MARX’TA PARA (29)
Kredi sisteminin üçüncü özelliği ve ‘fiktif sermaye’
Banka sistemi sadece depocular ile ödünç alıcılar arasında bir aracı olmayıp kendisi de ödünç verdiği krediler yoluyla bir depo işlevi görmektedir (1).
Ki bu, iki işlemin tamamlayıcılığı, gerçekte çoklu ögelerin biribirine girmesi demek olup, kimi zaman sosyal ödünç sermaye arzı ve kimi zaman da salt banka kredisi arzı biçiminde ortaya çıkamaktadır.
Sonuçta, banka etkinliğine dayanan bu banka aktiflerinin bir kesiminin herhangi bir likid tasarrufa dayanmadığı söylenebilecektir.
Dahası, bu aktifler tamamen saymaca (fiktif) olabilecek ve Marx böylece sermayenin dolanım koşulları dışına çıkma eğilimi gösterebileceklerine işaret edecektir.
İşte kredi sisteminin bu üçüncü özelliği, ya da doğrudan ‘fiktif sermaye’, bir başına ele alınabilecek bir konu oluşturmaktadır, ki ileride açacağımız üzere günümüz finans sorunlarının anlaşılması için de bir temel oluşturmaktadır.
Ticari krediler çevriminde olduğu gibi, eğer tam bir denkleşme sözkonusu ise, süreç kendi üzerine kapanmakta olduğundan, eğer banka sisteminde de kredi kullananların kredilerinden hareketle bir depolama yapılacak olursa banka kredisi de kendi üzerine kapanabilecektir.
Örneğin bankanın, kredi alana bankanın aktif ve pasiflerini eşzamanlı olarak şişiren bir kredi hesabı açması demek, bankaların pasiflerinin temelinin, yani gerçekte depolanan fon arzının, bankacının ‘açık pozisyon’uyla denkleştirilmiş olması demek olacaktır.
“... Banka A kişisine bir A kredi hesabı açabilir, bu durumda bankanın borçlusu banka için ‘imaginaire’ bir depocu konumuna gelecektir. A, alacaklılarına çekle ödeme yapacak ve onlar da yeniden bankaya yönelecek ve Clearing House değişim merkezinde kendisi üzerine yazılan çeklerin ödenmesinde kullanılacaktır. Burada herhangi bir banknot kullanımı olmamakta, tüm işlemler şu sınırlar içinde gerçekleşmektedir; banka tarafından istenen alacak kendi üzerine çekilen çekle A kişisine verilen krediyle ödenerek denkleştirilmektedir” (2).
Metalik para kullanıldığı dönemlerde, bir dolanım aracı olarak kendisinin bir tutum (thésaurisation) yoluyla değil ama sadece kendi dolanım biçimi olarak kaldığı sürece, kredi parasının, metalik olmaktan çıkan (dématarialisé) bir etkisi oluyordu.
O zaman, kredi sisteminin birliği demek ki bir başka yönüyle ortaya çıkmaktaydı. Tüm banka aktifleri, dolanıma çıktıkları andan itibaren ‘fiktif’ bir karakter alıyor, onların dolanımı ‘reel sermaye’den bağımsızlaşıyor ve finansman koşulları içinde sermaye dalgalanmasını yansıtan bir dolanım biçimi oluşturuyordu.
“Banka sermayesi 1° metalik para, altın ya da banknotlar, 2° titrlerden oluşmaktadır ki, bunlar da (genel olarak ‘effets de commerce’ olarak bilinen ciro edilebilen senet benzeri titrlerdir) ve dolanımımdaki senetler (traites) olarak ikiye ayrılabilir. Bu sonuncular zaman zaman banka işlemlerinden doğan iskonto hariç ödenmekte ama kamusal değerler, Devletsel değerler, hazine bonoları, her tür aksiyon olarak faiz getiren ve dolayısıyla senetlerden ayrılan bir değer oluşturmaktadırlar. Ki bunlara ipotek kategorisi de eklenebilir” (3).
Marx’ın ‘fiktif’ karakterde olduğunu söylediği kamusal titrler ve bankların ellerinde bulundurdukları aksiyonlara gelince; örneğin kamu borçları “tamamen hayali sermaye”dirler (4).
Devlete verilen ‘para-sermaye’, uzun zamandan buyana Devlet tarafından harcanagelmekte, alacaklılar ise karşılığında yıllık bir gelir elde etmektedirler.
Ne var ki, bu borçlar “kendilerinde belli bir değer” (5) taşımadıkları için, herhangi bir ‘sermaye’yi temsil etmedikleri gibi ‘anapara’ ödemesi de yapılmamaktadır. Yani ne ‘sermaye dolanımı’ hareketlerine ve ne de üretken işlerde kullanılan finansaman dolanımı kurallarına uymaktadırlar.
Yani Devlet’in aktifinde yeralmalarına karşın, ‘kendilerine özgü bir devinim’ (6) içinde sonsuza değin ‘fiktif’ karakterini koruyarak dolanabilmektedirler.
Oysa, aksiyonlar (pay senetleri), kamu borçlarının aksine, ‘reel’ sermaye niteliği taşımakta ve “değerin özerk devinimi”ne (7) örnek gösterilebilmektedir.
“Demiryolu, kömür, denizcilik vb şirketlerinin aksiyonları, yatırım yapan ve işleyen şirketlerin ‘reel sermaye’lerini temsil edip, aksiyonerlerin avanse ettikleri paralar da bu işletmelerin sermayesi olarak harcanabilirler” (8).
Bu aksiyonların nominal bir değerleri olup, alımları sırasında harcanan para miktarını göstermekte ve Borsada dolanmaktadırlar. Fiyatları ise, onların sermayeleşmesine (capitalisation) oranla piyasadaki değerlerini göstermektedir.
“Spekülatif değer olarak, işletmelerin reel gelirine değil ama beklenen gelirinin önceden tahminine göre belirlenmişlerdir” (9).
Ancak, Marx, bu işletmelerin geliri sabit kalsa ya da titrin yıllık verimliliği yasal olarak belirlenmiş olsa bile, bu ‘alacaklar’ın piyasa fiyatı her koşulda faiz haddindeki değişmelerin ters yönünde değişeceğini söylemektedir:
Çünkü “Onun değeri her zaman kapitalize olan geliri kadar olacak, yani var olan faiz haddi temeli üzerindeki bir hayali sermayenin faizi kadar olacaktır” (10).
Böylece, borsada titrlerin dolanımının, tümüne birden bir “fiktif sermaye-değer” (valeur-capital fictive) verdiği söynebilecektir.
(Sürecek)
(1) Le Capital, ouv. cité, livre troisième, tome II, pp. 132-133 et pp. 202-203. ·
(2). Le Capital, ouv. cité, livre troisième, tome II, p. 122.
(3) Ibid., p. 126.
(4) Ibid., p. 129.
(5) Ibid., p., 127.
(6) Ibid., p. 128.
(7) Ibid., p. 129.
(8) Ibid.
(9) Ibid ., p. 130.
(10) Ibid.