Misak-i Milli

Tarih olan olayları burda paylaşabilir, yorumlayabilir ve öğrenebilirsiniz

Misak-i Milli

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Şub 21, 2007 8:43

Misak-i Milli

Musul Bölgesi, I. Dünya Savasi sonlarina kadar Batili kaynaklarda genellikle, Irak’tan ayri olarak, yukari “El-Cezire” bölgesi içinde gösterilmekteydi. I. Dünya Savasi’ndan sonra ise bölge, siyasî sebepler yüzünden, bir baska deyisle Ingiltere’nin menfaatleri geregince, Irak’in parçasi olarak kabul edildi ve öyle tanimlandi.

Gerçekte bölge, son bin yildir Türk egemenligi altinda oldu. Musul, ilk olarak 1055-1056 yillarinda Selçuklu Devleti’ne baglandi. Bu tarihten itibaren Türklesen Musul, I. Dünya Savasi sonuna kadar farkli Türk devlet ve beylikleri tarafindan yönetildi ve Türkler tarafindan bir vatan topragi olarak kabul edildi. Osmanli Devleti öncesinde bölgede hepsi de Türk devlet ve beylikleri sayilan Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakimiyet kurdu.

Resim
(Kerkük'ten bir kare)

Musul, Osmanli hâkimiyetine ise Yavuz Sultan Selim’in 1514 tarihli Çaldiran Seferi’yle girdi. Kanuni Sultan Süleyman’in 1534-1535 yillarinda gerçeklestirdigi Bagdat Seferi’yle bu hâkimiyet perçinlendi. Osmanli hâkimiyeti ile birlikte Musul; Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarindan meydana gelen bir vilâyetin merkezi oldu. 20. yüzyilin baslarinda Musul vilayetinin nüfusu 350.000 civarindaydi.

Avrupali sömürgeci devletlerin Musul üzerindeki emelleri ise, bu bölgenin çok önemli bir petrol yatagi oldugunun anlasilmasiyla basladi. Özellikle Ingiltere, 1910'lu yillarin basindan itibaren, gerek petrol kaynaklari gerekse Hindistan yolu açisindan tasidigi stratejik yol nedeniyle Irak’in geneline ve özellikel de Musul vilayetine göz dikti.

I. Dünya Savasi, Avrupali sömürgeci devletlerin hayallerini gerçeklestirmeleri için büyük bir firsat oldu. Henüz savas devam ederken Ingiltere ve Fransa, gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlasmasi ile Ortadogu’yu bölüsmüsler, Irak’in Ingiliz sömürgesi olmasi karara baglanmisti. Osmanli Imparatorlugu’nun Almanya safinda savasa katilmasi, Ingiltere ile Osmanli’yi Ortadogu’da karsi karsiya getirdi. Ingiliz saldirisi ile açilan Irak Cephesi’nde, Hindistan’dan gönderilen Ingiliz kuvvetleri Basra’ya çikarak kisa zamanda Bagdat’a kadar ilerlediler. Ancak Osmanli Ordulari Ingiliz ilerleyisini durdurdu ve Irak Cephesi’nde önemli basarilar elde etti.

Burada özellikle 1916 yilindaki Kut’ul-Amer zaferini belirtmek gerekir. Dicle nehrinin kiyisindaki bu kasaba, Ingilizler tarafindan ele geçirildikten sonra Halil Pasa komutasindaki Osmanli ordusunca kusatilmis ve Ingilizler agir kayiplar vererek teslim olmak zorunda kalmislardir. I. Dünya Savasi’nin tarihçesini anlatan bir makaleye göre, bu zafer, “Ingiliz ordusunun tarihindeki en büyük asagilanmadir. Türkler - (ve onlarin müttefiki olan) Almanya - içinse, çok önemli bir moral takviyesi olmus ve Ortadogu’daki Ingiliz etkisini tartisilmaz bir biçimde azaltmistir.”1 Bu zaferin en önemli yönlerinden biri ise, bölgedeki Araplarin hepsinin Ingilizlere karsi Osmanli ordusunun yaninda yer almis, hatta bazilarinin çatismaya katilmis olmasidir. Kut’ul-Amer, Osmanli’nin Türk olmayan Müslüman tebasinin, Osmanli’ya sadakatini gösteren çok önemli bir tarihsel gerçektir ve tüm Araplarin Osmanli’ya ihanet ettikleri yönündeki asilsiz söylemi geçersiz kilmaktadir.

