OKTAY EKİNCİ
"MİLLİ İRADE"NİN MİLLİ "HAYIR"CILARI
İktidardaki parti, sadece kendi siyasi hedeflerini gözeten “Anayasa Değişikliği” paketini “milli irade” adına hazırladığını savunuyor; oysa milli irade, iktidar partisine şu veya bu nedenle oy verenleri değil, “millet”i oluşturan “herkes”i kapsayan bir kavram… Bu nedenle tartışmasız “milli” (ulusal) kesimlerin de görüşleriyle gerçekçi bir anlam kazanabiliyor.
Milletin nice özverilerle yetiştirdiği bilim ve fikir insanları; üreterek kalkınmanın “emektar”ları; milletin eğitimli uzmanları… ne diyorlar?
Siyasetçinin “milli irade” saydığı sonuçla “milletin” bağrından yetiştirdiği “bilgi ve düşün dünyası”nın eğilimleri arasında “fark” varsa, bunu gözetmeyen bir demokratlığın nice ülkelerde demokrasi yerine faşizmi egemen kıldığını bilmeyen kalmış mıdır?
Tarihteki baskı düzenleri, egemenlerin kendi koydukları kanunlarla desteklenen silah gücüne dayanırdı. Çağımızdaki baskı ve sömürü düzenleri ise “demokratik” görünmek zorunda olduklarından başlıca iki toplumsal niteliği “güvence” görürler; biri “cehalet”, diğeri “yoksulluk”.
Onca “kalkınma”! söylemlerine rağmen, hem cehaletin hem de yoksulluğun sürmesini sağlayan politikalar rastlantı olabilir mi?
Nitekim iktidar partisinin anayasa paketi afişlerine de bakın; örneğin yargıyı doğrudan “siyasetçinin atadığı kadrolar”a bağlamanın “yargı bağımsızlığı”nı sağlayacağını söylemek, “cehalet” dışında hangi güvenceye dayanabilir?
Benzer şekilde aslında hiç sağlanamayacak, sözde “sosyal ve ekonomik haklar”ın da taraftar bulabilmesinin tek dayanağı “yoksulluktan kurtulabilme” umudu değil midir?
"Milli Muhalif"ler
Yeniden referandum ve milli irade ilişkisine dönersek, anayasa paketine “hayır” diyen “milli muhalif”lerin kısa bir listesi bile aynı ilişkinin gerçek karşılığını görmemize yetiyor… örneğin DİSK yönetimi…
Emeğin hakkını ekonomik ve siyasi sömürgeciliğe teslim etmeyerek sendikal hareketin evrensel doğrularını “milli sorumluluk”la savunan işçi sınıfının temsilcileri diyorlar ki; “12 Eylül ruhuyla hazırlanan paket özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik ve sosyal bir anayasa hedefinden uzaktır; tüm işçilerin, emekçilerin ve herkesin hayır oyu kullanmaları için çalışacağız”.
Tüm yargıç ve savcılarımızın, yani görev başındaki hukukçularımızın “milli” ve sivil örgütü olan YARSAV da diyor ki; “anayasa paketi başkanlık sistemi arayışının bir çeşit padişahlık özleminin kesin şekilde dışavurum biçimidir”.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun “siyaset yapmayın” diye uyarmasına rağmen tüm mesleki ve teknik uyarılarında “haklı” çıkan TMMOB ve meslek odaları; yani mimarlarımız, mühendislerimiz ve plancılarımız “milli yükümlülük”leriyle diyorlar ki; “Kent, çevre ve kültür değerlerimizin yağmaya karşı korunmasında en güçlü güvence olan yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran bir düzenleme ancak talancıların ve rant ekonomisinin özlemi olabilirdi; hayır diyoruz”.
Barolar Birliği, ülkenin tüm avukatlarının “milli” temsilcisi olarak özetle diyor ki; “12 Eylül Anayasası’nın antide- mokratik hükümlerini koruyan; partilerde lider diktasını ve suçluları kollayan dokunulmazlığı sürdüren bir düzenleme hukuk ve demokrasi adına desteklenemez”.
Ve iktidarla “bilinen yakınlıklar”ı olanlar dışındaki tüm gerçek “milli” aydınlar, yazarlar, sanatçılar, düşünürler, uzmanlar ve akademisyenler, özellikle “demokrasi kültürü” adına sayısız yazı, konuşma ve açıklamalarında diyorlar ki; “Sadece bir siyasi grubun dayatması olan ve katılımcı süreçler dışlanarak hazırlanan anayasa değişikliğine hayır demek tarihsel görevimizdir”.
Şimdi soralım; her yönüyle katıksız “milli” olan fikir, emek ve düşünce dünyamızın “hayır” dediği bir anayasa değişikliği, “kandırmaca” söylemlerle “halkoyu”na sunulduğunda, bunun adına “Milli iradeye başvurma” denilebilir mi?
OKTAY EKİNCİ, Cumhuriyet, 1 Eylül 2010
[img]http://a.imageshack.us/img9/2033/httpwwwcihanduracomimag.png[/img]