MİLLİYETÇİLİK ve İLKER BAŞBUǦ
General İlker Başbuğ’un Atatürk, milliyetçilik ve giderek ‘Atatürk Milliyetçiliği’ üzerine düşünüp, araştırmalar yaptığını ve yeni bir kitap yazdığını görüyoruz.
Son günlerde gazetelere açıklama yapıp televizyonlarda ‘tek kişilik programlar’ yaptığına da tanık oluyoruz.
General Başbuğ’un bence en önemli keşfi, örneğin Atatürk ya da milliyetçilik konusunda ‘ne biliyoruz?’ ya da ‘ne anlıyoruz?’ biçiminde sorduğu soruların kendisidir.
Yani, ‘şu şudur bu da bu’ biçiminde ve genellikle Türk okur-yazarlarının daha söze başlarken düştükleri yanılgıya düşmeden, bir araştırma ve anlama arayışına yönelmiş olmasıdır.
Ne var ki, bu tutum alış bile, ‘araştırma nesnesi’ni ‘anlama’ya yetmeyebilir.
Nitekim, Tele 1’de yaptığı programda milliyetçilik konusunda iki temel yaklaşım olduğunu ileri sürdü: sübjektif (öznel) ve objektif (nesnel).
Kanımca Başbuğ, ‘anlama’ya yönelik her çabanın ‘nesnel’ (yani objektif) olma zorunluluğunu henüz anlamamış görünüyor.
Öznellik konusunda ise, örneğin Türkiye’de ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ demek ile Fransa’da ‘Yaşasın Cumhuriyet/Yaşasın Fransa!’ diye haykırmak arasındaki ‘nesnel ayırım’a dikkat çekilebilir.
Ya da sübjektiflik ile tinsellik (spiritüellik) arasındaki ayırım bu bakımdan oldukça öğretici olacaktır.
Ki, az ileride Ernest Renan’a geldiğimizde bu ‘Ulusal Ruh’un (l’âme national) ne olduğuna değineceğiz.
Ancak önce General Başbuğ’un General Mustafa Kemal’e atfen ‘savaşların millet oluşumundaki yeri’ne bakalım:
‘Yaşasın Ulus!’ (Vive la Nation!) haykırışı Fransa’da ilk kez, 1789 Devrimi’nin ardından, uğradığı düşman işgalini püskürten komutanlardan General François Etienne Kellerman tarafından kullanılmıştır.
Valmy kentini Alman işgalinden kurtaran General Kellerman’ın, kent meydanında ‘Yaşasın Ulus!’ diye haykırışını duyan Alman Goethe’nin bunu ‘İnsanlık tarihinde yeni bir çağ’ın başlaması olarak değerlendirmesi ‘öznellik’ mi yoksa ‘nesnellik’ alanına mı girmektedir diye sorarak başlayalım.
Öte yandan, bugün Fransız politikacılarının konuşmalarını bitirirken, millî şehvetle, ‘Yaşasın Fransa/ Yaşasın Cumhuriyet!’ (Vive la France/Vive la République!) diye haykırış formülünü General Charles De Gaulle’ün bulduğu bilinmekte midir?
Fransa’da 5nci Cumhuriyet’i kurduğu söylenen General De Gaulle, 4 Haziran 1858’de Cezayir’in başkenti Alger’de, “Fransa adına ilan ediyorum ki; bugünden itibaren Fransa için, bütün Cezayir’de, sadece tek tip bir vatandaş (habitans) kategorisi, aynı hak ve ödevlerle donanmış yek vücûd (à part entière) Fransız’lar olacaktır” diyecektir.
Ki konuşmasını, bugün bir ‘Ulusal imza’ gibi kullanılan ‘Vive la France/Vive la République’ diye haykırarak bitirmiştir.
Tıpkı General Kenan Evren’in Türk halkına dayattığı ve bugün neredeyse genel-geçer olan, öznel, ’‘Vatan, Millet, Din, Devlet ve Atatürkçülük’ anlayışı gibi…
Ki, bugün ‘Tek vatan, tek bayrak, tek ezan, tek millet, tek başkan…” kaba tekerlemesi biçimini aldığı söylenebilir.
Dolayısıyla, ‘Millet ve milliyetçilik’ ya da daha düzgün bir ifadeyle ‘Ulus ve ulusalcılık’ konusu, kendileri tarihsel kişilikler de olsa ne ulusal kahramanların ve ne de Sorbonne gibi uluslararası üne sahip üniversitelerde Ernest Renan gibi akademisyenlerin ‘tarif’ ettikleri biçimiyle anlaşılamaz.
Demek ki, ‘Milliyetçilik’, Ekrem İmamoğlu’nun biraz Karadenizceye çevirerek ‘tarifleme’(!?) dediği biçimde, yani ‘betimleme’ yoluyla ne anlatılabilir ve ne de anlaşılabilir.
‘Millietçilik’i tanımlayabilmek için ise, nesnel olarak, antropolojik, ontolojik, epistemolojik ve kuşkusuz tarihsel ve toplumsal temelleriyle ele almak gerekmektedir.
Gelecek yazıda ise General Başbuğ’un gönderme yaptığı Ernest Renan’ın ‘tanım’ı ve tanımındaki ‘çelişkiler’e değineceğiz.
(Sürecek)