Osmanli ordulari, Irak cephesindeki bu büyük basariya ragmen, savasin son iki yilinda geri çekilmek zorunda kaldi. Ancak Irak’in kuzeyini yine de basariyla korudu. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandigi sirada Ali Ihsan (Sabis) Pasa 6. Ordu Kumandani olarak Musul’da bulunuyordu. Ingilizler ise ani bir isgal hareketi ile Musul’a egemen olmak istiyorlardi.

Mondros Mütarekesi’ni imzalayan hükümette sadrazam olan Ahmet Izzet Pasa, Ankara’yla iyi iliskiler kurmak istedi. Mustafa Kemal de bu deneyimli komutana, her dönemde saygi gösterdi, diger komutanlardan ayri tuttu.

Mütareke’nin yürürlüge girdigi andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00'de) itibaren, 6. Ordu birlikleri batidan doguya dogru Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hatti üzerinde yer aliyordu. Ingiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altinköprü, Kerkük, Hanikin hattinda bulunuyordu.2 Yâni Mütareke’nin imzalandigi gün, Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kismi Osmanli Ordusu’nun elinde idi. Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmalari gerektigi halde, Ingiliz kuvvetleri buna uymadilar. Ilerlemeye devam eden Ingilizler, l Kasim’da Hamamalil’e girdiler. Buradan Musul’u isgal edecekleri tehdidinde bulunarak Türk kuvvetlerinin Musul sehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istediler.

Ali Ihsan Pasa, Ingilizler’in bu talebini Sadrazam’a bildirdi. Bir seri telgraf görüsmeleri sonucunda Sadrazam, Ali Ihsan Pasa’ya 8 Kasim tarihli telgrafi ile, kan dökülmesini engellemek için, 15 Kasim günü sehrin bosaltilmasi emrini verdi. Ali Ihsan Pasa, bu emre uygun olarak 10 Kasim’da Musul’u Ingilizlere terk etti, ordu karargahi ile birlikte Nusaybin’e dogru çekildi.3

Kisacasi Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararasi savas kurallarina aykiri bir sekilde isgal edildi. Misak-i Milli’ye göre güney sinirlarinin tesbiti meselesinde Mütareke’nin yürürlüge girdigi andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kistas olarak dikkate alinmasi, bu nedenle son derece hakli ve önemli bir karardir ve Ingiliz olup-bittisine karsi milli haklarimizi korumak anlamina gelmektedir.

Misak-i Milli, son Osmanli Meclis-i Mebusan’i tarafindan 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda kararlastirildi. Misak-i Milli’nin birinci maddesi, Türkiye’nin güney sinirlarini belirliyordu. Bu maddede söyle yaziliydi:

“Osmanli Devleti’nin özellikle Arap çogunlugunun yerlesmis oldugu (30 Ekim 1918 günkü Mütareke yapildigi sirada) düsman ordularinin isgali altinda kalan bölgelerin geleceginin, haklarini serbestçe açiklayacaklari rey sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din, soy ve amaç birligi bakimlarindan birbirlerine bagli olan, karsilikli saygi ve özveri duygulari besleyen soy ve toplum iliskileri ile çevrelerinin kosullarina saygili Osmanli-Islâm çogunlugunun yerlesmis bulundugu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun, hiçbir nedenle birbirinden ayrilamayacak bir bütündür”.

Buna göre mütareke hatti esas alindiginda Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin ve diger tarafta Hatay bölgesinin Anadolu’nun ayrilmaz bir parçasi oldugu açikti.

