Mehmet Âkif İstismarı ve Gerçekler...
Akif'in Kemiklerini Sızlatmak
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları her şeyi kullanır hale geldi. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı yandaşlar için artık milli bayramlar, Cumhuriyet dönemine damga vurmuş önemli kişilerin doğum ve ölüm yıldönümleri Atatürk ve Cumhuriyet'e saldırmak için bulunmaz fırsat günleri!..
Örneğin, geçtiğimiz günlerde (27 Aralık) Cumhuriyet tarihine damga vurmuş isimlerden Mehmet Akif Ersoy'un 76. ölüm yıldönümüydü. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Mehmet Akif'in ölüm yıldönümünde Akif'e bir Fatiha okumak yerine Akif üzerinden Atatürk'e ve Cumhuriyet'e saldırmaya çalıştılar. Hep yaptıkları gibi "resmi tarih yalan söylüyor" iddiasıyla kendi günyüzü görmemiş yalanlarını sıraladılar tv ekranlarında gazete köşelerinde... Yine tarihi çarpıttılar arsızca... Yine gerçeği eğip büktüler fütursuzca... Yine din istismarı yaptılar Allah'tan korkmadan...
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Atatürk Şapka Devrimi'ni yapınca buna çok bozularak (!) Mısır'a gitmiş. Yani bir anlamda Atatürk'ün çağdaş Türkiye'sinden kaçmış!
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Cumhuriyeti benimsememiş, devrimleri eleştirmiş!
Neymiş efendim! Atatürk Mehmet Akif'ten hoşlanmazmış! Hatta Akif'in mezarının ziyaret edilmesini yasaklatmış!
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Mısır'da yaptığı Türkçe Kuran tercümesinin namazda okutulacağını düşündüğü için bu tercümeyi yakmış!
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Atatürk'ten hiç hoşlanmazmış! Hatta nefret edermiş!
gibi daha onlarca iddia/yalan saçtılar ortaya Akif'in 76 ölümyıldönümünde... Çok bilmiş tavırlarla, türlü akıl oyunlarıyla, laf kalabalıklarıyla inandırmaya çalıştılar Müslüman Türk insanını bu yalanlarına...
(Onlar Türkiye Cumhuriyeti'nin iki ortak değeridir).
Kuvvacı Din Adamları Gibi
Her şeyden önce Mehmet Akif'i, Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul'da kalıp bir taraftan maaşlı bir işte çalışıp, diğer taraftan risaleler (küçük kitap) yazan, Kurtuluş Savaşı bittiğinde, 1922 yılında Ankara'ya gidip milletvekillerini "dinsizlikle" suçlayarak onları namaza çağıran bildiriler dağıtan bazı Nursuzlarla karıştırmamak gerekir!
Çünkü;
Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı'nın en buhranlı döneminde, 1920 yılında Ankara'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır.
Atatürk'ün bütün din adamlarından, hatiplerden, aydınlardan istediği gibi Anadolu'yu dolaşarak halkı Kurtuluş Savaşı'na katılmaya çağırmıştır. Kastamonu Nasrullah Camii'nde yaptığı konuşma çoğaltılarak elden ele dağıtılmıştır.
Bu arada I. Meclis'te Burdur milletvekili olarak görev yapmıştır.
On gün aralıksız çalışıp yazdığı İstiklal Marşı için kendisine verilen para ödülünü geri çevirmiştir.
Özetle Akif, Kurtuluş Savaşı'nda "Ya istiklal ya ölüm!" diyen Atatürk'ün yanındadır. Savaştan sonra "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın" demiştir.
...
(Akif’in eşi İsmet Hanım, Oğlu Emin Bey ve Kızı Feride Hanım)....(Akif oğullarıyla birlikte)
Akif, "Resim yapmak günah" diyen bizim cahil softalara inat, kızı Suat'a, Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'dan resim dersleri aldırmıştır.
