
Geçtiğimiz salı günü Preveze Deniz Zaferinin 473’üncü yıldönümünü kutladık. Aynı gün İstanbul Tersanesinde Milli Gemi (MİLGEM) projesinin ilk gemisi Heybeliada Korveti hizmete girdi ve projenin ikinci gemisi Büyükada ise denize indirildi.
Denizcilerimizin yüzyıllar önce ecdatlarının kazandığı bu zaferi, içeriğinde akıl, bilim, laik öğretim, emek, alın teri ve kendine güven olan MİLGEM projesini gerçekleştirerek taçlandırması sanırım çok anlamlıdır. Bu nedenle projeye katkısı olan herkesi kutluyoruz.
Madem yazımıza Preveze Deniz Zaferi ve denizcilerimizin MİLGEM ile gösterdiği yadsınmaz başarı ile başladık, devamını da yine denizcilerimizin en önemli sorumluluk alanı olan Mavi Vatan ile devam edelim.
Türkiye Cumhuriyeti kara, deniz ve hava ülkelerinden meydana gelmektedir. Yaklaşık 800 Bin kilometre kare yüzölçümü olan kara ülkemizi biliyorsunuz. Acaba deniz ülkemizi biliyor musunuz?
Bir devletin deniz ülkesini tanımlayan uluslararası hukukta kabul görmüş çeşitli alanlar vardır. Karasuları, Bitişik Bölge, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge gibi. Bunların genişlikleri ve yüzölçümleri uluslararası hukuka, ilgili ülkenin iç hukukuna, coğrafyaya ve ilgili ülkeler arasında yapılan antlaşmalara göre değişir. İşte biz bu alanların tümüne Mavi Vatan diyoruz.
Deniz ülkesinde kıyı devletinin egemenliği sınırlı olmasına rağmen buradan ilgili ülkeye sağlanacak katma değer çok fazladır. Hatta yaşlı dünyamızda karasal kaynakların (besin, ham madde, enerji) azalmaya ve bazı kalemlerde tükenmeye yüz tuttuğu düşünülürse deniz ülkesinin ne kadar önemli olduğu belki daha iyi anlaşılabilir, değimli? Size küçük bir kaç rakam. Dünya ticaretinin yüzde 92’si deniz yolu ile yapılmaktadır. Sadece şu ana kadar elde edilen verilere göre Kıbrıs etrafında Türkiye’nin 100 yılana yetecek kadar doğal gaz ve petrol bulunmaktadır.
Dünyada Mavi Vatanından ve açık denizlerden kendi ülkesi için anlamlı bir katma değer yaratamamış zengin bir devlet yoktur.
Bugünlerde çok sık duyduğunuz ve bizi AKP hükümetinin söylemlerine göre savaşın eşiğine getiren Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) nedir biliyor musunuz?
Bu kavram 1982’de imzalanan Birleşmiş Milletler deniz hukuku sözleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Çok basit olarak MEB kıyı devletinin sahilden itibaren 200 millik bir alanı kapsar. Kıyı devleti bu alanda ekonomik haklara sahiptir. Nedir bu haklar?
• Bu alanda bulunan denizden, deniz yatağından ve toprak altındaki canlı ve cansız kaynakların araştırılıp işletilmesi,
• Deniz akıntısından ve üzerinde bulunan rüzgardan enerji üretmek için faaliyette bulunulması,
• Suni adalar, tesisler ve yapılar kurulması ve işletilmesidir.
Devletler denizlerden ekonomik olarak yararlanabilmek için kara ülkelerinin önünde bulunan denizleri paylaşmaktadırlar. MEB ise bu paylaşımın hukukileştirilmiş adıdır. MEB’ler her ne kadar sahillerden itibaren 200 mile kadar uzanabilmesine rağmen bulunulan coğrafya, yan ve karşı sahil komşularınızın yakınlıkları nedeniyle bu alan daralabilir. Bu durumda yapılacak şey komşularınızla bu alanları adaletli bir biçimde paylaşmaktır. Şu da unutulmamalıdır ki, hükümetlerin bu konudaki başlıca görevi, bu paylaşımda kendi ülkelerinin çıkarlarını arttırmak kayıplarını ise en aza indirmektir.
Gelelim güncel olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile yaşadığımız MEB ve sondaj sorununa. Bu sorun şimdi mi ortaya çıktı? Kesinlikle hayır. Bu durum AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri, sürdürdüğü aymazlığın, enerjisini boş ve ülkemizin çıkarına olmayan işlerde kullanmasının, bilim egemen kafalı ve nitelikli olmaması ile bu sorunu zaman içinde gündeme getiren asker ve sivil bürokratları düşman ve monşer gören zihniyetin bir ürünüdür.
Doğu Akdeniz’de MEB paylaşımı yapacak ülkeler; Türkiye, Yunanistan, GKRY, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır’dır. AKP hükümetleri MEB için bugüne kadar bu ülkelerle görüş tümü? Hayır. Ülkemiz Adına bir girişim yaptı mı? Hayır. Hep uyudu. Hatta bu sorunun peşine düşen ve anımsatan Deniz Kuvvetlerimizin personelini zindanlarda çürütüyor.
Bakınız neler yapmış GKRY MEB paylaşımı için Doğu Akdeniz’de. Mısır ile 2003’de, Lübnan ile 2007’de, İsrail ile 2010’da antlaşma yapmış. Adamlar uyumamış ve çalışmış. Ayrıca 2004 yılında GKRY Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adanın tümünü temsilen Avrupa Birliğine katılmış. Bunlar olurken AKP hükümetleri ne yapmış? Duyarsız kalmış, sıfır sorun politikası deyip çıkarlarımızı korumamış, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Rumların Avrupa Birliğine tek taraflı girişine ses çıkarmamış fakat Mavi Vatanın koruyucuları denizcilere balyoz baskını düzenlemiş. Şimdi alelacele, yalap şalap KKTC ile kıta sahanlığı protokolü imzalıyorlar ve yalandan iki firkateyn eşliğinde Piri Reis araştırma gemisini gönderiyorlar.
KKTC tanınması için ne yapmış AKP hükümeti bu güne kadar? Hiç, hatta köstek olmuş. İmzalanan bu protokol komik ve geçersizdir. Rauf Denktaş’ı düşman, Kıbrıs’ta Türk Askeri işgalcidir diyen Yorgo’yu dost gören zihniyetin yapabilecekleri bunlardır ne yazık ki. Ama Allahları var bizim değil ama Arap’ların sorunları ile uğraştılar. Ne diyorsunuz, halkımıza bu MEB işini de yuttururlar değil mi?
Saygılar sunarım.
Türker ERTÜRK, 30 Eylül 2011