Mütareke aninda Türk Ordusu’nun Gayyare’de bulundugu gerçegi tüm kaynaklarca kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancagi 31 Ekim tarihi itibariyle Ingiliz kuvvetlerinin eline geçmis olarak gösteriliyorsa da Nejat Kaymaz, General Sedat Dogruer’in eserine dayanarak “Kerkük’ün de savasin durmasi gereken saatten sonra Ingilizler’in eline geçmis olabilecegi” ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduguna isaret etmektedir. Aslinda bunun bir ihtimal olmadigini, kesin bir gerçegi ifade ettigini Mustafa Kemal Pasa’nin tespitlerinden anlamak mümkündür. Mustafa Kemal Pasa daha Misâk-i Mîllî ilân edilmeden önce Ankara’ya gelisinin ertesi günü Ziraat Okulu’nda yaptigi 28 Aralik 1920 tarihli konusmasinda haksiz isgali dile getirerek Musul’un Mütareke aninda Türk Ordusu’nun hâkimiyetinde bulundugunu ifâde etmis, Ingiliz isgalini Istanbul’un isgalinde oldugu gibi haksiz ve Mütareke hükümlerine uymayan bir tesebbüs olarak degerlendirmistir.

Ancak Ingilizler’in Musul’u isgal etmeleri askeri anlamda bir statü degisikliginden baska bir anlam tasimayacakti. Musul’u isgal ettiler, fakat bölgeye hâkim olamadilar. Bölgedeki asiretleri kontrol altinda tutma konusunda basarisiz oldular. Kerkük ve Süleymaniye halki Ingiliz himayesine karsi direnise geçti. Kürt, Arap veya Türkmen olsunlar, tüm Müslüman kabileler Ingilizler’e vergi vermekte direnmisler, sik sik Ingilizlere karsi eylemler düzenlemislerdir. Musul halki, Ankara’da ilk Meclis’in açilmasiyla güçlenen Millî Mücâdele hareketine de destek vermistir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi Ingilizler’e karsi Mustafa Kemal Pasa ile isbirligine girmislerdir. Tarihçi Mim Kemal Öke, Ingiliz arsivlerine dayanarak Musul’daki Arap ve Kürtler’in, Ingiliz himayesindeki Kral Faysal’a degil de Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine dayanmayi tercih ettiklerini ifâde etmektedir”.

Musul halkinin tüm unsurlarinin (Kürt, Türkmen ve Araplarin) Osmanli’ya ve yeni kurulan Ankara hükümetine karsi gösterdikleri bu sadakat karsisinda Ankara hükümeti de duyarli davranmistir. Mustafa Kemal Pasa’nin 1 Mayis 1920 tarihinde B.M.M.’nde yaptigi konusma, Musul konusundaki düsüncesini ve savundugu politikayi açik bir sekilde ortaya koymaktadir:

“Hep kabul ettigimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, Iskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, sarka dogru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. Iste hudud-u millîmiz budur dedik!”4

Mustafa Kemal Pasa ve Ankara hükümeti, Musul konusundaki bu kararliligi Lozan Konferansi’na kadar olan süre içinde çesitli vesilelerle gösterdi. Ingilizler’in Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasinda bulunan ve Ankara Hükümeti’ni destekleyen “Sürücü Asireti”ne saldirmalari üzerine Mustafa Kemal Pasa, Millî Müdâfaa Vekâleti’ne çektigi telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istedi”.5 Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey’e verildi. Özdemir Bey, kuvvetleriyle baslangiçta bölgede oldukça önemli basarilar elde etti, ancak daha sonra geri çekilmek zorunda kaldi. Özdemir Bey’in Revanduz’da kazandigi basari, bölgedeki halk ve asiretler üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayi’ni Musul’un kurtarilmasi için bâzi askerî tedbirlerin alinmasina sevk edecekti. Dönemin Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa 7 Eylül 1922 tarihli yaziyla El-Cezire Cephesi Kumandanligindan, Musul’a taarruz için gerekli hazirliklarin yapilmasini dahi istedi.6

Görüldügü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansi’nin baslamasindan önce Musul’un gerekirse silah yoluyla kurtarilmasi için Ingilizler’e karsi bir harekâti göze almisti. Kuskusuz Musul halkinin tamamina yakininin isgalci Ingilizlere karsi Ankara Hükümeti’nin yaninda yer almasi, böyle bir harekatin hem nedeni hem de hakli gerekçesiydi. Ancak Türk Kuvvetleri’nden bir kisminin Bati Cephesi’ne kaydirilmak zorunda kalinmasi ve daha sonra Lozan Konferansi’nin baslamasi, bu düsüncenin gerçeklesmesine engel oldu.

