Milletin Egemenlik Hakkını Tek Bir Şahsa Devretmeye Kalkışanlara Atatürk'ten 24 Uyarı
1- Devletimizin dayandığı ana esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz millî egemenliktir. Millet egemenliğinden bir zerresini bile feda etmeyecektir, gözünü açmıştır.
2- Millete hizmet ederken, kendi emel ve düşüncelerimize göre değil, milletimizin emel ve düşüncelerine göre hareket etmeliyiz. Kişisel kanıya göre değil, milletin kanı, düşünce ve duygularını yoklayarak yürümeliyiz. Benim için en kutsal görev, millî iradeye boyun eğmeyi her şeyin üzerinde tutmak olmuştur.
3- Bizim takip ettiğimiz yol, içimizden herhangi birinin çizdiği bir yol değildir. Bütün fikirlerin bileşkesinin çizdiği yoldur. Onun için doğrudur, isabetlidir.
4- Millet işlerinde her bireyin zihninin, başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemem. Yurttaşlarımın düşüncelerini de anlamak isterim. Millî emeller, Millî İrade; yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bütün millet bireylerinin tamamının arzularının, emellerinin bileşkesinden oluşur.
5- Misakı Millî, vatanın dış düşman karşısındaki durumunu ve konumunu belirleyen kutsal bir prensip olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da, yüzyıllardan beri cehalet ve sapkınlığın koruyucusu, talihsizlik ve uğursuzluğun babası bulunan ve ulusumuz için iç ve daimi bir düşman olan bireysel saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir idare şekline yöneltilmiş kutsal bir silahtır.
* * *
6- Egemenliğini başka birine bırakan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. İradesi doğrultusunda hareket edebilmek için, mutlaka egemenliğe de sahip olmak gerekir. Eğer egemenlik başkasına kaptırılmış ise, iradeyi uygulama aracı elden çıkmış demektir. Egemenliğe kim sahip olmuşsa, artık diğerlerinin egemenlikleri ellerinde değildir. Hepsinin iradesine sahip olanın iradesi, yine hepsinin iradesi yerine geçer.
7- Egemenlik yoksa, irade bir hiçtir. Türk milleti kendi iradesini, kendi vicdanının eğilimini yerine getirmek, uygulamak istiyorsa, egemenliğini mutlaka kendi elinde tutmalıdır. Tarihi okuyun, göreceksiniz: Geçmişte milletimizin başına hangi felaket gelmişse, kendi talihini ve yazgısını hep başka birinin eline bırakmasından ileri gelmiştir.
8- Egemenlik kayıtsız, şartsız daima ve daima milletin elinde kalacaktır. Milletin egemenliği; yüzyıllarca devam eden felaketlerden, facialardan, rezaletlerden sonra, başı sonsuz darbeler altında ezile ezile hurdahaş olduktan sonra idrak ettiği benliğini kullanarak, fakat çok zorlukla elde edilebilmiştir. Bu kadar fedakârlıkla ve özellikle bu kadar çok büyük saklık ve uyanıştan sonra eline geçirmiş olduğu bu millî egemenliktir ki, saltanatı yıkmıştır, evet, saltanatı yıkmıştır.
9- Her yeni şey, güzel şey, iyi şey karşısına mutlaka kötü bir şey çıkar. İnsanlık hayatının özel bir tecellisidir bu… Akis vardır ve ona karşı da akis vardır. Bu bakımdan tereddüde neden olan noktayı birlikte ifade edelim. Fakat ona karşı yapacağımız şeyleri bir defa burada tekrar edelim. Hiç kuşku yok ki, milletimizin egemenliğini bir şahısta veya çok sınırlı şahısların elinde tutmaktan çıkar bekleyen insanlar, cahil ve gafil insanlar vardır.
