MİLLİYETÇİLİĞİN M’Sİ
Şimdilerde Türkiye’de bir ‘Millîlik’, bir sözde ‘Milliyetçilik’ teranesi süregitmekte.
Öncelikle bu ‘kavram’ın Türkçesinin ‘Ulusallık’ ve ‘Ulusalcılık’ olduğunu söyleyelim.
Burada belki bir ‘eski’lik ve ‘yeni’lik tartışması açılabilir.
Eğer gerçekten bir ‘eski’likten sözedilecekse, bu ‘eski-rejim’ (ancien régime) yani devrim-öncesi (anté-révolution) rejim ve onun kavramları olabilir.
Devrim ise 1789 ‘Fransız Devrimi’dir.
‘Millîlik’ yani doğru söylenişiyle ‘Ulusalcılık’ın ‘Miladı’ demek ki Fransız Devrimi imiş, bu bir.
Bu devrimin bir de ‘ideolojisi’ var ki, buna da Fransız İdeolojisi denilebilir.
Her konuda, örneğin ‘ekonomi politikte’, toplumbiliminde ve çok daha ‘genel’ olarak toplumsal bilimler ya da insan bilimlerinde bu ‘Fransız İdeolojisi’nin ‘katkısı’ azımsanacak gibi değildir.
Bunun karşısında ise, yine her konuda, bir ‘anglo-sakson ideolojisi’ vardır.
Hangi taşı kaldırsanız bu iki ideolojinin ‘etki’sini görebilirsiniz.
Şimdi, her konudan biri olan ‘millî’lik yani ‘ulusallık’ı, bu iki ideoloji açısından ele alacak olursak; devrim-sonrası, yani ‘Milat’la birlikte, ‘millî’lik, yurttaşların eksiksiz bütününü kapsayan, yasallık’a (légalité) dayanan biçimsel (formelle) aidiyetidir denilebilir.
O kadarla kalmaz, uluslararası karşılıklı tanımayı ve bu tanımanın da biçimsel yasalarla güvence altına alınmasının gerektirir.
Şimdi, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti’ denir sözü ile ‘Yurtta barış dünyada barış’ sözü bir arada, tam bir Fransız İdeolojisi yansımasıdır, ki bunda gocunak bir şey olmadığı gibi, tam tersine övünülecek çok yanı vardır.
Bunda Montesquieu vardır, Rousseau vardır, Voltaire vardır, Robespierre, Marat ve Danton vardır.
Karşısında ne vardır denilecek olursa; bugün emperyalizm denilen meretin ideolojisi olan ‘anglo-sakson ideoloji’ vardır.
Bu ideoloji, yani devrim-öncesi ‘eski-rejim’in ‘millî’lik anlayışına göre ise, belirleyici olan dil, din, kültür ve tarihsel geçmiştir.
Bu ‘millîlik’, camia (communauté)ya ve ‘tarikat’a dayanır ve buradaki ‘aidiyet’ her türlü ‘öznel’ yoruma açıktır.
Tam da bu nedenle, bugün ‘emperyalizm’ denilen meret bu tür bir ‘millîlik’in bayraktarlığını yapar.
Başta ABD olmak üzere İngiltere ve uydu ülkelerin tüm üniversitelerinde, bu tür bir ‘millîlik’ öğretilir.
‘Bilim’ adı altında, o çok şaşalı üniversitelerde doktora-moktara yapanlar, Türkiye gibi ülkelerde ‘bilimadamı’ diye el üstünde tutulurlar.
Harvard-marvard’lı prof-mroflar bu gruba girerler.
Şimdi canalıcı soru şudur: bir ‘ulus’un tanımında dil, din, kültür ve tarihsel geçmişin hiç mi önemi yoktur?
Bu aptalca soruyu yanıtlamaya bile değmez.
Çünkü, Mustafa Kemal’in yukarıda andığımız sözlerine dönülecek olursa, eğer bir ‘Cumhuriyet’ kurmaya karar vermiş halk uzaydan gelmedi ise aynı dili konuşup, aynı aynı kültürü paylaşıyor demektir.
Çoğu aynı dinden olabilirler ve büyük olasılıkla aynı tarihsel geçmişe sahiptirler.
Yani burada arabayı öküzlerin önüne koyup, sonra öküz altında buzağı aramaya gerek yoktur.
Ancak ve ne var ki, ‘Anglo-sakson’ ideoloji, her konuda, örneğin ‘ekonomi politikte’, toplumbiliminde ve çok daha ‘genel’ olarak toplumsal bilimler ya da insan bilimlerinde bu tür ‘pür ideolojik’ manipülasyonları yapmakta ustadır.
Savım olsun, Türkiye’de hiçbir sosyoloğ-mosyoloğ, profesör-mrofesör bu ‘ideolojik tutum’un ayırdında değildirler.
Tam da bu nedenle, eveleyip-geveleyip, Nasrettin Hoca’nın eşşeğine söylediği gibi, ‘o da haklı’, ‘bu da haklı’ ve kendilerinden sözederek ‘ben de haklıyım’ demektedirler.
Şimdi sözü Türkiye’de Dr Recep’in ‘millet’i ve ‘millî’liğine getirirsek, ‘canım o da haklı’ diyeceklerdir.
Ve belki de, Dr Recep’ten çok ‘milliyetçi’ oldukları için, onun yanına, önüne ya da arkasına geçeceklerdir.
Eee ben bunlardan bir şey olmaz diyecek olsam?...
Diyeyim o zaman:
‘Çok milliyetçi’ Osmaniyeli Devlet gibi, ben de bunları ‘alayı’na sesleneyim: “Vallahi de billahi de, siz ne kadar Atatürkçü olursanız olun, eğer Fransız Devrimi’ni bilmiyorsanız, iki cihanda da millîliği kavrayamayacaksınız demektir.
Ve Dr Recep ve Osmaniyeli Devlet ve Küpçü Mustafa’nın ‘Devlet’ olduğu yerde, ne ‘Millet’ olur, ne ‘Millîlik’; ne hak olur, ne hukuk; ne yasa olur ne anayasa.
Ve çok daha ilerisini söyleyeyim; ne ‘insan’ olur ve ne de ‘yurttaş’.
Olsa olsa ‘sürü’ olur.
Aynı dili konuşan, aynı dinden, aynı kültür ve aynı bilmem ne için birarada zorla tutulan ‘şey’ler olunur.
Bakılıp sadece utanılabilecek olanlar olur.
Ve ben de sadece utanıyorum zaten.
Kendimi Eiffel Kulesinden aşağı atacak değilim ya..