Akif, Müslüman Türk toplumunun gelişim dinamizmini engelleyen eski geleneklere de karşıdır. Örneğin 1936 yılında Emine Abbas Hanım'a yazdığı bir mektupta müzik hakkında şunları şöyle demiştir: "Paris'teyken dünyanın en büyük sanatkarlarını dinlediniz. Ne mutlu size. Bendeniz son zamanlarda hanende musikisinden adeta iğrenir gibi oldum". Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının Cumhuriyete, devrimlere karşı olduğunu iddia ettiği Akif, görüldüğü gibi Batı musikisine özlem duymakta "hanende musikisi" diye adlandırdığı Alaturka musikiden ise "iğrenir gibi" olmaktadır. Akif de Atatürk gibi Alaturka musikiden "Uyuşturucu negamet" diye söz etmiştir.Şu beyit Akif'indir:
"Ne musikimize girmiş uyuşturur negamet
Ne şiirimizden olur tarumar fikr-i hayat"
Bir dönem (sadece 6 ay) kulakları çok sesli Batı musikisine alıştırmak için Alaturka muski çalınmasını yasaklayan Atatürk'ü "gelenek" ve hatta "din düşmanı" olarak adlandıran Karşı devrimci softalar,Akif'in Alaturka musikiden "adeta iğrendiğini" öğrendiklerinde Akif'e de "gelenek" ve "din düşmanı" derler mi? Ne dersiniz?
Özetle: Akif, Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki "çağdaşlaşmacı" devrimlere de karşı değildir. Onun karşı olduğu bazı yanlış uygulamalardır.
Atatürk'ün Akif'e Verdiği Görev
Mehmet Akif, 1925 yılında Şapka Devrimi'ne karşı olduğu için değil, Atatürk'ün ve TBMM'nin kendisine verdiği Kuran'ın Türkçe'ye tefsiri ve tercümesi görevini rahat bir şekilde yerine getirmek için Mısır'a gitmiştir. Bu görevi için TBMM kendisine özel bir tahsisat da ayırmıştır.
Aslında Akif daha Kurtuluş Savaşı'ndan önce Mısır'a gitmek istemiştir. Ancak Ankara'ya gidip Kurtuluş Savaşı'na katılınca bu yolculuğunu savaş sonrasına ertelemek zorunda kalmıştır.
Akif, ilk olarak 1923 yılında Abbas Hilmi Paşa'yla Mısır'a giderek 7 ay kalmıştır.
Akif, 1924 yılında Türkiye'ye geri dönmüştür.
Akif, 1924 yılının sonunda ikinci kez Mısır'a gitmiştir.
Akif, 1925 Mayıs'ında bir kere daha Türkiye'ye dönmüştür.
Akif, üçüncü olarak Eylül 1925'te Mısır'a gitmiştir. Bu seferki gidişinin nedeni de Şapka Devrimi'nden kaçmak değil, Atatürk'ün, TBMM'nin onayıyla kendisine verdiği KURAN'I TÜRKÇEYE TEFSİR ve TERCÜME ETME görevidir. Akif burada ayrıca "Selahaddin-i Eyyübi" adlı manzum bir piyes yazmayı da planlamıştır.
Görüldüğü gibi Akif, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının iddia ettiği gibi 1925 yılındaki Şapka Devrimi'ne karşı olduğu için Mısır'a gitmemiştir.O daha önce iki kez gittiği Mısır'a 1925'te üçüncü kez gitmiştir. Gidiş nedeni ise bir kaçış değil, hem kendi projesini hem de kenidisne verilen görevi yerine getirmektir.
Akif: "Yaptığım Tercüme İçime Sinmedi"
Akif, Mısır'da Kuran tefsir ve tercüme işine giriştiğinde, bu işin düşündüğünden çok daha zor bir iş olduğunu anlamış, Kuran'ı bir şair olarak kendisinin hakkıyla Türkçeye tercüme edemeyeceğini hissetmiştir. Akif, yakınlarına yaptığı tercümeyi beğenmediğini, Kuran'daki ifadelerin tam karşılığını tercümeye yansıtamadığını, kısacası çeviriyi hakkıyla yapamadığını açıklamıştır. Akif, 1931'de daha önce yapıp gönderdiği tercümeleri geri istemiş, aldığı avansı da geri vermiştir.Meali soranlara, daha eksikleri olduğunu, üzerinde daha çalışılması gerektiğini, kendisini tatmin etmeyen bir eserin başkalarını da tatmin etmeyeceğini belirtmiştir. Son hastalığında, "İyi olursam getirir, üzerinde meşgul olurum. Belki o zaman basılabilir" demiştir.