10- Hükümdarlar kendilerini, kuruntudan ibaret bir kuvvetin temsilcisi olarak tanırlar. Bundan, böyle tanınmaktan zevk alırlar. Fakat bir adamın kendi kendini böyle tanıması hiçbir kuvvete, hiçbir etkiye sahip değildir. Ancak çevresinde bulunan çıkarcılar bu ifadeyi, bu arzuyu terennüm ederler, zevkle terennüm ederler. Ve özellikle din kisvesine bürünerek ortaya atarlar, atmışlardır daima! İşte bu yaygın terennümlere karşı istibdat altında bulunan, tahakküm altında bulunan milletin kulakları da hep bu terennümlerle doludur. Oraya başka bir ses girmez ve giremez. Ve sonuçta öyle bir hal olur ki herkes, toplumun her bireyi, o padişahın, o hükümdarın ve çevresindekilerin telaffuz ve ifade ettiklerini gerçeğin ta kendisi kabul eder, din gereği kabul eder, mevcudiyetin gereği olarak kabul eder. İşte bu anlayış devam ettikçe gerçekten başka bir şey yapmanın imkânı zor bulunabilir. Fakat bir defa o imkân hâsıl olduktan sonra, denilemez ki, bu imkânı elde eden çoğunluğun içinde memnun olmayanlar yoktur.
11- Ben korkmadan ve çekinmeden ve tam bir kesinlikle ifade ediyorum ki, millî egemenliğin değiştirilmesi ve yorumlanması değil, fakat bir sözcüğünün, bir noktasının bile, şöyle veya böyle olmasını talep edenler, benim gözümde en koyu mürtecidir, gericidir. Ve böyle adamlara karşı yapılacak şey, -bu egemenliği almak için bu milletin yaptığı fedakârlığın gereğidir- onları parça parça etmektir. Arkadaşlar, artık yetişir! Bu milletin çektiği felaketler çoktur. Millete acımak lazımdır. Milleti şunun ve bunun çıkarı için şu ve bu istikametlere, karanlıklara sevk etmek ayıptır, rezalettir, günahtır. Bunu artık yaptırmayacağız.
12- Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her yerde yıkılmaya mahkûmdur. Milletin irade ve emeline uymayanların sonu hüsrandır, yok olmaktır.
* * *
13- Osmanlı meşruti saltanatında Kanunu Esasi’nin yetkilere ait olan maddeleri milletin meşru hakkı, doğal hakkı olan bütün görevleri hükümdarlara, halifelere vermişti. Millete, dünyaya ve o gibi adamlara açık bir şekilde anlatmak gerekir ki, bu görevler, bu haklar asla kimseye verilemez. Çünkü milletin hakkıdır, çünkü milletin yaşamıdır, şerefidir, namusudur, onurudur. Bu erdemlerden ayrılmaya rıza gösteren bir milletin artık bu gün, bu çağda insan toplumu içinde yeri yoktur.
14- Millî egemenlik birdir. Millî egemenlik bölünemez, parçalara ayrılamaz, ortaklık kabul etmez. Millî egemenlik terk ve iade edilemez, devredilemez, kimseye bırakılamaz. Bir bütündür, bir zerresi bile feda edilemez.
15- Kuvvetin kaynağı ve sahibi tektir, millettir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. “Kayıtsız şartsız”ı buradan kaldırmadıkça, Türkiye devleti herhangi bir kişiye veya herhangi bir makama, egemenliğini ihlal eden hiçbir yetki veremez. “Kayıtsız şartsız” egemenlik demek, egemenliği milletin elinde tutmak demektir, egemenliğin tek bir zerresini bile sıfatı, adı ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir.
16- Türkiye halkı kayıtsız şartsız egemenliğine sahip olmuştur. Egemenlik, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir işarette, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Unvanı ister halife, ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz. Millet buna kesinlikle izin vermez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili olduğuna inanmıyorum.
17- Türkiye devletinin yapısal özü millî egemenliktir; milletin kayıtsız koşulsuz egemenliğidir. Milletimiz üç buçuk dört yıldan beridir büyük kahramanlıklarla, sayısız özverilerle eline aldığı egemenliğini, bugüne kadar kendine layık bir şekilde, toplum için, vatanı için faydalı sonuçlar verebilecek şekilde iyi kullanmıştır. Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında taç sahibi yoktur! Diktatör yoktur! Olmayacaktır, çünkü olamaz.
* * *
18- Bir millet; kendi iradesi doğrultusunda hareket edebilmek için mutlaka egemenliğine sahip olmak zorundadır. Eğer egemenliğini başkasına kaptırmışsa, bu demektir ki, artık iradesini uygulama aracı da elinde değildir; kendi iradesinin yerine artık başkasının iradesi geçmiştir. Tarihe bakalım, geçmişte mahvolup yok olmuş, sefil olmuş toplumları göz önüne getirelim. Bu toplumların, mahv ve yok oluşları, kendi iradelerine sahip olmayışlarındandır. Egemenliklerinin başkaları tarafından gasp edilmiş veya başkalarına terk edilmiş, bırakılmış olmasındandır. Bir toplum, bir devlet; bu hatadan yakasını kurtarmadıkça, her ne şekilde kurulmuş olursa olsun, sonuçta felakete mahkûmdur.
