MİKROPLAR DEVLETİN TEPESİNE NASIL YERLEŞİR? / MİTHAT AKAR

Üniversiteli Gençler Burada Yazıyor

MİKROPLAR DEVLETİN TEPESİNE NASIL YERLEŞİR? / MİTHAT AKAR

İletigönderen mithat akar 1923 » Çrş Ağu 03, 2016 21:30

MİKROP VE ANTİKOR

Vücut Antikor Üretmezse

Metabolizma (yapım yıkım), canlıda yaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşen tüm kimyasal tepkimelerdir. Her organizma, büyüme, gelişme, ısı, hareket, üreme gibi yaşamsal etkinlikleri sürdürebilmek için dış çevreden bazı maddeler ve enerji almak zorundadır. İnsanların ve diğer canlılarda vücut metabolizması, antikor üreten bir sisteme sahiptir.

Şimdi de antikoru açıklayalım: Antikor, Hastalığa neden olan etkenleri zararsız duruma getirmek için vücudun çıkardığı maddeye verilen addır. Daha açık bir biçimde ifade edecek olursak, Mikrop veya herhangi bir yabancı madde vücuda girdiğinde, vücut otomatik olarak bu maddeleri yok etmek için koruyucu maddeler imal eder. İşte bunlara “ Antikor ” denir.

Vücuda aşı yolu ile zayıflatılmış veya öldürülmüş mikrop verilirse, vücut bu mikropların maddelerine karşı antikor yaparak o mikrobun hastalandırıcı olanına karşı da mukavemet kazanmış olur.

Osmanlı Zamanındaki Mikroplar ve Antikor Üretimi

Resim

Devlet teşkilatı da insan metabolizmasına benzer. Eğer dışarıdan, kendi kurumlarına, teşkilat yapısına sızan “mikroplara” karşı uygun antikor üretmezse, bu “mikroplar” kurumlara sızar ve bu kurumların mukavemet gücünü çökertir. Uzun vadede “mikrop”, devlet teşkilatını tamamen ele geçirir. Bir süre sonra mukavemet gücünü yitiren devlet yapısı, mikropların tamamen kurumlara nüfuz etmesiyle antikor üretmez ve hastalıklı bir metabolizma oluşur.

Batıcı Mikroplar

Osmanlı’da Batılılaşma akımı ile beraber, Türklerin devletten tasfiyesi, ekonomik, siyasi, kültürel olarak dışa bağımlı olan yapıyla birlikte “Batıcılar” bir mikrop olarak Osmanlı devlet bünyesine sızmış, devletin bütün kılcal damarlarında, hayati geçiş bölgelerinde yer etmişti.
( İnfiltrasyon, sızma, süzülerek nüfuz etme )

Duyun-u Umumiye ile ekonomisi dışa bağımlı hale gelen Osmanlı, Batıya benzeyen anayasal modellerle durumu kurtarmaya çalışmış, ancak zaten bizi sömürgeleştiren Batı’ya karşı Batıcı modellerle durumu kurtarmaya çalışmak, yalnızca mikrobun daha fazla yayılmasına neden olmuştur.
Ekonomide ve siyasette dışa bağımlı hale gelen Osmanlı Devlet yapısı, bu bağımlılaşmaya karşı İslamcılığı ve Batıcılığı çare olarak görmeye devam ettikçe, mikrop tabana, basın organlarına ve cemiyetlere kadar sızmıştır. İngiliz Muhipleri Cemiyeti ( İngiliz Severler Derneği ), Teali İslam Cemiyeti gibi örgütlenmeler; olası bir milli direnişe karşı hazırda bekletilen “Sivil” mikroplardı. Basında bu mikrobun adı İngiliz Kemal lakaplı Ali Kemal’di.

Resim


Mikroplar Islah Edilemez

Mikrop devlet kurumlarına tamamen yayılınca, mukavemet gücünü yitiren devlet teşkilatları 1.Dünya Savaşı sonunda Mondros ve Sevr planları üzerinden Anadolu’nun işgaline karşı yalnızca seyirci kaldılar. Zaten biten devlet teşkilatının, bu mikroplara karşı direnç gösteremeyeceğini fark eden Genç Türk Subayı Mustafa Kemal, çözüm yolunun yeni bir devlet örgütlenmesi ve yeni bir rejim kurmak olduğunu tespit etti. Bu ancak bir devrimle mümkün olabilirdi. Çünkü Islahatlarla, sistemin içinde kalınarak mikropların temizleneceği yoktu.

Biten ve işgal altında dağılan Osmanlı’yı diriltmek mümkün değildi. İstanbul Hükümeti ise bizzat mikrobun kendisi olmuştu zaten. Meclisi Mebussan ise işgalci mikroplar tarafından dağıtılmış vekillerin çoğu ya tutuklanmış ya da sürgün edilmişti. İstanbul, ihanetin ve işgalin kenti olmuştu. Emperyalist işgale karşı, Anadolu’ya geçmek, sine-i millete dönmek, İstanbul Hükümetinden ayrı, Anadolu’nun merkezinde yer alan yeni bir Milli Hükümet ve Milli Meclis kurmak, milletin iradesini yeniden hakim kılmak esas olmalıydı. Osmanlı döneminde faaliyet sürdüren partiler çamura bulanmıştı ve “Çamurlu zeminde milli mücadele verilemez”di.