Atatürk döneminin tanıklarından din adamı Ercüment Demirer, Mehmet Akif'in Kuran tefsir ve tercümesinden neden vazgeçtiğini şöyle ifade etmiştir:
"Mehmet Akif yazdığı tesfiri noksan yaptığını, tam karşılığını veremediği düşüncesine kapılarak yırtmıştır. Nitekim bize, 'Kuran'ı istediğim şekilde tesvir edemedim' demişti. Mehmet Akif Kuran'ın sadece ölüler için okunan bir kitap olmadığını iyi bilenlerdendi. Buna işaretle manzum oalrak şöyle söylemiştir:
'Açarız nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz, ölünün toprağına,
İnmemiştir hele Kura, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için"
Atatürk, Akif'in Kuran Tercümesinin Peşinde
Akif, Kuran tefsir ve tercümesini hakkıyla yapayamaycığını düşünse de Atatürk, Akif'in bu görevin üstesinden geleceğine hep inanmıştır. Bu nedenle de Akif'in Kuran tercümesinin izini sürmüştür. Bu doğrultuda tercümeyi bulmak için Mısır'a adam göndertmiştir. Kazım Taşkent'in tercümeyi bulmak için Mısır'a gönderdiği adam Akif'in tercümeyi emanet ettiği Mısırlıyı bulmuş, ancak Mısırlı onu yaktığını söylemiştir.
Bunun üzerine Atatürk bu sefer de hakkı Tarık Us'u Mehmet Akif'le görüşmeye göndermiştir. Tarık Us Akif'e gidip, "Atatürk'ün tercümeyi istediğini" söyleyince Akif yaptığı tercümeleri Mısır'da birisine verdiğini, onun da başka birine verdiğini, ancak zaten yaptığı tercümeyi beğenmediğini, eğer iyileşirse yeniden bir cüz yaparak onu Atatürk'e takdim edeceğini, Atatürk beğenirse tercümeye devam edeceğini belirtmiştir. Hakkı Tarık Us, bütün ısrarlarına rağmen mevcut tercümenin nerde ve kimde olduğunu öğrenememiştir.
Asaf İlbay bu konuda Atatürk'ün şöyle dediğini aktarmıştır:
"Şair Akif'e Kuran tercüme edilmesi vazifesi verildi ve kendisine 10.000 lira gönderilmiş olduğu halde bugün yarın diye işi uzatmakta ve nihayet tercümeyi güya meçhul bir adrese göndermiş olduğu cevabını vermektedir."
Atatürk, adeta bıkıp usanmadan Akif'ten tercümeyi istemiş ve her şeye rağmen Akif'in 1936 yılına kadar tercümeyi bitirip kendisine teslim edeceğini düşünmüştür. Ancak bu beklentisi sonuçsuz kalmıştır. Bu durum Atatürk'ün Akif'e kırılmasına neden olmuştur.
Karşı Devrimci softalar, bu gerçekleri bilerek veya bilmeyerek Akif'in yaptığı Kuran tercümesinin namazda okutulacağını düşünerek tercümeyi yaktığını iddia etmişlerdir. Ancak bu iddia tamamen bir yakıştırmadır. Nitekim bugün tercümenin önemli bir bölümü bulunmuş, böylece yakılmadığı kesin olarak anlaşılmıştır. Ayrıca Akif, gerçekten de Kuran'ın Türkçe tercümesinin namazda okutulacağını düşündüyse bu düşüncesinde yanıldığı çok açıktır. Çünkü bilindiği gibi Akif'in yapamadığı/yapmadığı Kuran'ın Türkçeye tefsir ve tercümesini Atatürk, TBMM'nin onayıyla Elmamlılı Hamdi Yazır'a yaptırmıştır.Yazır'ın yaptığı tercüme de o hiçbir zaman namazda kullanılmamıştır.
Karabekir'in Çarpıtması ve Gerçek
Kazım Karabekir, Atatürk'le görüş ayrılığına düşüp, İzmir Suikasti nedeniyle İstiklal Mahkemesi'nda yargılandıktan sonra kaleme aldığı kitaplarında doğru yanlış, belgeli, belgesiz Atatürk'ü alabildiğince eleştirmiştir. Karabekir'in bu eleştirileri (!) arasında, Atatürk'ün, "Açakça uydurulmuş, bana yapıştırmak istiyor" diye çok sert bir biçimde "yalan" olduğunu ifade ettiğii "iftrialar" da vardır. Örneğin Karabekir, "Atatürk'ün Kuran'ı bazı İslamlık aleyhtarı kimselere tercüme ettireceğini " yazmıştır. Ancak bilindiği gibi Atatürk, Kuran tefsir ve tercüme işini "İslam düşmanı" kişilere değil, bu işi en iyi şekilde yapabilecek kişilere, önce Mehmet Akif'e, sonra Elmalılı Hamdi Yazır'a vermiştir. Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır'ın yaptığı Kuran tercümesi bugün hala aşılabilmiş değildir. Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır "İslam düşmanı" olmadığına göre Karabekir'in gerçekleri çarpıttığı çok açıktır.
