Milliyetçi Hareket Millî Mücadelenin Neresinde?
Dün tarihimiz ve tarihimize iz bırakanlar, bugün biz ve yarın çocuklarımız nasıl yaşayacak, nasıl bir ülkede yaşayacak, varlığını ne kadar sürdürecek, bunu hiç düşündünüz mü?
Bir ülkede milli bir mücadele yapılabilmesi için, önce anayasa ile teminat altına alınmış olan “ülkemizin milletiyle bölünmez bütünlüğü” ile “milli hudutlarımızın” fiilen tehlikeye düşmüş olması gerekir. Peki, daha ne olsun; Şemdinli’de 19 gün boyunca silahlı çatışma oldu, vatanımızı parçalamak siyasi hedefi olan bir örgütle silahlı çatışma, 9 şehidimiz var. 3 Eylül’de Beytüşşebap’ta ilçe merkezine saldırdı adı PKK olan bu örgütün silahlı katileri, sabaha kadar sürdü çatışmalar, 10 şehidimiz var. Hakkâri, Çukurca, Yüksekova, her gün şehit veriyoruz, bugün Şırnak’ta bir şehidimiz daha var, bu tehdidi görmek için daha ne olsun!
Bir ülkede milli mücadeleden bahsedilebilmesi için, o ülkenin fiili işgal ya da böylesi ağır bir tehditle karşı karşıya bulunması gerekir. Peki, daha ne olsun; bankalarımızın, borsanın ve sigorta şirketlerimizin %80’i yabancı yönetiminde, limanlar, madenler, barajlar, şirketler, ekonomik kaynaklarımızın yönetimi fiilen yabancıların yönetimine geçmiş durumda, kapitülasyon döneminden bile daha ağır bir işgalle karşı karşıyayız, daha başka nasıl bir işgal olsun! Silahlı işgaller siyasi ve ekonomik işgale dönüştü, adı özelleştirme, adı yabancı sermaye oldu, ama işgal silahlı olmadığı için gözle görülmüyor. Görülmese de gerçek değişmiyor, işgaldeyiz, işgal edildik, milli mücadelenin başlatılması için yeterdir!
Bir yanda PKK tehdidi, öte yanda siyasi ve ekonomik işgal, ama daha öte yanda Türk toplumunu etnik ve dinsel temelli yabancı bir kimliğe dönüştürme çabaları sinsi tehlikelerin başta gelenleri; özel ve cemaat okullarıyla çocuklarımızın kendi özüne yabancılaştırılması, Türk-Kürt denilerek, Alevi-Sünni vurgusu yapılarak toplumu ayrıştırma çabaları ve Fener Rum Patriğine güç kazandırılarak devlet içinde devlet olmasına kapı aralanması bu sinsi planların bize görünen yüzleridir. Hele ki Anadolu’daki gücümüz ve varlığımızın temeli olan Türk Tarihi, Türk kimliği, Türk kavram ve değerlerinin ayaklar altına alma girişimleri, bu sinsi oyunların başta gelenleridir, daha ne olsun!
Dün tarihimiz ve tarihimize iz bırakanlar, bugün biz ve yarın çocuklarımız nasıl yaşayacak, nasıl bir ülkede yaşayacak, varlığını ne kadar sürdürecek, bunu hiç düşündünüz mü?
Eğer ki bir ülkenin hükümran olduğu toprak, vatan dediğimiz toprak ağır ve yakın silahlı tehdit altındaysa ve bu tehdit her geçen gün artıyorsa, o ülkenin ekonomik kaynaklarının yönetimi yabancılara verilmişse, o ülkenin toplumu sürekli ayrıştırılıyor ve kendi özüne yabancılaştırılıyorsa, çocukları elinden alınıp tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi devşirilmek isteniyorsa ve de o ülkenin Müslümanlık değerleri yozlaştırılmak ve insanlarımız inanç boşluğuna düşürülmek isteniyorsa ve tüm bu sayılanlara karşı da mücadele için bir adım ileri atılmıyorsa, bizim ülkemiz ve milletimiz daha ne kadar ayakta durabilir?