Lozan Konferansi’nda üzerinde en çetin tartismalarin yürütüldügü konu ise “Musul Meselesi” oldu. Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, I. Dünya Savasi’nin galibi olarak Lozan Konferansi’na egemen olan Ingiltere için de gerek zengin “petrol kaynaklari” ve gerekse “Hindistan yolunun emniyeti” bakimindan ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve ekonomik öneme sahip bir bölgeydi. Türkiye ise, hakli olarak, Misâk-i Millî’nin vazgeçilmez bir parçasi olan ve üzerinde yasayan insanlarin da kendisiyle dil, din, kültür ve tarih baglariyla bagli oldugu Musul vilayetine sahip olmak istiyordu. Lozan’a giden Türk heyetinin basinda olan Ismet Pasa, gerek T.B.M.M.’de yaptigi konusmada gerekse Sapanca’da trende iken gazetecilere verdigi demecinde Türk heyetinin amacinin Misâk-i Millîyi gerçeklestirmek oldugunu israrla vurgulamisti.7

Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansi’nin 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alindi. Ismet Pasa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, cografî, ekonomik ve askerî açilardan genis bir sekilde ve son derece tutarli bir biçimde savundu.

Ismet Pasa’nin bu konusmasi incelendiginde Musul’un bir Türk topragi olarak tanimlanmasindaki gerekçelerin yani sira Ingiltere’nin ortaya koymaya çalistigi iddialari da çürüttügü dikkati çekmektedir.

Türk tezinin dayandigi temel noktalardan biri etnik sebeplerdir. Musul vilâyetinde yerlesik nüfus, 503.000 kisi olarak gösterilmis, Türk-Kürt ayrimi yapilmaksizin çogunlugun Türk oldugu vurgulanmis ve bölgenin Anadolu’dan ayrilamayacagi belirtilmistir. Ismet Pasa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul’u meydana getiren unsurlari su sekilde göstermistir:8

Resim

Bu rakamlardan anlasilacagi gibi, Araplarla Müslüman olmayan gruplarin Musul vilâyeti nüfusu içinde azinlikta, Kürtler’le Türkler’in çogunlukta oldugunu Ingiliz temsilcileri de kabul etmistir. Ismet Pasa’nin ortaya koydugu diger argümanlar ise su sekilde özetlenebilir:

Musul vilâyetinde oturanlar yeniden Türkiye’ye baglanmayi israrla istemektedirler; çünkü, sömürgelesmis bir halk olmaktan çikarak, bagimsiz bir devletin yurttaslari olacaklarini bilmektedirler. (Bu, aslinda Musul’un Türkiye’ye baglanmasini gerekli kilan en önemli degerdir ve günümüz için de gelistirilecek bir “Musul stratejisi” için en önemli deger olmalidir.)

Cografî ve siyasal bakimlardan, bu vilâyet, Anadolu’yu tamamlayan bir parçadir. Musul ancak Anadolu’ya bagli kalmakla gerçek çikis yerleri olan Akdeniz limanlariyla siki iliski kurabilecektir.

Hukukî bakimdan hâlâ Osmanli Devleti’nin bir parçasi olan Musul için Ingiltere’nin yapacagi bütün antlasmalarin ve sözlesmelerin hukukî açidan hiçbir degeri olamaz.

Anadolu’nun güney kesimlerini birlestiren yollarin kavsak noktasi olan Musul’un ticaret iliskileri ve bu bölgenin güvenilirligi bakimindan Türkiye’nin elinde olmasi zorunludur.
Musul vilâyeti, Türkiye’nin birçok baska parçalari gibi, savasin durmasindan sonra ve yapilmis sözlesmelere aykiri olarak Türkiye’den alinmistir. Bu yüzden, ayni durumda kalmis öteki bölgeler gibi, Musul’un da Türkiye’ye verilmesi gerekir.

