"Memleketin Dahilinde İktidara Sahip Olanlar…"
1921 Anayasası'ndan başlayarak tüm anayasaları incelediğimiz takdirde, ortak bir hüküm dikkat çekmektedir. Bu ortak hüküm 1921 Anayasası'nın 1. Maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir.
Kanun: 85- Madde/1: Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare esasına müstenittir.
Yıl 1921'dir ve henüz Bağımsızlık Savaşı, Türk'ün utkusu ile sonuçlanmamış ve cumhuriyet resmen ilan edilmemiştir. Ancak 1921 Anayasası'nın 1. Maddesi'nde, "İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare esasına müstenittir" denmektedir.
Bu hüküm, aslında cumhuriyetin açıkça ilanıdır. Milletin kayıtsız şartsız egemenliği, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında açıkça vurgulanmıştır.
Bu hükmün yanı sıra, devletin şeklinin cumhuriyet olduğu, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, Ankara'nın başkent ve Türk bayrağının değişmezliği, tüm anayasaların ortak ve değişmez maddeleridir.
1924 Anayasası devrimci bir anayasa olup, yargı bağımsızlığını da hükme bağlamaktadır.
61 Anayasası'nda ise "Egemenliğin kullanılması, hiç bir surette belli bir kişiye, zümreye ve sınıfa bırakılamaz." denmektedir.
Ancak 12 Eylül referandumu ile yargı doğrudan, doğruya iktidarın yapılandırdığı hatta yön verdiği, bağımsızlığını yitirmiş bir kurum haline gelmiştir. Adaleti simgeleyen kadın heykelinin gözündeki eşitliği ve adaleti sağlayan bant yok edilmiş, elindeki terazinin kefesine ise, iktidarın buram, buram haksızlık ve faşizm kokan olmayan hukuku konmuştur. Artık yargı hakkı, Türk milleti adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılamamaktadır. Özel yetkili mahkemeler, doğrudan doğruya en başta Silahlı Kuvvetler'in ve ardından Cumhuriyet'in başını koparmak için, giyotin görevi görmektedir.
Milletin anayasal güvence altına alınmış egemenliği ilk önce Roma'da 29 Ekim 2004'te AB Anayasa'sı imzalanarak, emperyalist Avrupa'ya, günümüzde ise KHK'ler ile doğrudan doğruya tek bir kişiye, Başbakan'a devredilmiştir.
Hal böyle iken, TBMM'de grupları olan tüm partilerin üye verdiği, adına ne derseniz deyin, Uzlaşma veya Hazırlık Komisyonları yeni ve sivil anayasa için çalışmalara başlamıştır.
Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri'ne savaş ilan edip, PKK ile müzakere masasına oturanlar, anası bölünme, babası ise emperyal patron ABD olan bu veledi zina için, 4 Haziran 2003'de TBMM'de yasalaşan "İkiz Yasalar" döşek olarak kullanılmış ve beyni ancak salata yapmaya yarayacak işbirlikçi takım da kollarını sıvamıştır.
Görsel ve yazılı medyada boy gösteren emperyal boğalar tarafından suni aşılama döllenmiş onun, bunun çocukları satılık kalemleri ile, çoğulcu demokrasi, 2. Cumhuriyet, sivil anayasa gibi söylemlerle milletin aklını bulandırmaya devam etmektedirler.
Komisyonlara üye gönderen partiler ise, bu veledi zinanın doğumu için kaynatılmak için yakılacak ateşi yelpazelemektedirler.
Birilerinin talimatları doğrultusunda, Türk'ün son yurdu Anadolu elinden alınmak ve Cumhuriyet'in kurucu felsefesi gömülmek istenmektedir.
Turgut Özal'ın en büyük ideali "Anadolu Cumhuriyetleri Federasyonu"nu ilan etmek ve bu federasyonun başkanlığına soyunmaktır.
Turgut Özal'ın himayesinde gerçekleşen Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı 19 Aralık 1992'de Ankara'da yapılmıştır.
Bir Refah Partisi milletvekili ise, "Türkiye'nin Güvenliği ve Bütünlüğü Açısından Moral Değerler" konulu bir sunum yapmıştır.
Bu milletvekiline göre;
*Türkiye'de sistem bunalımı vardır.
* Bu sistem, halkına zıt, halkı ile barışık olmayan, ona düşman olan bir sistemdir.
* 70 senedir uygulanan bu sistem, bizi bugün ülkenin bütünlüğünü konuşma noktasına getirmiştir.
*Türkiye'nin bu resmi ideolojisinin tabiî karakterleri, bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı..
