MiLLET ve İLLET
Șimdilerde yeni bir ‘milliyetçilik’ tūretilmeye çalıșılıyor.
Dr Recep ‘ulusalcılık’ bitti dedi ya; bakanları, valileri, kaymakam ve mūdūrleri de varlıklarını ‘Tūrk varlığı’na armağan etmeyeceklerini söylemeye bașladılar.
Hacı Abdullah, varlığımızı ‘islam yolu’na armağan etmemizin ișaretini verdi zaten.
El Ezher, El Kaide, El bilmem ne, kısaca varlığımız ‘El’e gūne fada edilecek..
Aslında ‘El Corc’a, frenkçesiyle ‘El George’a yani.
Hani bunlar cahil, millet nedir ulus ne bilmelerinin olanağı yok.
‘Ulus’ olmanın bir gerekirliği var mıdır? İnsanlığın ‘doğal’ ya da ‘tarihsel’ gelișiminin bir ūrūnūmū mūdūr? Yoksa ‘özgūr dūșūnce’nin bir ‘keșfi’ midir? Soran yok.
Prof Dr Kemal Karpat imdatlarına yetișmiș ama.
Osmanlıdan Gūnūmūze Ortadoğuda Millet, Milliyet, Milliyetçilik, (Timaș yayınları, 2011) bașlıklı çalıșmasında bakın ne diyor: “Mūslūmanlar Osmanlı döneminde din ve hukuk ortaklığı sayesinde bir millet olmușlardır”.
“Osmanlı’da ve Tūrkiye’de millet ve milliyetçilik kavramlarının içeriğinde cemaat ruhu vardır ve bunun kökeni inanç-dindir”.
Ancak ‘akademik’ kaygıyla olsa gerek, “ bir kiși dindar olmadan da Tūrk ve Mūslūman olabilir”.. diye ekleyivermiș.
Profesör Karpat Hacı Abdullah’a dilekçe yazmaktadır.
Tarihte örneği çok.
Alman nasyonalizminin babası sayılan Fichte’nin, Fransız egemenliği altında olan Mayence’teki ūniversite’den kūrsū almak için, altı yıl içinde ‘Fransız Devrimi’ konusundaki görūșlerini nasıl değiștirdiği bir örnek olsun.
Son ikiyūzyıllık insanlık tarihinde benzer örnekler saymakla bitmez.
Profesör Karpat’ın kūrsūye ihtiyacı mı var diyeceksiniz?
Yok yok olmasına da, olanlara örnek olsun diye adını anıyorum.
Bir de ‘tekeden sūt çıkarmak isteyenler’ için yazıyorum.
Osmanlı’da ‘millet’ olmamıștır, olamaz.
Kavimsel (tribal) milliyetçilik ile modern milliyetçlik-ulusalcılık arasında ise Tanrı Dağı kadar fark vardır.
Sözcūğūn tarihsel anlamıyla ‘imparatorluk’ dönemini yașayan halklarda, gökten zembille ‘milliyetçilik’ ideolojisi inmez de ondan.
Ȫte yandan dilekçenin būyūğū Dr Recep’in yazdığıdır.
O da öbūr Abdullah’a dilekçe vermektedir.
‘Cumhuriyet’i yıkmakta birlikte verdiğimiz mūcadelede, benden bu kadar; gerisini sen halledersin anlamındadır.
Ancak yine ‘yanlıș ata oynamıș’ bulunmaktadır.
Çūnkū ulusalcılık değil ama, klasik milliyetçilik tepkici (reaksiyoner) bir dūșūnce akımıdır.
Ve Dr Recep bilerek ya da bilmeyerek Tūrkiye’deki ‘demokratik mūcadele’nin yönūnū ‘kavimsel/kabilesel’ mūcadeleye döndūrmeye çalıșmaktadır.
Bu yönlendirmenin sonunda kavramsal/bilimsel bir tartıșma ve politik bir ‘uzlașı’ çıkması beklenmemelidir.
Bu yönlendirmeden çıksa çıksa politik bir ‘çatıșma’ çıkar.
Kan bile çıkabilir.
Milleti ararken zillete götūren bir ‘politik illet’e yakalanmıștır ‘Tūrk milliyetçiliği’.
‘Atatūrk miliyetçiliği’nin moden, çağdaș da denilebilir bir ulusçuluk olduğunu kavrayamayan her politika ‘illet’tir.
Hastalık da denilebilir.
Ve ne yazık ki bu hastalık, çare ūretmesi gereken ‘akademik’ çevrelere de bulașmıștır.
Oysa çare ‘millet’in kendisindedir.
Yașarken öğrenemedi ama yaparken öğrenecektir.
Habip Hamza Erdem