Kaynaklar:

1 “Battles: The Siege of Kut-al-Amara, 1916?;http://www.firstworldwar.com/battles/siegeofkut.htm
2 Türk Istiklâl Harbi I; Mondros Mütarekesi ve Tatbikati, Genel Kurmay Yay., Ankara, 1962, s. 79
3 Mim Kemal Öke; Kerkük-Musul Dosyasi, Istanbul, 1991, s. 31
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; Cilt I, s.74
5 Türk Istiklâl Harbi; Cilt IV, Güney Cephesi, Genel Kurmay Baskanligi Basimevi, Ankara, 1966, s. 267
6 Türk Istiklâl Harbi; a.g.b., s. 282.; Kamuran Gürün; Savasan Dünya ve Türkiye, Ankara, 1986, s. 390-391
7 Ali Naci Karacam; Lozan, Istanbul, 1971, s. 63
8 Seha L. Meray; Lozan Baris Konferansi, Tutanaklar, Belgeler, Cilt I, Istanbul, 1993. s. 345.


Ancak Musul’u elde etmeye kararli olan Ingiliz heyeti bu gerekçelere karsi çesitli demagojilerle direndi ve Musul meselesi konferansin ikinci celsesine birakildi. Ikinci celse görüsmelerinde meselenin iyice çikmaza girmesi üzerine Türk heyeti yeni bir çözüm önerdi: Plebisit, yani halkoyu. Musul’da bir oylama yapilmali ve vilayet halkina Türkiye’ye mi yoksa Ingiliz mandasi altindaki Irak’a mi katilmak istedikleri sorulmaliydi. Son derece akilci, adilane ve makul olan bu teklif Lord Curzon tarafindan kabul edilmedi. Gerekçe ise oldukça sasirticiydi. Curzon’a göre, bölge halkinin oy verme aliskanligi yoktu. Bu konuda tecrübe sahibi olmadiklarindan plebisitin amacini anlayamayacaklarini ileri sürdü. Bu samimiyetsiz argüman, Ingilizlerin koruduklarini ve haklarini savunduklarini iddia ettikleri bölge halkini küçümsediklerini, onlara kendi geleceklerini tayin etme hakkini kesinlikle tanimadiklarini gösteriyordu. Ingiltere, Musul halkina, dönemin egemen ideolojisi olan Sosyal Darwinizm gözüyle bakiyor, onlari sözde güdülmesi ve Ingiliz çikarlari için sömürülmesi gören “ilkeller” olarak görüyordu.

Plebisit teklifi karsisinda Lord Curzon’un ikinci önemli manevrasi Musul meselesinin, I. Dünya Savasi’nin ardindan galip devletler tarafindan kurulan Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi ve kararin cemiyet tarafindan verilmesi teklifiydi. Bu teklif Ingiltere’nin müttefikleri tarafindan da desteklenmistir. Ancak elbette ki bu istek Ingiltere’nin Musul meselesini neredeyse kendine havale etmesi anlamina geliyordu. Çünkü Ingiltere Milletler Cemiyeti’nin kurucusu ve en güçlü birkaç üyesinden biriydi. Bu kurulusun Ingiliz çikarlarina aykiri bir karar vermeyecegi çok açikti. Türkiye ise Milletler Cemiyeti’ne üye bile degildi.

Dolayisiyla Türk heyeti Ingiltere’nin bu tuzak teklifini kabul etmedi. Türkiye’nin Musul’dan vazgeçmeyecegini ifade etti. Lozan Konferansi’nin sonraki celselerinde de bir gelisme olmadi. 4 Subat’ta yeni bir baris projesi hazirlayan Ingilizler ve müttefikleri baris görüsmelerinin kesilmesi tehdidinde bulunarak bunu Türk heyetine kabul ettirmeye çalistilar. Ismet Pasa bu teklifi kabul etmedi ancak 4 Subat 1923 tarihinde yazili bir teklif yaparak Musul meselesini Türkiye ile Ingiltere arasinda bir yil içinde ortak bir anlasmayla çözümlenmek üzere konferans programindan çikarilmasini istedi. Görüsmeler ayni gün sona erdi ve Türk heyeti yurda döndü.

Resim
“Hep kabul ettigimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, Iskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, sarka dogru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder.
Iste hudud-u millîmiz budur dedik!”


