MEMLEKETİN SAHİPLERİ
‘N’olacak bu memleketin hali ?’ diye sorduktan sonra ‘Bu memleketin sahibi yok mu ?’ diye ekleyegelmişizdir.
Memlekete sahip aranır da, yanıt olmaz mı ?
Kimi ordu diyebilir, kimi büyük sermaye..
Kiminin gönlünde bir siyasal parti yatar, kimi de bir ‘lider’ arar.
Hindistan’da ‘aga takımı’ndan birine ‘zimamdar’ denilmezse dönüp bakmazmış.
İngiltere’de ve Amerika’da hala ‘Sir’ değişmez hitap şeklidir.
Bize en yakını ise Mısır. Mısır’da ‘ya sahip’ ya da ‘ya malik’ diye başlanır söze.
Adamlar ‘sahipleri’ni bulmuşlar bir bakıma.
Fransız düşünür Gabriel Bonnot de Mably (1709-1785) ise « La France ne vous appartient pas, c’est vous qui lui appartenez » diyordu ‘Devrim’ yıllarında. Fransa size ait değildir, (asıl) siz Fransa’ya aitsiniz.
Kimse Fransa’ya ‘sahip çıkmaya kalkmasın’, ‘ya Fransa ait olduğununuzu kabul edersiniz, ya da sesinizi kesin’ de demek istemiş olmalı.
Peki burada ‘Fransa’yla anlatılmak istenen neydi ?
Önce ‘Vatan’, ama aynı anda ‘Cumhuriyet’ ve aynı anlam ve bağlamda ‘Ulus’.
Artık Nicolas Machiavel (1469-1527)’in ‘Prens’i yoktur, ‘memleketin sahibi’ olan. Egemenlik ‘kayıtsız koşulsuz’ ulusa geçmektedir.
Egemenliğin ulusa ait olduğu yerde, memlekete sahip aranmaz, ancak o ‘ulus’a ‘ait olup olmamak’ tartışılabilir.
Ya ulusa ait olduğununuzu içinize sindirecek ve ‘memleketin sahibi’ olmayı kabullenecek , ya da memleketin bir herhangi bir yerini ‘ele geçirip’ orada ‘özel mülkiyet’inizi kurma mücadelesi vereceksiniz demektir.
Orası ‘Devlet’ de olabilir, ‘Vatan toprağı’nın bir bölümü de.
Yani bir kez ‘sahiplenme’yi önyargı olarak benimsemişseniz, sizin için artık ‘Vatan’ kavramı da boştur, ‘Devlet’ kavramı da.
‘Cumhuriyet’in de içi boşaltılmış olur, ‘Ulus’un ve ‘Ulusal egemenlik’in de…
Oysa ‘ulusa ait olmak’, ‘ben’ yerine ‘biz’ anlayışını benimsemek demektir.
Böylece ‘Devlet’de ‘bizim’ olacaktır, ‘Vatan’ da ‘bizim’.
Gitmesek de gelmesek de o ‘köy’ de bizim olacaktır, öbür kent de..
Onur da ‘bizim’ olacaktır, tarih de.
Ve ‘Ulusal onur’unuza bir saldırı, tarihinizi bir ‘aşağılama’ sözkonusu olduğunda ‘hep birlikte’ karşılık vermek durumunda olacaksınız demektir.
‘Bir’lik ancak o zaman bir anlam kazanacaktır, ‘beraberlik’ gerçek..
Soruyu doğru soramazsınız yanıt da ‘anlamsız’ olur.
‘Bu memlektin bir sahibi yok mu ?’ diye sormak ya da ‘sahip kim’ diye aranmak yerine ; ‘bu memleketin sahibi ben’im, ‘biziz’ demek diyerek başlanmalıdır ‘akılyürütme’ye.
Şu ‘soykırım’ yalanına gelindikte.
Kim ki, bu yalana karşı çıkmıyorsa o ‘biz’den olamaz.
Onda ‘vatan’ kavramı, ‘ulus’ bilinci, ‘cumhuriyet’ ideali olmaz.
Ondan ‘sağcı’ ve hele ‘solcu’ hiç olmaz.
‘İnsan’ olması bile kuşkuludur.
Bu konuyu ileride yeniden ele alacağım.
Ancak yazıyı ‘somut’ ve ‘sıcak’ bir örnekle bitirmek isterim :
Komşumuz Yunanistan da politik yelpazenin ‘en sağ’ ve ‘en sol’ uçlarını temsil eden iki parti genel seçimlerde başarı sağlayarak bir ‘hükumet’ kurdular.
Yunanistan halkı, en çok üyesi oldukları Avrupa Birliği devletleri tarafından ‘ulusal onur’ları çiğnendiği savıyla bu ‘uç’ patilere oy vererek, sözde ‘sağcı’ ve sözde ‘solcu’ partileri parlamentodan uzaklaştırdı.
Önce ‘ulusal egemenlik’ dediler.
Ne de olsa devrimde yüzyıl önde idiler (Yunanistan 1820’ler, Türkiye 1920’ler).
Ancak tarih hızlanmıştır.
Yüzgün sonra yapılacak genel seçimde, Türkiye’de önce ‘ulusal egemenlik’ diyenler kazanacak gibi görünmektedir.
Böylece memleket de gerçek sahibibini bulmuş olacaktır.
Habip Hamza Erdem