19- Osmanlı Devleti saltanat devrini, görkemini, debdebesini yaşadıktan sonra düşmeye başladı. Bu düşüş birçok darbelere göğüs germeyi gerektirdi. Saldırıların sonucunda zaman zaman uyanışlar oldu. Bu felaketin önüne geçilmek için çareler düşünüldü; ülkede birçok iyileştirme yapmak düşünceleri hayal edildi ve buna girişenler de oldu. Ancak başarılı olunamadı. Neden? Çünkü egemenliğini kayıtsız, koşulsuz milletin elinde bulunduran bir hükümet şekli değil, fakat ya tümüyle bir adamın elinde veya birkaç kişinin elinde bulundurmaktan başka bir hükümet şekline girişilmemiştir.
20- Sevgili Milletim! Tarihten en yakın bir örneği hatırlayalım: Birinci Dünya Savaşı… Bu savaşa girilmesi senin iradenle mi olmuştur? Birinci Dünya Savaşı’na girmek için yürekten bir arzun mu vardı? Ben sanıyorum ki, yoktu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’na girmeden önceki zamanlar felaketle sonuçlanan safhalarla doluydu. Kesin zorunluluk olmadıkça istemezdin ki, savaş olsun. Bununla birlikte savaşa girilmiş ise, kabahat senin değildir, diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz, kabahat ne yazık ki senindir. Çünkü egemenliğini başka ellere verdin.
* * *
21- Şimdiye kadar kaçırılan fırsatların ve ülkenin maruz kaldığı acı sonuçların biricik sebebi ülke ve millet işlerinin daima sınırlı sayıda bazı şahısların elinde oyuncak olmasından, Millî Egemenliğin daima ihmal edilmiş ve atıl bırakılmasından ileri gelmiştir. Millî Egemenliğe karşı yapılacak en küçük bir saldırıyı büyük bir kahramanlıkla karşılamak gerektiğini yine elbirliğiyle ışık tutup aydınlatmalıyız. Halk millî egemenliği benimsemeli ve ülkede biricik egemen ve etkenin, yalnız kendisi olduğunu unutmamalıdır.
22- Milletimiz kendi varlığı ve hukuku için, bütün kuvvetiyle, bütün düşünce ve maddî kuvvetleriyle yakından ilgili olmalıdır. Varlığını ve bağımsızlığını yalnızca kendi kuvvetine dayanarak sağlamalı, kendi kuvvetine dayanarak sürdürmelidir. Egemenliğin kayıtsız koşulsuz milletin sorumluluğunda kalabilmesi için, halkın kendi yazgısını kendisinin idare etmesi esastır; aksi halde millet şunun bunun oyuncağı olur. Millî hayatımız, tarihimiz ve geçmişteki yönetim şeklimiz bunun trajik kanıtlarıdır.
23- Millet; değil egemenliğini, egemenliğin tek bir zerresini bile başkasına terk etmenin ve bırakmanın sebep olabileceği felaketin, yok oluşun, hüsranın elemini her an kalbinde ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve egemenliğin bölünemez ve ayrılamaz olduğunu bilim açısından ve hakikat olarak düşündükten sonra, böyle bir teorinin fiilen uygulanmasına kalkışmak, ancak teorik ve yapay bir işe zorunlu olarak girişmekten başka bir şekilde yorumlanamaz.
* * *
24- Bizim çok korktuğumuz ve daima korkmakla hayatımızı kurtaracağımız bir şey vardır ki, o da herhangi bir şahsın, herhangi bir kurulun despotluğu altında kalmaktır. Çünkü, şahıslar gibi meclisler de despot olur. Ve meclislerin despotluğu, şahısların despotluğundan daha tehlikelidir. Dolayısıyla, uzun süre iktidara sahip olmak üzere toplantı halinde kalacak olan milletvekilleri, yavaş yavaş kendilerini seçen milletin arzusundan, emellerinden, duygularından ve düşüncelerinden uzak kalır; arada bir ayrılık olur. Bir gün bakarsınız ki, millet başka türlü çalışıyor, ulusal emeller başkadır.
Prof. Dr. Cihan DURA, 12 Ocak 2017