Kisacasi, Lozan Baris Konferansi Musul meselesini çözüme kavusturamadan sona erdi. Mesele Lozan Antlasmasi’ndan sonra Haziran 1926 tarihine kadar sürüncemede kalacakti. Üç yillik bir zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayis 1924 tarihinden itibaren Haliç Konferansi’nda ele alinacak, daha sonra Milletler Cemiyeti Meclisi’nde görüsülecek ve nihayet, Haziran 1926 tarihli Ankara Antlasmasi ile neticelenecekti.

Bu sürede yasanan gelismeler ise, aslinda Türk tezinin hakli oldugunu gösteriyordu. Musul halkinda, Kürt, Türkmen veya Arap olsun, Türkiye’ye katilma yönündeki egilimler agir basmaya devam etti. Özellikle Kürtlerin Türkiye’ye ve Ankara’ya olan bagliligi dikkat çekiciydi. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, TBMM’de yaptigi konusmada, bir Kürt olarak, “Bir insani ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasini ayirmak mümkün degil ise, Musul’u Türkiye’den ayirmak da mümkün degildir” diyerek, bölgede Türkler ve Kürtler arasinda bir ayriligin olmadigini savunmustu.9

Uyusmazligi gidermek amaciyla 19 Mayis 1924'de Istanbul’da Ingiltere’yle baslayan ikili görüsmelerde Ingiltere’nin Irak lehine Hakkari üzerinde de hak iddia etmesi üzerine Konferans’tan sonuç alinamadi. Bunun üzerine Ingiltere Musul meselesini 6 Agustos’ta Milletler Cemiyeti’ne götürdü.

önceki görüslerinde israr ederek Musul’da bir halk oylamasi yapilmasini istediyse de Ingiltere bu talebi de daha önce Lozan’da yaptigi gibi “bölgede yasayan halkin cahil oldugu ve sinir islerinden anlamadigi” gibi küstah bir gerekçeyle kabul etmedi.10 Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir sorusturma kurulu kurulmasini kararlastirdi. Komisyon baskanligina da Macaristan’in eski basbakanlarindan Kont Teleki getirildi. Komisyon Irak’ta incelemede bulunarak Musul halkinin görüslerine basvuracakti. Komisyon, çalismalarini sürdürdügü sirada Ingilizlerin saldirgan tavirlari ve kuzeye dogru yeni topraklari isgal etmesi, kanli olaylarin meydana gelmesine neden oldu. Bunun üzerine Konsey, 28 Ekim 1924'te bir sinir tanimi yaparak “Brüksel Hatti” adiyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak siniri tespit etti. Sorusturma Komisyonu hazirladigi raporu 16 Temmuz I925'te Cemiyet Meclisi’ne sundu. Raporda yer alan temel görüsler ana hatlariyla söyleydi:

Brüksel Hatti’nin cografî sinir olarak tespit edilmesi,

Musul vilâyetinde çogunlugun, sayilari 500 bini bulan Kürtler’den meydana geldigi,

Kürtler’in Türk ve Arap nüfustan fazla oldugu,

1928 yilinda sona erecek olan Irak’taki manda yönetiminin 25 yil daha uzatilmasi,

Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarinin verilmesi kaydiyla Musul’un Irak yönetimine birakilmasi,

Milletler Cemiyeti Meclisi’nin, bölgenin iki ülke arasinda taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sinir olarak kabul edilmesi,

Milletler Cemiyeti, Irak’taki manda yönetiminin uzatilmasini ve Kürtler’e imtiyazlar tanimak suretiyle bölgenin Irak’a birakilmasini uygun görmedigi takdirde, Musul’un Türkiye’ye birakilmasinin uygun olacagi,

Ingiltere’nin Hakkari üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.

