Üç maçta yaklaşık 400 dakika oynayıp sadece 9 dakikalık bir galibiyet serisiyle yarı finaldeyiz.
Bir gürültüdür gidiyor.
Kimisi pes etmeyenlerin zaferi diyor. Ama neden pes etmediğimizi anlatamıyor...
Kimisi ne denirse densin, ballıyız diyor. Ama bu kadar balın da tesadüfi olamayacağı noktasını sorgulamaya yanaşmıyor...
Kimisi işi derininden tutmak için değil, sırf kendi tahminleri boşa çıktığı için zevzekliğe vuran bir üslupla okunmuş çocuklar diye tarif ediyor bizimkileri...
İşi Fatih Terimin karakter analizine ve hangimiz Terimden daha çok nefret ediyoruz yarışmasına döken medyacılar var.
Olup bitenleri oturup uslu uslu, pür futbol mantığıyla anlatmaya çalışanlara gelince, Milli Takım değil ama onlar çoktan pes etti! Futbol bu! Futbolu bunun için seviyoruz deyip geçiyorlar.
Doğrusu ben de en azından şu an için bu sakat toplara girmeyi hiç düşünmüyorum.
Bugün başka bir şey anlatmak istiyorum.
Milli Takımımızın sadece ve basitçe futbol oynamadığını, aslında bambaşka bir kavga verdiğini anlatmak...
İşin ilginç yanı, bu gerçeği futbolcularımız biliyor, daha doğrusu bunu hissederek oynuyorlar da futbol yorumcularımızın bu taraklarda hiç bezi olmadığı için onlar anlayamıyor!
Anlamak için Hamburgtan Gazzeye; Üsküpten Tebrize çok geniş bir coğrafyada dolaşmak gerek!
***
Geçen akşam 22. Dönem Sakarya Milletvekili, Sınır Tanımayan Hekimler örgütü üyesi Dr. Süleyman Gündüzle karşılaştım.
Sohbet ederken gözleri yaşardı ve sonra açıkladı: Çek Cumhuriyeti maçı sırasında Gazzedeydim, orada seyrettim.
Bir süredir yedeklerini de askere çağıran İsrail ordusu Gazzeyi kuşatma altında tutuyor. On binlerce Filistinli mülteci çok zor koşullar altında; yiyecek, içecek, elektrik, su ve ilaç sıkıntısı yaşıyor.
Bizim maç başlarken bütün Gazze sokaklarını gezmiş Dr. Gündüz.
Herkesin evlerine çekildiğini, bizim maç için ekran başında toplandıklarını görmüş. Kazanmamız için bir ağızdan dualar ediliyormuş; heyecan inanılmaz yüksekmiş.
İki gol yiyip mağlup duruma düştüğümüzde Arap spiker şiirsel bir dille tarih boyunca bu aslanların ne mağlubiyetleri aşıp başları dimdik çıktıklarını gördük, bu çocuklar döndürecek maçı diyormuş. Ardından da ekran başındakileri tek yürek olmaya çağırmış: haydi, Allah Türklerin ayağına kuvvet versin diye dua edelim!
Nihatın galibiyet golünden sonra bütün Gazzenin nasıl sevinç seline dönüştüğünü görseydiniz, Türkiyenin maçlarının oralarda sadece futbol olarak algılanmadığını hemen anlardınız diye anlattı Dr. Gündüz.
Daha ilginci de şu...
Dr. Gündüz ve arkadaşları İsrail tarafına geçerken sınır kapısındaki İsrailli komutan da tezahürat yapmış: Bravo Türklere, biz bu turnuvada milli takımınızı destekliyoruz
***
Hırvatistan maçı sırasında Ülke TVde Meksika Sınırı programı vardı.
Böyle bir maç oynanırken akıllı, uslu bir kültürel-düşünsel sohbet programını sürdürmek ne zordur, yaşayan bilir.
Sevgili İsmail, Selahattin ve Tarık da çok zorlanıyordu; hep ah şu canlı yayın olmasaydı da, maça baksaydık havasındaydılar.
Nihayet maç bitince Saraybosna ve Üsküpdeki arkadaşlarına bağlandılar.
Ama konuşmak ne mümkün!
Hem Saraybosnada hem de Üsküpde yer yerinden oynuyordu, telefondaki konuşmaları anlamak imkânsızdı. Galibiyetimizin sevinciyle Bosna ve Makedonya sokaklarına dökülen coşkulu kalabalıkların gürültüsü her şeyin önüne geçmişti.
***
Milli Takım kazandığında tarihsel-kültürel izlerimizin varlığını sürdürdüğü bütün coğrafyalarda bir başka rüzgâr esmeye başlıyor!
Bu galibiyetlerin futbol dışında bir ruhu var.
Bunu da bilelim artık.
Bu galibiyetler çevreye itilip horlananların kibirli merkeze vurduğu darbeler olarak algılanıyor o coğrafyalarda.
Avrupa Şampiyonasında pes etmeyen Türk Millli Takımı, dünya coğrafyasında pes etmeye zorlanan ama direnen Müslümanların sesi artık...
Bundan hakikatten hoşlanmayanlar olabilir.
Bunun lafının edilmesini spor kültürüne ve siyasi kabullerine ters bulanlar olabilir.
Ama hakikat, hakikattir.
Haşmet Babaoğlu
Vatan Gazetesi 23.06.2008
Kaynak