Manzara-i umumiye
Manzara-i umumiye ana hatlarıyla şöyledir:
Siyasi iktidar kendini kurtarma kaygısına düşerek ülkenin bütün kodlarını bozmanın peşinde. Öyle ki ülkenin yargı kurumlarını haddini aşmakla suçluyor, hatta aldığı kararı değerlendirme dışı görüyor. İktidar ve yandaşları dış müdahaleler karşısında son derece çekingen, fakat siyasi uygulamalarını benimsemeyen ve eleştirenlere karşı son derece cüretkâr. Nitekim birisi kalkıp, bu süreçte kendilerini eleştirenlerin çetelesinin tutulduğunu ilan ediyor. Millet ise post-modern kırbaç tanımını hak eden kredi kartlarının esareti altında. Bu nedenle sahte istikrarın her biçimine razı.
Ordunun elinden silahlar alınmadı. Ancak sabah erkenden kalkan her özgürlükçü meczup tarafından yapılan saldırının hedefi. Kendileri Vatikan ve evanjelist muhafazakârlarla yan yana ve iç içeler. Kendileri kutsal dava uğruna her türlü gizli gizemli mahfillerle sarmaş dolaş. Ola ki birisi buraların önünden geçse damgalı hain! Hatta siyasi iktidara muhalefet edenler ABDnin İranı vurması için zemin oluşturanlarla aynı! Batı, içi boşaltılmış bir İslam anlayışı paketlediğini ilan ediyor, pakete uygun reformlar ise siyasi iktidarın yandaşları tarafından yapılıyor. Fakat kendilerinin dışında birisi İslam hakkında farklı bir yorum yaparsa zinhar dinsiz ve imansız! Bütün bunlar kendi nefsini kutsamak, kendi heva hevesini yüceltmek değilse nedir?
Ülkenin her tarafında nüfuz ajanları faaliyet halinde. Azınlıklara din hürriyeti adı altında misyon hareketinin öncü kuvvetleri, gizli ve açıkça kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İstanbul Fener Rum Patrikhanesi ekümenik patrik hikâyesi altında sınır ötesi güç merkezleriyle iç içe. İç sömürgeciliğin kutsal işçileri, ev kiliseleri adı altında bütün ülke sathında örgütleniyor. Ülkenin en yoğun ve kalabalık caddelerinde İncil dağıtıyorlar. Böyle değilmiş gibi Dışişleri Bakanı Türkiyede sadece azınlıkların değil, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Müslümanların da din hürriyeti konusunda sorunları olduğunusöylüyor. Hızını alamıyor İslamı dinsel şeytanlıkgören egemen güçlere dert yanıyor. Bu gelişmelere karşı fikri ve siyasi tepkiler gösterenler, kurumsallaşmak isteyenler darbeci. Devlet düşmanı. ABnin dayatmalarını ve ülkede politik alan genişletmelerini reddedenler vatan haini. Ülkenin bütün sathında dış destekle varlıklarını sürdüren ve ABnin politikalarını sevdirmeye çalışan sivil toplum kuruluşları adeta sulh ve selamet cemiyetleri gibi çalışıyor. Kendi şahsi emellerini ve çıkarlarını gözeten bu kuruluşlar Batılı egemen devletlerin ülkemizi özgür yapacaklarını açık ve dolaylı şekilde savunuyorlar. Hatta birisi kalkıp İngiliz mandacılığını Türkiye Cumhuriyetine tercih ettiğini söyleyebiliyor. Said Molla-Rahip Frew birlikteliğini kıskandıranlar ortalıkta sarmaş dolaş. Memleket içinde isyan ve ihtilal çıkarmak isteyen dünkü işbirlikçilerin yöntemini değiştirerek ülke dâhilinde kutuplaşmanın ve gerilimin zeminini oluşturuyorlar. Bunu yaparken de ne garip ki dün olduğu gibi bugün de sulh, selamet ve diyalog gibi havuçları kullanıyorlar... Bunun adı dünyaya açılma, milli irade ve özgürlük!
Bu ahval ve şerait karşısında temel ilke; Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. (Atatürk, Nutuk, 1/9)
Bağımsızlığımız ve onurumuz için bütün efendilere, gür sesle Hayır demenin tam zamanıdır.
Kaynak