürlük ve eşitlik’ mücadelesi vermesi, işte tam da bu nedenledir. İnsana özgü bu ‘doğal hak’lar başkalarının elinde bir ‘araç’a dönüşmüştür de ondan. Ortada bir ‘hak gaspı’ vardır. Mücadele de, doğal olarak kendilerinin olan bu insan soyuna özgü hakların geri alınması mücadelesi olmaktadır.
O nedenle ‘hak verilmez alınır’ denilmektedir.
Kaldı ki, sözkonusu hakları ‘ellerine geçirmiş olanlar’ da ne ‘eşit’ ve ne de ‘özgür’dürler.
Onlar da başkalarına karşı bir ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ mücadelesi vermektedirler.
Fransa ya da herhangi bir Batılı ülkenin, ‘Dünya barışı’ için terorizmle mücadele edebilmeleri, önce kendi içlerinde ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ sorununu çözmüş olmalarından geçer.
Yurtta barış olmadan dünyada barış olmaz.
Bunu Avrupa’da en iyi Fransızların bilmeleri gerekiyor.
Bakalım bugünkü yöneticilerin pazar günü uğruna yürüdükleri Cumhuriyet değerlerinden ne kadar haberleri var ?
Habip Hamza Erdem