Emperyalist işgale ve onunla işbirliği yapan mikroplara karşı tek çözüm tam bağımsızlık için savaşmaktı.” İstiklali tam bir Türkiye” için mücadele ile ekonomisi, meclisi, ordusu, eğitim kurumları ve dili ile bağımsız olan bir Türkiye kast ediliyordu. Bu, Türk milletine dışarıdan bahşedilmeyecekti. Bunun için Kuvvayı Milliye ( Milli Kuvvet ) örgütlenmesine gidildi.

İşte Türkiye Cumhuriyeti, yukarıda kısaca anlatılan emperyalist işgale ve bu işgal güçleriyle işbirliği yapan İstanbul Hükümeti ve Saltanat gericiliğine karşı kurulmuş, milliyetçi, halkçı, laik bir devlet yapısı olarak inşa edilmiştir. Mikrop vücuttan böyle atılmıştı.
Resim


1923’ten sonra Cumhuriyeti yıkmak için harekete geçen mikroplar olunca, devlet mekanizması, gerçekleştirdiği devrimler sayesinde aynı anda antikor üreterek bu mikropları etkisiz hale getirmiştir. Milli ekonomisi, milli eğitim sistemi ve milli savunma anlayışı olan bir devlet teşkilatlanmasına mikrop zaten giremezdi. Mikrobun girmesi ve nüfuz etmesi için “Milli olan ekonominin, savunmanın ve eğitimin” lağvedilmesi gerekti.

1923’ten 1938’e kadar Batıcılığa, gericiliğe ve bölücülüğe karşı; devletçi, milliyetçi, halkçı temeller korunduğu için bu mikroplar etkisini göstermedi. Kendi demiryollarını yapan, kendi uçaklarını üreten, milli eğitim modeliyle köy / kent arasındaki farklılığı giderme ve ağır sanayi yolunda adımlar atan bir yapı, “mikrobu” anında imha ederdi.

10 Kasım 1938’den Sonra Uyuyan Mikroplar Uyanıyor

Ancak 10 Kasım 1938’den sonra ilk mikrobun devlet katına girmesine neden olacak olan Fransa ve İngiltere ile Üçlü Bağlaşma imzalandı. Mikrobun ekonomik / politik yapımıza tamamen nüfuz etmesi için 1946’da Milletler Cemiyeti’ne üye olmamızın koşulu olarak “Çok partili siyasi yaşama” geçmemizi öne sürdüler. 1947’de Marshall Planı ile ekonomimize sızan mikrop, kültürel yaşamımıza da sızmaya başladı. Üzerinde “Yavan” yazan mikroplu süt tozu içeren gıda ürünü, Türk çocuklarına verildi o zamanlar. ABD bu mikrobun yayılmasına karşı mukavemet gösterecek olan ve Türk Devriminin temel harcı olan Türk Ordusunu da denetlemeliydi. 1952’de Mehmetçiğin kanı pahasına üye olduğumuz NATO, bu denetim mekanizmasını oluşturmak için bire bir çözümdü.
Resim


Ekonomisi, siyasi yönetimleri, kültürel yapısı ve ordusu ile mukavemet gücünü yitiren devlet mekanizması; bir süre sonra mikropların yoğun taarruzuna uğramaya başladı.
12 Mart, 12 Eylül, 1991 Irak’a ilk ABD saldırısı, 1984’ten günümüze süren bölücü terör örgütünün saldırıları, 2003’ten sonra Ortadoğu’ya yerleşen “mikrop üretme merkezi” olan ABD’nin yıllardır Türk milletine yönelik saldırıları, işte bu mikropların nüfuz etmesi nedeniyle hızlanmıştır. Bu mikroplar karşı mukavemet gösteren vatansever, Atatürkçü, milliyetçi kişi ve kurumlar da, mikrop şırıngasını elinde tutan odaklar tarafından tasfiye edilmiştir.

Eşref Bitlis Paşa, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok suikastları, Sivas ve Başbağlar katliamları, bölücü terör örgütünün artan saldırıları, özelleştirmelerle çökertilen milli ekonomi, yabancı devletlerle ve bölücü terör örgütü ile yürütülen gizli pazarlıklar, Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslar… Türk Devletinin mikroplara karşı mukavemet gücünü yitirmesi için planlanan ve uygulanan operasyonlardır.


Şimdi soruyorlar…”Bu FETÖ nasıl da sızmış bu kurumlara?”

Siz devletin mikroplara karşı olan mukavemet gücünü yitirmesine neden olursanız, mikrop bütün kurumlara sızar. 1938’den günümüze kadar yabancı devletler ellerinde şırınga ile mikrop aşılarken, hepiniz oradaydınız.
Resim

Ama bu mikrop aşısının tutmadığı bir merkez var. Partiler üstü zeminde, milletin ortak paydalarda milli bağımsızlık için mücadele etmesi için kendi hayatından vazgeçen sivil, asker, işçi bütün Atatürkçü – milliyetçi kuvvetler ve Türk milletinin kendisi… Batılılaşma aşınız bizde tutmadı efendiler…
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226

Mithat Akar
Kullanıcı küçük betizi
mithat akar 1923
Üye
Üye
 
İletiler: 298
Kayıt: Çrş Ağu 28, 2013 16:18

Şu dizine dön: Gençlik Diyor ki

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x