Meclis Dezenfekte Edilmelidir!
İktidardaki parti, ABD'deki düşünce kuruluşu CFR'nin memorandumunu tüzükleştirmiş; İktidarın çok önemli bir ismi Anayasa'mızın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ilk dört maddesini "Soruyorum; hangi ülkenin anayasasında böyle ilkel maddeler var?" söylemiyle, sorgulamıştır.
AB'nin, dayatmasıyla bölücü "İkiz Yasalar" TBMM'de yasalaşmış; Vakıflar Yasası ile Lozan yok sayılarak, Atatürk'ün söylemiyle "Fesat Yuvası" tekrar ayağa kaldırılmış; İktidarın başı tam 32 kez "BOP'nin Eşbaşkanı" olduğunu itiraf etmiş; Habur'da, PKK'lı teröristler kahramanlar gibi karşılanmış; Bu teröristler için sınır kapısında "Mobil Mahkemeler." kurulmuş; Meydanlarda, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganı ile alkışlanan zat-ı muhterem vaktiyle şehitleri "KELLE", Öcalan'ı ise "SAYIN" diye tanımlamıştır. Daha da vahim olmak üzere; Türk ordusu hedef olarak kabul edilmiş ve bir "Suç Örgütü" tanımlanmasıyla suçlanmış; Astsubayından Genel Kurmay Başkanı'na kadar emekli ve/veya muvazzaf Silivri ve Hasdal'da esarete mahkum edilmiş; Ulusalcı basın susturulmuş, Ali Kemalci, mütarekeci, küresel çetelerin emrinde bir yandaş basın oluşturulmuş; Cumhuriyet hukuku prangaya vurularak, üstekilerin hukuku oluşturulup, özel mahkeme ve savcılar görevlendirilmiştir. Ve hatta; Atatürk ilke ve devrimleri ve milliyetçi bir nesil yetiştirmek vazifesi Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulu'nun görevleri arasından çıkarılmış; Ordu'nun istihbaratı Amerika'nın insafına terk edilmiştir.
Bu durumdan daha elim ve vahim olmak üzere terörist başı, eli kanlı bebek katili ile müzakereyi bir kenara bırakın, mütareke masasına oturan devlet(!), milletin egemenliğini Öcalan’a da devretmiştir.
Görünen, görünmeyen manzara Türkiye’nin hızla uçuruma yuvarlandığının göstergesidir.
Ders alınmadığı içindir ki, tarih tekerrür etmiş, Sevr çöplükten çıkarılmış ve Türk milletinin önüne konmuştur.
Türkiye’de binaların yıkılmadığı, insanların ölmediği bir deprem olmuş ve tarihte ilk bir Başbakan Türkmen diyarı Diyarbakır’da bir yanında Barzani, diğer yanında ise kendini fasulye gibi nimetten sayan Perver, adeta Kürdistan’ı ilan etmiştir. Türk vatanı, Erdoğan’ın söylemiyle, KÜRDİSTAN’laştırılmıştır.
Bu hal ve vaziyetin tevil götürmez bir şekilde, Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi”ndeki satırlarla örtüştüğü görülmektedir.
“Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. “
Henüz resmileşmese de Türkiye’nin Güneydoğu’ndaki topraklar “Büyük Abi”nin emirleri doğrultusunda adeta Öcalan’a hediye edilmiş ve özekleşmenin adımları atılmıştır.
İktidar tek başına “Kürdistan”ı ilan etmek ilan etmek ve bölücüleri meşrulaştırmak, siyasi figür haline getirmek gibi bir sapkınlığın içinde midir?
Ortadoğu’daki ülkelerin sınırlarının değişmesi ve şehir devletlerinin kurulması küresel çetelerin olmazsa, olmazıdır. Operasyon merkezi elbette CIA ve Pentagon’dur. Ancak CIA ve Pentagon’un karşısında yenilmez bir güç vardır.
20. Yüzyıl’ın başında küresel çeteler Osmanlı topraklarının “etnik kökenler” esas alınarak bölünmesinin, o zamanlar henüz adı telaffuz edilmeyen “DÜNYA HÜKÜMETİ”nin çıkarları doğrultusunda yapılması gereğini savunmuşlardır.
Bu bölünme 18. Yüzyıl’da kurulan İLLÜMİNATİ’nin emridir. 1919’da Avrupa’da, 1921 yılında ise Newyork’ta kurulan CFR ise İllümünati'nin dış çemberinde yer alan ve küresel efendilerin ayak işlerini gören bir örgüttür. İllüminati için milliyetçilik ve vatanseverlik gibi duygular tamamen yok edilmelidir. Yazılı ve görsel basın eliyle insanların beyinlerini kefenleyerek, milli benliğini yok eder. Ulus devletlerin yıkılması için dış çemberde görev alan örgütler ajanlarını görevlendirir. İslam dini ılımlaştırılarak itibarsızlaştırılacak, milliyetçilik, vatanseverlik yok edilecektir. Etnik kimlikler öne çıkarılacaktır. Hedef Dünya Devleti'dir. Daha doğrusu daha çok para, daha çok kan, daha çok cinayettir. Sayısı 200 civarında olan ulus devletlerin bölünerek, Yahudi Mason kuruluşların emrine verilmesi şarttır. Türkiye'nin girmek için bin bir takla attığı NATO, küresel çetelerin silahlı işgal örgütüdür. "Türkiye NATO toprağıdır." diyenler ise bu kuzu maskeli işgalcinin ekmeğine yağ sürmektedir. Ancak Hem de elini kolunu sallaya, sallaya. Çünkü karşılarında onlara “DUR” diyecek bir güç yoktur. Türk askeri iktidar tarafından kışlalarına hapsedilmiştir. 35.Madde değiştirilerek “Türk yurdu”nu koruma görevi de ellerinden alınmıştır.