Milli mücadele demek, bağımsız ve özgürlük için yola çıkmak demektir, siyasi, ekonomik ve toplumsal değerlerimizin bağımsızlığı ve özgürlüğü için, değerlerimize sahip çıkmak, yükseltmek ve yüceltmek için. Vatanın, milletin ve cumhuriyetin bekası demek işte budur.
Milli mücadelenin başarıya ulaşmasının temel şartı, halk desteğidir çünkü halkımızın desteklemediği bir hareket başarıya ulaşamaz. Halkımızın milli mücadeleye destek vermesi için tehlikeyi, bu sayılan tehlikeleri görmesi ve kavraması şarttır. Varlığının, toprağının ve çocuklarının tehlikeye düştüğünü gören bir halkın, buna karşı kayıtsız kalması mümkün değildir, tarihte görülmüş bir örneği de yoktur. Bugün yaşanılan en önemli sorun da buradadır…
İstatistiklere göre Türkiye’de okuma yazma oranı ilkokul 3.4 düzeyindedir. Doğu Anadolu’da milyonu aşkın insanımız Türkçe bilmemektedir. Bu durumda tehlikeyi halkımıza anlatmanın en etkin yolu ekranlardan, görsel medyadan geçmektedir. Görsel medya, başımıza bu tehlikeyi açanların elinde ve yönetiminde olduğu için, medya yoluyla halkımıza ulaşmanın artık imkanı kalmamıştır. Gazeteler, yazılı medya da aynı durumdadır.
Türkiye’de sivil toplum örgütlenmesi belki de Avrupa’nın en düşük standardına sahip olup, siyasi partiler, sendika, baro, odalar, borsalar, üniversiteler, parmakla sayılacak kadar az etkin dernekler ve ocaklarla sınırlıdır, ancak sınırlı olsa da vardır. Halkımıza bizi bekleyen tehdit ve tehlikelerin anlatımı için başvurulması gereken ikinci yol budur; örgütlü sivil toplum eliyle halk gitmek ve halka ilk ağızdan ve görsel metotlarla tehlikeyi anlatmak ki bunun başında da siyasi partiler yer alır.
Sendikal örgütlenmelerin yönetimi, neredeyse tamamı, bizi tehlikeye atan siyasetin yönetimine geçmiştir, her gün şehit verdiğimiz ülkemizde bir sendikanın meydana çıkıp da halkımızı toplayıp “Türk Milleti ayağa kalk ve şehitlerimize sahip çık” mitingi yaptığını hiç duydunuz mu? Ben duymadım!
Siyasi partiler hariç diğer sivil toplumun önemli parçaları olan odalar, borsalar, barolar(bir iki baro hariç) ve üniversiteler( istisna olanlar hariç) meydanlara çıkıp da halkımızı toplayıp bu sayılan tehlikeleri anlattığını, anlatıp da “hükümet istifa” dediğini hiç duydunuz mu? Ben duymadım!
Dernek ve ocaklara gelince, cemaat eline geçmiş olanlar bir kenara, Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve Ülkü Ocakları, Anadolu’da en örgütlü iki sivil toplum örgütü bunlardır. Son altı yılda ve yaklaşık 200 bin kilometre yol yaparak halkımıza gittik ve en örgütlü sivil toplumun bu iki teşkilat olduğunu gözlerimizle gördük. Atatürkçü Düşünce Dernekleri’ne sözümüz yok, çünkü bir lokma ekmeklerini ortaya koyarak halkımıza ulaşmak ve bu tehlikeleri anlatabilmek için nasıl canla başla çalıştıklarına da şahit olduk biz, gurur duyduk.
