MİLLİ GÜÇLER, ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİMDE AKP'Yİ ALAŞAĞI EDEBİLİRLER, AMA…
Önce şu gerçeği belirleyelim: Türkiye, AKP demek değildir, AKP de Türkiye demek değildir.
Yani, AKP'nin bugünkü güçlü, eski deyişle muktedir görüntüsü karşısında kimse karamsarlığa, çaresizliğe düşmemelidir. Cesaretini ve mücadele azmini yitirmemeli, direnişini sürdürmelidir. Çünkü Türkiye, Ortadoğu'da son kaledir. Türkiye teslim olursa, BOP' un ve BOP Eşbaşkanlarının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
AKP, hiçbir ülkede eşine rastlanmayan çarpık bir seçim sistemi ve yüzde 10 barajı ile yasamada, yürütmede söz sahibi olmuştur.
Ama gerçekte o, Türkiye'de azınlıktadır ve halkın büyük bir kesimi ona karşıdır, muhaliftir. Bunu unutmamak gerekir.
Son zamanlarda sergilediği yanlış, adaletsiz, haksız politik çizgisiyle de giderek daha da küçülmekte, oy yitirmektedir. Anketler bu durumu tüm çıplaklığı ile ortaya koymaya başlamıştır.
Kürtlerin büyük bir kesimi de dâhil olmak üzere sağduyulu, yurtsever vatandaşların çoğu, AKP'nin bugünkü uygulamalarından memnun değildir. Politik çizgisini, gidişini kaygıyla izlemektedirler.
Zaten Kürtlerin büyük bir bölümünün de ayrılma, ayrı bir devlet kurma gibi bir düşüncesi yoktur.
Vatan Gazetesinde yayınlanan bir ankete göre Kürtlerin yüzde 79'u Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında ve sınırları içerisinde yaşamak istiyor. Sadece yüzde 9'luk bir kesim ayrı bir devlet olmanın peşinde. Geniş bir halk kitlesi PKK'nın ve Öcalan'ın terörist eylemlerinden rahatsızlık duyuyor.
AKP'yi üstün konuma getiren en büyük güç, arkasındaki ABD emperyalizmi, uyguladığı sadaka ekonomisi, din ticareti, sınırsız maddi varlığıdır. Dağıttığı nohutlarla, unlarla, şekerlerle, kömürlerle yoksul kesimin oyunu almakta, iktidar olmaktadır.
Ayrıca, kamu mallarının yok pahasına elden çıkarılması, sattığı yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle gücünü daha da artırmıştır. Bu arada orduya, yargıya, emniyete ve devletin bazı birimlerine yönelttiği saldırılarla hatırı sayılır mevziler kazandığı da bir gerçektir.
Milli güçlerin karşısında artık, 1970'li yılların, 80'lerin, 90'ların acemi, şaşkın İslamcı partisi yoktur. Geçmişteki yenilgilerden, başarısızlıklardan dersler çıkarmış, deneyimler kazanmış, ne yaptığını bilen, emperyalizmin koruyucu kanatları altında eylemlerini sürdüren bir parti vardır. Bu partinin tüm milletvekilleri ve başta Ertuğrul Günay olmak üzere, bakanları kurşun askerler gibi verilen emirleri kayıtsız şartsız yerine getirmektedirler. Zaten AKP'yi diğer örgütlerden ayıran en önemli özelliklerden birisi de budur.
Gerçeğe bakmak gerekirse, dış kaynaklı desteklerle beslenen, iktidarda kalmak için her türlü yolu ve yöntemi kullanan böyle siyasal İslamcı bir parti karşısında milli güçlerin işinin kolay olduğunu söylemek zordur. Zordur ama geçmişteki bazı işbirlikçi partiler gibi onu da tarihin tozlu sayfalarına gömmek imkânsız değildir.