PKK ile savaşan kahraman askerlerimiz, teröristler için değiştirilen hukuksuzlukla yargılanarak, zulüm hanelerde esarete, mahkum edilmiş ve askere “PKK’ya müdahale etmeyin” emri verilmiştir.
Aslana ini zorla terk ettirilmiş ve meydan çakallara bırakılmıştır. Ancak o çakal sürüsüne haddini bildirecek güç Türk milletinin damarlarında mevcuttur.
Hakkari’den bir yüzbaşının Sabahattin Önkibar’a yazdığı mektup ise bir ibret vesikasıdır. Kartalların kanatları kesilmiş, leş kargaları zafer çığlıkları atmaktadır.
“ Sabahattin Bey;
Mektubumu size Hakkari'den değil bir yakınım aracılığı ile İstanbul'dan postaya verdirdim zira hainleri izlemesi gereken devletim ben ve benim gibi görevi bu vatan için ölmek olan subayları izlemekle meşgul... Sabahattin Bey kahırla yazıyorum Hakkari PKK'ya terk edilmiştir. Türk subayı, askeri ve polisi yoğun güvenlik önlemleri olmaksızın Hakkari
sokaklarında artık yürüyemez durumdadır. En vahimi Hakkari esnafı örgütün baskısı ile askere-polise mal satmıyor, lokantalar yemek servis etmiyor ve bütün bunlar basına yansımıyor... Bölgede De facto olarak (fiili) yaygın ifade ile paralel Kürt devleti kurulmuş ve Kürdistan'ın ilanına gün sayılmaktadır.
Sabahattin Bey böyle bir durumda bize verilen emir ise "Aman örgütle karşı karşıya gelmeyin, aman onları tahrik etmeyin" şeklindedir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin şanlı ordusu Güneydoğuda kahırla yazıyorum mağlup ya da teslim olmuş bir ordu durumuna düşürülmüştür. Bırakın PKK'ya karşı operasyona çıkma serbestisi, kışlalarımıza ve karakollarımıza yapılan taciz ateşlerine bile karşılık vermemiz yasaktır.
Bir başka hadise sizin televizyondaki ifadenizle barut kokan kahraman komutanlarımızın esir alınmasının TSK içinde yarattığı travmadır ki pek çok subay emekliliğini düşünür durumdadır.”
“Bölgede De facto olarak (fiili) yaygın ifade ile paralel Kürt devleti kurulmuş ve Kürdistan'ın ilanına gün sayılmaktadır.”
Yüzbaşı’nın mektubunda yer alan yukarıda tekrarladığımız cümle, “tek devlet, tek bayrak, tek vatan” yalanını diline dolayan siyasetçilerin suratına indirilen bir şamardır. Misak-ı Milli sınırları içinde henüz yasal olarak ilan edilmeyen bir devletin varlığı dile getirilmektedir. Henüz anayasaları, meclisleri ve adlarına basılmış paraları yoktur. Asayiş, kolluk kuvvetleri adı altında PKK takviyeli bir ordularının olduğu da bilinmektedir. Onlar hallerine bakmadan Hasan Dağı’na oduna gitmeye kalkışmışlar, iktidardan aldıkları ödünlerle devletçilik oynamaya başlamışlardır.
17-Kasım’da çakallar gene TBMM’de ulumuşlar, kendilerini “K…….. milletvekili” olarak betimlemişlerdir. Üstelik içlerinden biri densizliğin zirvesine tırmanmış ve Türk ordusunu “köyleri yakıp, yıkmakla ve halklarını(!) katletmekle” suçlamıştır.
Bütçe görüşmelerinin ardından o kokuşmuş sözcük defalarca kullanılmış ve bölücü ifadeler ayyuka çıkmıştır. TBMM’nin kirletildiği aşikardır. Gazi Meclis’in, dezenfekte edilmesi şarttır.
Temizleyici olarak kullanılacak ilacın adı da, markası da bellidir. Milli irade…
Türk milleti azim ve kararını “TAM İSTİKLÂL”de birleştirdiği gün, -ki o gün gelmiştir- TBMM böceklerden, işbirlikçilerden, tatlı su solcularından, sosyalist enternasyonalcilerden, sahte Müslümanlardan, rozet Atatürkçülerinden, rantçılardan ve alaca karanlık aydınlarından temizlenecektir. Bu temizlik gerçekleşecektir. Çünkü yadsınamaz bir gerçek gözümüzün önünde durmaktadır. Bağımsızlık Savaşı… Milletin azim ve kararı, TBMM’deki bu rezil işgale derhal son verecektir.
“BİR ULUS VARLIĞINI VE BAĞIMSIZLIĞINI SAĞLAMAK İÇİN DÜŞÜNCE SINIRLARINI AŞAN GİRİŞİMLER VE FEDAKÂRLIKLARDA BULUNDUKTAN SONRA BAŞARILI OLUR. YA BAŞARILI OLMAZSA DEMEK, O ULUSUN ÖLMÜŞ OLACAĞINA KARAR VERMEKTİR.” Mustafa Kemal Atatürk
Çare “YA İSTİKLÂL-YA ÖLÜM” şiarıdır.
Figen ÖZEN, 18 Aralık 2013