Şimdi bu milletvekilinin söylediklerine biraz ara vererek, söylediklerini biraz irdeleyelim. Sunum yapan milletvekilinin iddialarına göre, halkıyla barışık olmayan, halkına düşman olan sistem Cumhuriyet'tir. altı slogan ise Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet politikasını belirleyen ilkelerdir. Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve DEVRİMCİLİK... 1937 yılında çıkarılan bir yasa ile ilkeler, 1924 Anayasası'na eklenmiş ve böylece anayasal hükümlülük kazanmıştır.
Bu ilkeler Bağımsızlık İhtilâli sesini tüm dünyaya duyuran Milli Türk Devrimi'nin içinde doğmuş, aklı, bilimi, mantığı dayanak kabul etmiş, çağdaş uygarlığı hedef gösteren ilkelerdir.
Altı ilkenin öngördüğü politikalar her şeyden önce milletin kayıtsız şartsız egemenliğini, ulus devleti, tam bağımsızlığı ve devlet politikalarında akıl ve bilimi kabul eden "MİLLİ" duruşu işaret etmektedir. Refah milletvekilinin söylemiyle asla halka zorlama olarak dayatılmamıştır ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkından oluşan Türk milleti tarafından kabul görmüş ve özümsenmiştir.
Ancak bu özümsenme daha sonraları emperyal amcalar ve "Büyük Abi"ler ve onların işbirlikçileri, dinci takımı tarafından bıkmadan ve sabırla yapılan çalışmalar neticesinde halktan koparılmış ve sadece bir zümreye ait olduğu iddia edilmiştir.
Şimdi ikbali gittikçe yükselen Refah Partisi milletvekili zat-ı muhteremin söylediklerine devam edelim.
*Tek parti devrinden kalan zihniyetin değişmesi gerekir. Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden birisi de laiklik ilkesidir.
* Milliyetçilik, Türkçülük şeklinde alınmış ve ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. "Ne Mutlu Türk'üm.." lafını her yere yaza, yaza Türkiye ilkel bir hale dönmüştür.
*.... Bu açıdan 2. Cumhuriyet ve Yeni Osmancılık kavramlarının tartışılması son derece sağlıklı...
Bu milletvekilinin söylemlerinden sezilen en büyük yanılgı, Cumhuriyet rejimini halka düşman bir sistem olarak kabul etmesidir. Hatta bu zat-ı muhterem için Türklük kavramı hiç önemli değildir ve milliyetçilik ise ilkelliktir.
2. Cumhuriyet ve Yeni Osmancılık düşüncesi ile vatandaşlık bilincinin farkında olmadığını ve bunun yanı sıra özü kulluğa dayalı ümmetçiliğin bayraktarlığını yaptığı da görülmektedir.
Daha önce de yazmıştım, ben garip bir hatunum, tüm kır çiçeklerini seven ben gülü sevmem diye...Tuhaf bir çiçektir gül. Nereye ekerseniz orada biter. Üstelik AB'nin arıları tarafından döllenir, renk değiştirir. Bir bakarsınız, Kuzey Afrika'dan esen SOROS'cu, Amerikancı kanlı devrimlerin (!) rüzgârı ile rengi turuncuya, sarıya, pembeye dönüşür. Bir türlü kırmızı-beyaz olmayı beceremez.
864 rakımlı tepeye zorla aşılanan gül, ithal suni gübrelerle tutunmaya çalışır. Kısacası gül dünü ile bugünü ile aynıdır. Bilmem 1992'de bugünkü iktidarın "olmazsa olmazı" ilan edilen anayasanın şifrelerini açıklayan Refah Partisi milletvekili, bu zat-ı muhteremin ismini zikretmeye gerek var mı?
Her zaman okuyan yazandan, arif gerektir!...
"Türkiye Türklerindir demek yanlıştır. Türklük bir alt kimliktir." Bu müthiş öngörü (!) ise Sn. Eşbaşkan'a aittir.
Al birini, vur ötekine!..
Üzerinde çalışılan anayasa taslağı ile yapılmak istenen Türkiye'yi Türklerin elinden alıp, emperyalizmin uşaklığını yapanlara teslim etmektir. Türk yok edilecektir.
Bu anayasa taslağı ABD-AB- AKP-BDP-PKK- Öcalan-KCK işbirliğinin ve Oslo görüşmelerinde PKK'ya verilen sözlerin ürünüdür.
Bu anayasa taslağı BOP'nin ve hâlâ gözü Türk'ün son yurdunda olanların işgal projesidir.
O halde?.. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni okuyunuz ve deyiniz ki...
...İşte bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifem , Türk istiklâl ve Cumhuriyet'ini kurtarmaktır! Muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil kanda mevcuttur.
O zaman görevi devr almanın, damarlarımızdaki asil kanı harekete geçirmenin, mücadele etmenin, şuralar kurarak milli direniş bayrağını göndere çekmek için, harekete geçmenin tam zamanıdır.
Malum "... memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, delâlet ve hatta hıyânet içinde bulunabilirler."
Figen ÖZEN, 26 Ekim 2011