Bu alanda milli güçleri bekleyen çok önemli görevler vardır. Başarabilmek için bir takım koşulların yerine getirilmesi gerekir. Şimdi yeni bir tartışma açmak ve iktidar yürüyüşünde önemli adımlar atabilmek için düşüncelerine saygı duyduğum kişilerin "birleşme, bütünleşme" konusundaki görüşlerini aktarıyorum:
Muazzez İlmiye Çığ:
"Kanımca, şimdi aynı siyasal düzeyde olan, yani ülkenin laik, bağımsız ve Atatürk'ün öngördüğü bir ülke olmasını candan isteyen partiler birleşmeli. Başkanlardan bir milli konsey teşkil edilmeli. Hiç biri ben baş olacağım hevesine düşmemeli. Bu konseyin üstünde onu denetleyen Sayın Necdet Sezer veya Sabih Kanadoğlu gibi dürüstlüğü ile tanınmış birisi olmalı. Konsey üyeleri daha başından mal varlıklarını açıklamalı. Açık bir program hazırlanmalı. Konsey üyeleri arasında yapılacak işler paylaşılmalı ve sıkı bir işbirliği içinde çalışılmalı…"
Hüsamettin Cindoruk:
Onun için diyorum ki; yüzde 1-2-3'lük partiler, yüzde 10 barajını aşamayacaklarına göre, bu yarışa, sadece fantezi olsun diye mi giriyorlar? Kendilerini sınamak, kaslarını çalıştırmak için mi giriyorlar? Böyle bir israfa, böyle bir lükse Türkiye'nin tahammülü yok. Gelin, birleşelim… Seçim ittifakları yasak. O zaman o ittifakları, birtakım hukuksal yollarla aşmamız gerekiyor. Türklük, Ulusalcılık gibi tâbirlerde tartışma mı var? Sermaye-emek ilişkisinde içimizde anlaşmazlık mı var? Gelin, 'Evimiz Türkiye' diyelim. Hepimiz bu Türkiye'yi seviyoruz. Bu Türkiye'nin içinde yaşayan Türk olsun, Kürt olsun, Azeri, Ermeni, Yahudi olsun… Hepimiz, evimizin içinde yaşayanlar birbirimize kaynaşırsak, evimizin bereketi artar. Dirliği düzeni ortaya çıkarsa, biz gene birleşirsek, evimizi derleriz toparlarız, demokratik yapıya kavuştururuz. Sonra da görüş ayrılıkları derinse, o partiler ayrılır, kendi yolarına giderler…"
Osman Özbek:
"Osman Pamukoğlu ile görüştüm. Ona dedim ki (Git Hüsamettin Cindouk'la görüş, seçim ittifakı yap. Aynı zamanda Abdüllatif Şener, Sadettin Tantan ve Masun Türker ile merkez koalisyonu yap) dedim. Ben bunu önerdim onlara. Çünkü bunlar 4. parti olarak Meclis'e girerse AK Parti'nin avantadan aldığı oylar düşer. O zaman işler değişir."
Osman Pamukoğlu Paşa, Abdüllatif Şener, Hüsamettin Cindoruk, Sadettin Tantan ve Masum Türker'le görüşür mü, görüşmez mi bilemem.
Ama bildiğim bir şey varsa, yukarıda vurgulandığı gibi, şu anda birleşme ve bütünleşmeye, önem vermemiz gereken çok kötü, çok güç bir dönemden geçiyoruz. "Milli güçler önümüzdeki seçimlerde AKP'yi alaşağı edebilirler, ama bir şartla, tek çatı altında "birleşme, bütünleşme ve dayanışma"yı gerçekleştirebilirlerse…
Hiç vakit kalmamıştır. Yineliyorum: Hiç vakit kalmamıştır. Elimizi çabuk tutmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti artık "olma ya da olmama" noktasına gelip dayanmıştır. Bundan böyle ince ayrıntılara dalıp derin felsefi, politik tartışmalar yapmanın, meleklerin cinsiyetini tartışmanın ne zamanı ne de yeridir. Ulusalcı partiler, "Ben çok oy alırım, sen az oy alırsın, ben büyüğüm sen küçüksün, ben barajı aşarım sen aşamazsın, ben çok ulusalcıyım, sen az…" gibi tartışmaları bitirmelidirler ve Mustafa Kemal'in Amasya Genelgesinde belirlediği yolu izlemelidirler. Çünkü şu içinde bulunduğumuz koşulların o günkünden pek farkı kalmamıştır. Ali Fuat Paşa'nın "Kutsal İttifak" dediği Amasya Genelgesi'nin koşulları bugün de geçerlidir:
1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
Ali Eralp - 14 Ocak 2011