MİLLÎ DEMOKRATİK (II)
Sözü uzatmanın anlamı yok.
Bir önceki yazıda, « Millet bir ‘Cephe’de birleşmiş bulunmaktadır.
Gerçek bir ‘Halk Cephesi’dir bu.
Karşısında ise, emperyalizme göbekten bağlı bir ‘Mafyatik örgüt’ ile onlara ‘payanda’ olan, ‘ırkçı milliyetçi’ler ile ‘islamî kemalist’ler mi ne, yer almaktadır.
Cephe, yani ‘nicelik’ tamam da, ‘Devrim’i gerçekleştirebilecek midir?
Eh artık, o da sizin ‘nitelik’inize kalmış diyelim.
Eğer bunu da başaramaz iseniz, siz daha çok okursunuz çok.. » demiştim.
Henüz ‘seçim’ (peh peh peh) sonuçları resmen açıklanmasa da, Dr Recep’in ‘kazandığı’ ileri sürülmektedir.
Ve başta Muharrem İnce olmak üzere, ‘Millet Cephesi’nin ‘lider’leri yenilgiyi kabul etmiş bulunmaktadırlar.
Bu durum tek tümceyle açıklanabilir: Millet Cephesi bozguna uğramıştır.
Kimse, ama hiç kimse, yenildik ama ezilmedik edebiyatına yönelmesin.
Bu, sözcüğün tam anlamıyla ‘Millî Demokratik Bozgun’dur.
Hem de sözde ‘lider’lerin, liderlikten çok uzak olduklarının kanıtı.
Tek tek ‘iyi insan’lar olabilirler, ‘temiz yürekli’, ‘ülke çıkarlarını düşünen’ filan.
Ancak ‘devrimci’ olamadıkları ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Efendim Temel Karamollaoğlu mu ‘devrimci’ değil, yoksa Meral Akşener mi diye, dudak bükebilirsiniz.
Ve tabi Muharrem İnce mi diyeceksiniz?
Evet bu üçlüye, yani ‘Millet Cephesi’nin sözde liderlerine, tarih bir ‘devrim’ olanağı sunmuştu.
Değerini bilemediler.
Çünkü bugünün Türkiyesinde Dr Recep’in devrilmesinden büyük bir ‘devrim’ sözkonusu olamaz.
Kimseden ‘sosyalist’ bir ‘devrim’ bekleyen yok.
Ancak ‘Millî Demokratik Devrim’ olabilirdi.
Nicel birikim ‘tamam’ idi, ama ‘nitelik’ yetmedi.
Ve evet, bu üç ‘lider’in ‘nitelik’leri, gerçek anlamda bir ‘halk önderliği’ni kaldırabilecek kıratta değilmiş.
Yineliyorum, her üçü de ‘çok iyi’ insanlar olabilirler.
‘Temiz kalpli’ falan.
Millî.
Ancak ne var ki, ‘önder’ olamamışlardır.
‘Mustafa Kemal’in askeri’ ise asla ve kat’a olamayacaklardır.
Parti genel başkanı falan olabilirler.
Bakan-makan...
Oysa ‘Mustafa Kemal’i özümseyemedikleri gün gibi ortaya çıkmıştır.
Hani biri ellibin avukatla YSK’nın önünde olacaktı.
Öbürünü jiletle bile temizleyemezlerdi.
Her ikisi de, neden sonra, yani ‘atı alanın Üsküdar’ı geçtikten sonra’ millet önüne çıkmışlardır.
Bu kaçıncı at, kaçıncı Üsküdar acaba?
Efendim, ıslak imza, tutanak-mutanak.
Siz onu sakalıma anlatın.
Adamlar çalacağız dediler ve çaldılar.
Çalmadılarsa bile, ‘sonuç bu’ dediler.
Ve siz kuzu kuzu bunu kabullendiniz.
‘Millî irade’yi sattınız bile denilebilir.
Şimdi kalkıp, daha bilenmiş olarak ‘mücadele’ edeceğiz diyorsunuz, değil mi?
Eh bana da sadece ve yalnızca ‘gülmek’ düşüyor.
Sizin o hali pür melalinize.
Ve içim acıyor içim.
Utanıyorum.
Ve utanmak ‘öfke’nin bir başka dile gelişidir diyorum.
Amansız bir öfke içindeyim.
Bir ülke, koca bir bir halk, hani o ‘yüce’ millet diyorsunuz ya, ancak bu kadar ‘çapsız’ adamların elinde kalabilir diyorum.
Gerisi lafı güzaftır.
Bir ‘devrim’ böylece ‘boğulmuş’ oldu.
Sayenizde.
De hadi gidin o zaman.
Gidip Dr Recep’in önünde el pençe durun.
Ve bol keseden isterseniz ‘devrimcilik’, isterseniz ‘Atatürkçülük’ satabilirsiniz.
Mustafa Kemal sizi çarpsın e mi?
Habip Hamza Erdem