MARX’TA PARA (34)
“Ulusal denilen bankaların metalik rezervlerinin üç işlevinin olduğu söylenebilir: (Bununla birlikte, bir başına bu koca rezervi düzenleyemeyerek iç ve dış ticaretin bir paralizasyonuna katkı verebilecektir).
1°Uluslararası ödemeler için kullanılabilecek evrensel para rezerv fonları
2° İç piyasa dolanımı için rezerv fonları, ki yerine göre artırıp azaltabilecektir
3° Depo ödemeleri için rezerv fonları ve banknotlar için konvertibilite
Metalik para tahsilatı, işbu üç işlevin her biri üzerinde ayrı ayrı etkin olan koşullar tarafından belirlenmiş olacaktır” (1). Yani bu koşullara göre ayarlanacak demektir.
Merkez Bankası’nın rezerv fonları ise, gerilim döneminde, iç ve dış farklı sermaye çevrimlerinin odak noktası olmaktadır. Ancak genelde, tutum aracı (thésaurisation) olarak, bir yandan iç para dolanımının parasal bazı, öte yandan ülkenin uluslararası kredi garantisi olmaktadır.
Ödeme araçları arzının böylece birleştirilmiş olması karşısında, rezerv fonların kullanımı, evrensel para olarak özellikle altın talebine bağlı olacaktır. “Bu noktadan itibaren, ülke içinde artık metalik paraya gereksinme duyulmayacaktır” (2). Kuşkusuz, en azından kredi sisteminin iyi işlemesi koşuluyla...
Ne var ki, dünya piyasalarında, değerli madenler, genel evrensel-eşdeğer olarak gerçek para olarak kalmakta ve aynı zamanda para-sermaye işlevi görmektedirler.
Ödeme aracı olarak ihraç edildiklerinde, “bizzat değerli öz (substance) olarak bir değer kitlesini” temsil edip, “meta-sermaye biçiminde değil ama para-sermaye biçiminde olmak üzer sermaye olmaktadır. Yani meta biçiminde (sözcüğün tam anlamıyla dünya piyasalarında geçerli olan) değil para biçiminde sermaye. Burada ödeme aracı olarak para talebi ile sermaye talebi arasında bir karşıtlık söz konusu değildir. Karşıtlık, para biçimindeki sermaye ile meta biçimindeki sermaye arasındadır. Çünkü bu sonuncu talep ediliş biçimi ve işleyiş biçimiyle para olarak görülmektedir” (3).
Marx, sürekli olarak para ve sermayeyi biri birlerine karıştıran Tooke ve Fullarton’a karşı, ödemeler dengesi açığını kapatmak için talep edilen altının, özgün bir nitelik taşıyan evrensel para olmasının, para ile meta arasındaki farkı bir kez daha gösterdiğini ileri sürecektir. Para-sermaye ve meta-sermaye ayırımı burada ulusal para ve evrensel para ayırımıyla ilişkilendirilmiş olmaktadır. Böylece ödemeler dengesi sorunu, iki yönüyle parasal bir sorun olmaktadır; kredi sorunu ve altın sorunu, ki bu ikisi ancak epizodik olarak biribirleriyle karıştırılabilecektir.
Birleşik rezerv fonlarının değişik işlevlerinin gösterdiği gibi, iç para talebinden farklı bir evrensel para talebi vardır. Sonuçta, finansal çevrimlerin tamamlayıcılığına ve onların ortak temeline karşın, dış sermaye piyasasının göreli olarak özerk bir işleyişinden söz edilebilecektir. Böylece,
“İngiltere’de para bolluğu, düşük faiz et titrlerde fiyat yükselişi olduğunda, uyumsuz bir değişim ve hatta altın çıkışı olabilecektir” (4).
Tümü konjonktüre bağlıdır. Altın çıkışı ve aynı zamanda iç talebin ödünç sermaye arzından yüksek olduğu durumda, faiz haddi yükselecek ve döviz kuru aleyhe dönecek ve ancak faiz haddindeki yükselme para-sermaye ihracatını frenlediği zaman lehe dönebilecektir.
Bu koşullarda, ölçek-altın rolünü oynayarak, “faiz haddinin döviz kurları üzerinde etki yapabilmesine ve bu kurların faiz haddi üzerinde baskı kurabilmesine” (5) katkı verecektir.
Ancak sermaye piyasalarının bu karşılıklı etkisi doğrudan finansal konjonktüre bağlıdır. Konjonktür, malların fiyatlarını doğrudan etkilemez, sadece “faiz haddi devinimi, metalik birikim (trésor) evrim eğrisinin kurlar eğrisiyle kesiştiği zaman” (6) belirleyici olacaktır.
Finansal çevrimler bütününün incelenmesi zorunlu olarak finansal konjonktür incelemesini gerektirmektedir. Aynı biçimde, kredinin parasal kuramı da, bütünlüğü içinde, konjonktürel çözümlemeyi kapsayacak demektir.
O halde konjonktür çözümlemesine geçebiliriz.
(Sürecek)
(1). Ibid. , p. 227
(2). Ibid., p. 177. Henry Thornton zaten bunu daha1802’de göstermişti.
(3). Ibid., p. 125.
(4). Ibid., p. 252
(5). Ibid., p. 240.
(6). Ibid., p. 248.