Ülkü Ocakları’na gelince, varlığını gördük, oradaki yiğit gençlerimizi gördük ama Ülkü Ocakları’nı yönetenlerin Anadolu’daki teşkilatlarını nasıl yalnız bıraktıklarını da gördük, bir etkinlik yapamıyorlar, gördükleri tehlikeler karşısında yürekleri buruk, canları sıkkın, çaresizlik içinde bekleştiklerini de gördük. Böylesi büyük bir teşkilatın harekete geçirilerek halka ulaşmak ve destek istemek yerine yalnızlığa itilmiş olduklarını görmek gerçekten çok acı, hele ki ülkemizin içine düşürülmüş olduğu bu zor süreçte. Kısacası adı milli mücadeleyse bunun, bu mücadeleye hazır ama harekete geçmemiş bir Ülkü Ocakları var bizim olan.
Siyasi partileri gelince, PKK ve onun siyasetçilerini saymayın, AKP’ye gelince, o zaten kendisine verilmiş olan vazifesini yapıyor, diğerlerine de sözüm yok ama Milliyetçi Hareket Partisi için birkaç sözüm var…
Yapılmış olan istatistiklere göre CHP’nin oyları MHP’ye, MHP’nin oyları da AKP’ye gidiyor ki bunun da tanığıyız, son seçimlerde İstanbul Maltepe’de binlerce CHP’li MHP’ye oy verdi, baraj sorunu yaşanmasın için. Bu bize gösteriyor ki Türkiye’de kilit parti MHP’dir, çünkü mevcut muhalefet siyasetiyle hem CHP’yi hem de kendisini eritiyor, buna karşılık da AKP’yi güçlendiriyor. Halbuki bugünkü muhalefet siyaseti değiştirip önce kendi halk desteğine sahip çıkmış olsa, her şeyden önce erimeyecek, CHP’yi de eritmeyecek, AKP’yi de güçlendirmiş olmayacaktır. Bu alanda biraz daha gayret gösterse AKP ömrü billah iktidar olamayacaktır ama yapmıyor…
Bu gerçekler ışığında ülkemize baktığımızda bizim olan bir Ülkü Ocakları teşkilatı var, mücadele için hazır ama demokratik zeminde harekete geçmek için yönetim desteği bekliyor. Yine bizim olan bir milliyetçi hareket var, üstelik bir siyasi parti olarak teşkilatlanmış, halk desteği de var ama harekete geçmek için yönetim desteği bekliyor. Bu hareket başladığında, inancımız odur ki şimdiye kadar etkisiz gibi görünen birçok sivil toplumu örgütleri de bu mücadeledeki yerini alacaktır. En önemlisi halkımız bu mücadeleye destek verecektir.
Ülkemizin içine düşürüldüğü tehdit ve tehlikeler bu açık ve net iken, bu tehdit ve tehlikeleri yok edebilmek için bir an önce harekete geçmek zorunluluğu var iken, mevcut Ülkü Ocakları ve Milliyetçi Hareket Partisi yönetimi neden etkin bir muhalefet yapmıyor ve bu amaçla teşkilat gücünü kullanmıyor?
Bu durumda sorumuz şudur, bu soruyu sormak da hakkımızdır: MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ ve ÜLKÜ OCAKLARI YÖNETİMLERİ MİLLİ MÜCADELE’NİN NERESİNDEDİR?
Mevcut MHP yönetimi bu soruyu kendisine sormalı ve ülkemiz ve milletimizin kaderini nasıl olumsuz etkilemiş olduğunu ve bu şekilde ülkemiz ve milletimizin geleceğini nasıl tehlikeye sürüklemekte olduğunu artık görmelidir.
Görmüyor ya da görmek istemiyorsa eğer, bu yönetim sessiz sedasız ilk Kurultay’da çekilmeli ve yerini milli mücadeleye can pahasına katılacak ülkü sahibi vatanseverlere yerini bırakmalıdır. Bırakmıyorsa eğer, milliyetçi hareket her türlü çıkar çekişmesinin uzağında, bu yönetimi değiştirmelidir.
Türk Milleti’ni, Türk Yurdu’nu, Türk Bayrağı’nı sevmek kolay değildir, fedakarlık ister!
Erdal Sarızeybek - 9 Eylül 2012