Akif: "Allah Benim Ömrümden Alsın Mustafa Kemal'e Versin"
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Karşı devrimci softalarca neredeyse "Atatürk düşmanı" olmakla itham edilen Mehmet Akif', Mısır'dan Türkiye'ye döndüğünde Atatürk hakkında aynen şunları söylemiştir:
"Mısır'da onbir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydımartık çıldırırdım. Sana halisane (gerçek) bir fikrimi söyleyeyim mi: İnsanlık da Türkiye'de milliyetçilik de Türkiye'de Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. ALLAH BENİM ÖMRÜMDEN ALIP MUSTAFA KEMAL'E VERSİN" (Akif'in böyle bir söz söylemediğini iddia edenlere yanıt için bkz.)
Akif'in Sıkıntıları
Bu gerçeklere karşın Akif'in Cumhuriyet döneminde bazı sıkıntılar çektiği de doğrudur. Yukarıda görüldüğü gibi Akif, Atatürk'ü "ona ömrünü verecek kadar" çok sevmektedir. Atatürk de özellikle Kurtuluş Savaşı sırasındaki katkıları, İstiklal Marşı'nı yazması, bağnaz bir İslam anlayışına sahip olmaması gibi nedenlere Akif'i çok taktir etmiştir. Böyle olduğu için Kuran'ın Türkçeye tefsir ve tercüme işini herkesten önce ona vermeyi doğru bulmuştur. Ancak Akif'in bir türlü bu işi tamamlayamaması Atatürk'ü Akif konusunda biraz hayal kırıklığına uğratmıştır. Atatürk, çok önem verdiği KURAN'IN TÜRÇEYE TERCÜME İŞİNİ yarım bıraktığı için 1930'larda Akif'e kırgındır, ancak -bizim Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddia ettikleri- gibi Atatürk hiçbir zaman Akif'in mezarının ziyaret edilmesini yasaklamamış, Akif'i küçülten hiçbir açıklama yapmamış, hiçbir zaman Akif'e düşmanlık beslememiştir. Cumhuriyet'in Atatürk'lü yıllarında Atatürk'ün çevresindeki bazı isimler bile Atatürk'ü maalesef doğru anlayamamışlardır. Örneğin, Falih Rıfkı Atay, "Çanka"sında Laikliğin "dinsizlik" olarak algılandığını yazmıştır. Böyle bir ortamda dinsel hassasiyetleri yüksek Akif'in unutulduğu doğrudur. Ancak bu işin sorumlusu Atatürk değil, Atatürk'ü ve devrimi doğru anlamakta zorlanan yöneticilerdir. Nitekim bu yöneticilerin Atatürk öldükten sonra izledikleri politikalar, Atatürk'ü hiç ama hiç anlamadıklarını göstermiştir.
Atatürk'ün Rıfat Börekçi, Fevzi Çakmak gibi dinsel hassasiyetleri yüksek dostlarının olduğu da düşünülecek olursa Atatürk'ün dinsel hassasiyetlerinden dolayı Akif'i dışladığı iddiası da yerle bir olmaktadır.
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına son bir hatırlatma: Gerçek bir Müslüman, gerçek bir vatansever, büyük bir şair olan Mehmet Akif sirozdan vefat etmiştir.Çünkü siroz hastalığının tek nedeni alkol değildir. Doktor raporlarına göre sirozdan vefat eden Atatürk'e "ayyaş" damgası yapıştıran softalarımız, "dindar" diye sahip çıktıkları Akif'e ne diyecekler acaba? Akif'e de sirozdan öldüğü için "ayyaş" derler mi bilemem ama içlerinde Akif'e "p...k" diyebilecek kadar alçalanların olduğunu biliyorum.
Not: Bu konunun ayrıntıları, kaynakları için bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikayesi", 4. bas, İstanbul, 2012, s. 673-679
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının yalanlarına yanıt vermeye devam edeceğim.
Sinan MEYDAN / 28 Aralık 2012, sinanmeydan.com.tr