MİLLİYETÇİLİK VE MİLLETÇİLİK
Halkçılık ve milliyetçilik ‘kavram’larının hem kendileri ve hem de ‘popülizm’ denilen ‘biçim’leri arasındaki ilişkiler zaman içinde değişmektedir.
Son dönemlerde, dünya genelinde yükselen ‘popülizm’, ülkesine göre farklı biçimler almakta, kuşkusuz farklı ekonomik, politik, dinsel ve kültürel temellere dayanmaktadır.
Rusya’da Putin’in sezarizmiyle Fransa’da Le Pen’in ‘halk cepheciliği’; Avusturya ya da Almanya’daki ‘milliyetçilik’ ile İsveç ve Danimarka’daki ‘popülizm’in benzer nedenlerden kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi, benzer amaç ve hedefler taşıdıkları da söylenemez.
Türkiye’deki ‘biçim’i ise, tamamen tarihsel/kültürel ve dinsel bir temele dayanmakla birlikte, oluşturduğu ‘ekonomik mekanizma’yla artık, kendine özgü bir ‘rejim’e dönüşmek üzeredir.
Bu sonuncu durumda, popülizmin 1° elit karşıtlığı, 2° karizmatik lider ve 3° otoriterlik özellikleri ‘yerli ve millî’ renklerle bir ‘dinsel mafyacılık’ biçimini almış bulunmaktadır.
Mischigan ve Harvard’ın ünlü politisyen ve sosyoloğlarından Ronald Inglehart ve Pippa Norris’in araştırmalarına göre; dünya genelinde 1980’li yılların sonlarına değin ‘ekonomik öge’nin bir açıklayıcılığı olmasına kaşın, 2002-2014 arasındaki dönemde ‘kültürel öge’ baskın gelmektedir (1).
Türkiye özelinde, ‘sendikacılık’ yerine ‘tarikatçılık’ın öne çıkması bu bağlamda değerlendirilebilir.
Ancak, Avrupa ve Amerika’da, Brexit’te olduğu gibi bir ölçüde ‘içe kapanma’ ve ‘yabancı düşmanlığı’; Türkiye’de ‘dışa açılma’ ve ‘müslüman kardeşliği’ne yönelme biçiminde olmaktadır.
Kuşkusuz, ‘Ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri’ diyen uzsözümüze karşılık, Petro-dolarlar, Arap’larla sarmaş-dolaş olmanın ‘ekonomik’ gerekçesini oluştururken, Arap dünyasının ‘liderliği’ne oynamak da ‘politiko-kültürel boyut’unu oluşturmaktadır (2).
Ne var ki, bu ‘boyut’, Türkiye’nin yerleşik ‘Laik değerler’i yerine, doğrudan ‘köntendinci islamcılık’ anlayışını koyarak, doğrudan bir ‘dinsel yozlaşma’nın yolunu da açmaktadır.
O arada derin bir ‘kültürel yozlaşma’yı da beraberinde getirmektedir.
Popülizm’in ‘elit karşıtlığı’, hemen hemen tüm televizyonların, Kuran Kursu hocaları ile onlardan bir gömlek ileri olmayan üniversite hocalarıyla dolup taşmasına yolaçmaktadır.
Ne var ki, bu da, tam anlamıyla ‘taşırmaktadır’.
Yani, Türkiye’nin ‘halkçı ve milliyetçileri’ ile Türkiye ekonomisini ele geçiren ‘milletçileri’ arasındaki gerilimin ‘taşma noktası’nda olduğuna kuşku yoktur.
‘Anayasa değişikliği’ ve ‘Başkanlık’ girişimleri, şu ya da biçimde engelenmezse, Türkiye’nin, adını koyalım, bir ‘iç çatışma’ya yönelmeyeceği düşünülemez.
Olmayacağını düşünebilenler ise sadece ve yalnızca kendileri aldatmış olurlar.
Eğer şu son ‘Anayasa Değişikiliği’ girişimi başarılamaz ise, bu kez milletçilerin ‘2071 Hedefi’ 2017 yılı içinde son bulacak demektir.
O nedenle 2017 yılı ‘Milliyetçiler’ ile ‘Milletçiler’ arasında bir ‘kesin hesap’ yılı olacaktır, denilebilir.
Habip Hamza Erdem
(1) Ronald Inglehart & Pippa Norris, “Trump, Brexit, and the Rise of Populism: Economic Have-Nots and Cultural Backlash”, HKS Working Paper No. RWP16-026’den aktaran Christian Chavagneux
(2) Suriye bir başına ayrı bir konu olup; sorunun ekonomik ve politik yönü ayrıca ele alınmalıdır.