MİLAD-I MURAT
Milad-ı Soner yazımızın üzerinden bir hafta geçmesine karşın, henüz ‘tık’ yok.
Ne Milada Dönüş yazarı Murat Soner, ne onun ‘hoca’ları, ne ‘meslektaş’ları ve ne de öğrencileri, nasıl olur da Türkiye’de Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü (2015) kazanmış, 450 sayfalık ‘bilimsel’ yapıt üzerine öylesine sert eleştiri yapılabilirmiş diyen yok.
Oysa bu eserin ‘bilimsellik’le uzaktan yakından ilgisi yoktur diye kestirip atmıştık.
Değil Sedat Simavi Sosyal Bilimler ödülü, Nobel alsa, o çalışma ‘bilimsel’ değildir diye yineleyelim.
Çünkü, neresinden bakılsa tam kırk yıldır ‘bilim’ nedir üzerine düşünen bir kişi tarafından bu saptamalar yapılmaktadır.
Ve iddia ediyorum, dünya genelinde ve özellikle Türkiye’de ‘bilim’ üzerine ‘bilimsel düşünen’ insan, kurum ve kuruluş pek kalmamıştır.
Örnek olsun, ‘Sosyal Bilimler’ ödülü veren sözde bilim adamları içinde kaç tanesi ‘sosyal bilimler’ ile ‘insan bilimleri’ arasındaki farkı bilmektedir?
Kaç tanesi ‘Tarih’in ‘bilimlerin anası’ olduğunu, ‘gereği gibi’, bilmektedir?
Şimdilerde bir de ‘siyaset bilimcisi’ türemiştir, ki elini sallasan ‘siyaset bilimcisi’ne değmektedir.
O arada, dillere sakız olan bir ‘metodoloji’ terimi var ki, ‘metod’ nedir, ‘loji’ nedir, daha doğrusu ‘yöntem’ ile ‘yöntembilim’ arasındaki ayırım bilinmeden, ‘gelişigüzel’ kullanılmaktadır.
Sözü uzatmadan, sözkonusu ödüllü ‘bilimsel çalışma’ya dönecek olursak; Devlet ve Ulus gibi iki ‘ana kavram’dan oluşan bu ‘bilimsel nesne’, ancak bu denli ‘Tarih’ten uzak ele alınabilir diyeceğiz.
‘Tarih’ten uzak olması onun ‘bilim’den uzak olması demektir.
Çünkü, ne demiştik, ‘Tarih bilimlerin anası’dır.
Ancak tarih, ‘Tarihsel Maddeci’ bir yaklaşımla ele alınabilirse bilimlerin ‘anası’ olabilir.
‘Maddeci’ olması da, toplumsal ya da insan bilimlerini ‘doğa bilimleri’ne yaklaştırır ki, ancak o zaman gerçek anlamda ve tek sözcükle ‘bilimsel’ niteliği kazanabilir.
Gelecek yazımızda, bu ‘bilimsellik’ konusunu biraz daha açacağız.
Açacağız ki, eleştirimiz de ‘bilimsel’ anlamda temellenmiş ola.
Geçen yazıda ‘Milada Dönüş’ün ‘Milad’ının yanlış olduğu söylemiştik.
Kaldı ki, ileri sürülen ‘Milad’, Devlet’in mi yoksa ‘Ulus’un mu miladıdır belli değil.
Bir bakıyorsunuz Osmanlı tebaası ile İskoç halkı karşılaştırılıyor, bir bakıyorsunuz Brötonlarla Kürtler karşılaştırılıyor.
Ve buradan ‘sözde’ bilimsel sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor.
Yine Türkçe’de yerli yersiz bir ‘süreç’ terimi kullanılıyor ki, yenilir mi içilir mi belli değil.
Oysa, örneğin İskoçlarla Kürtler tarihin farklı ‘süreç’lerinin ürünleri.
‘Devlet’leri çok farklı süreçlerden geçerek geliyor, ‘Uluslaşma süreçleri’ çok farklı tarihsel zeminlerde oluşuyor.
Eğer ‘Devlet’e tarihsel olarak bakılacak olursa, çok eskilere gitmeye gerek yok, ‘İmparatorluk’ aşamasındaki devletler ile ‘Modern’ denilen kapitalizm aşamasındaki devletler arasında dağlar kadar fark bulunmakta.
O nedenle, Osmanlı dönemindeki Kürtler ile Cumhuriyet dönemindeki Kürtleri ayrı ayrı ele almak gerekiyor.
Diğer ülkelerin halkları ile de yine ‘tarihsel kategorizasyon’ bağlamında karşılaştırmalar yapılmak zorundadır.
Üstelik, yine çok bilinen bir başka formüle göre, toplumsal bilimler ile insan bilimlerinde ‘karşılaştırma’nın her zaman doğru çıkarım yapmaya elvermediğidir.
Yani, sıradan deyişle, elmalar ile armutlar toplanmaz.
‘Deyiş’ dedim de, aklıma geldi; Murat Somer de, Türkçe’nin son dönemlerdeki yozlaştırılmasının bir sonucu olarak, ‘deyiş’ yerine ‘değiş’ yazmakta.
İşte, şeytanın ayrıntıda gizlenmiş olduğuna çok somut bir örnek.
Aslında, ayrıntıda gizli olan şeytan değil, kuşkucu bakıştır.
Ya da ‘bilim’ tam da oradan başlıyor.
Eli, beli bir yana koyarsak, bilim yapmaya soyunan bir insan, önce ‘dil’ine sahip çıkacak.
Kısası, neresinden tutulsa, Murat Somer’in ‘Milada Dönüş’ü elimizde kalıyor.
Tam da bu nedenle, burada geliştireceğimiz ‘bilimsel eleştiri’ notlarının, Türkiye’deki bilimsel çöküşün ‘Milad’ı olmasını dileyelim.
(Zaman zaman sürecek)