Türkiye’nin bu komisyon raporuna itiraz etmesi üzerine, Konsey, 19 Eylül 1925'te La Haye Adalet Divani’ndan görüs istedi. Divan’in verdigi karar, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin isini kolaylastirir nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye’nin karsi çikmasina ragmen, 8 Aralik 1925'te Divan’in kararini benimsedigini açikladi. Hemen arkasindan da 16 Aralik 1925'te Sorusturma Komisyonu Raporu’nu kabul ederek, Brüksel Hatti’nin güneyindeki topraklarin Irak’a birakilmasini kabul eden kararini aldi.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti kararina tepkisi büyük oldu. Ancak dönemin iç sorunlari, Türkiye’nin henüz yeni savastan çikmis olmasi ve uluslararasi alanda yalniz konumda bulunmasi, daha fazla direnilmesine engel oldu. Türkiye defalarca Musul konusundaki Ingiliz oyunlarini kabul etmeyecegini açiklamasina ragmen sonunda mecbur birakilarak, Cemiyet Meclisi kararina uydu ve 5 Haziran I926'da yapilan Ankara Antlasmasi ile Musul’u Irak’a terketmeyi kabul etti.

Ankara Antlasmasi, “sinir, iyi komsuluk iliskileri ve genel hükümler” adi ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlasmanin bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sinirini tespit etmis, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10'unun 25 yil süreyle Türkiye’ye birakilmasini öngörmüstü. Ancak Türkiye daha sonra 500 bin Ingiliz lirasi karsiliginda bu hakkindan vazgeçti.

Musul’un Kaybedilisinin Bilançosu

Musul vilayeti, Türkiye’nin hakki olmasina ragmen ondan alinmistir. Bu vilayette yasayan insanlarin da rizasina aykiri olan bu uygulamanin hiçbir siyasi, tarihsel, hukuksal hakliligi yoktur.

Bu çok açik bir gerçek oldugu için, genç Türkiye Cumhuriyeti Musul’dan vazgeçmemek için büyük çaba göstermistir. Büyük Önder Atatürk, bu konuda son derece israrli ve kararli davranmistir. Degisik tarihlerdeki demeçlerinde Musul’un anavatandan ayrilmaz bir Türk yurdu oldugunu defalarca vurgulamistir.

Öyle ki Lozan Konferansi sonrasinda Musul konusunun çikmaza girmesi, Türkiye’yi, bölgeyi savasarak kazanma düsüncesine dahi yöneltmistir. Konferansin basarisizliga ugramasi halinde karsilasilacak güçlükler için o zamanki adi Erkan-i Harbiye-i Umumiye Riyaseti olan Savunma Bakanligi tarafindan “çok gizli” kaydiyla bir harekât plani hazirlanmis, fakat uygulanmamistir.11

Mustafa Kemal Pasa ve Ismet Pasa, Musul üzerine bir askerî harekâti çesitli zamanlarda müzakere etmisler, hatta Kâzim Karabekir Pasa’ya Musul’un alinmasi için teklifte dahi bulunmuslardir.12 Tüm bu askeri operasyon düsünceleri, TBMM hükümetlerinin ve Mustafa Kemal Pasa’nin Misâk-i Millînin gerçeklestirilmesi hususundaki hassasiyetinden ve özellikle de Musul’a verdikleri degerden kaynaklanmaktadir.

Musul’un kaybedilisini hazirlayan gelismeleri özetlersek, söyle bir tablo çikarabiliriz:

Bu süreçte Türkiye’ye karsi oynanan ilk oyun, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasindan sonra Kerkük sancaginin Ingilizler tarafindan haksiz isgalidir.

Resim
(Dicle nehri kenarina kurulu olan Musul'dan bir kare)


Ikinci oyun ise Lozan Konferansi’nda Türk heyetinin Musul’un Türkiye’ye verilmesi amaciyla saglam temellere dayanarak savundugu mükemmel tezine ragmen, Ingiliz baskisi ile Musul meselesinin sonraya birakilmasi ve Milletler Cemiyeti’ne havalesidir.

Musul meselesinde Ingiltere’nin siddetle direnmesi bölgenin petrol kaynaklari açisindan zengin olusu, stratejik önemi ve Ingiltere’nin imparatorluk yollari üzerinde olusundan dolayiydi. Bölgenin sahip oldugu bu özellikler, Ingiltere’nin israrci, uzlasmaz ve baskici tutumuna neden olmustu. Ingiltere’nin ortaya koydugu bu tavrin bir diger sebebi de I920'li yillarda hâlâ Türk Milleti’nin hayat hakkini tanimak istememesiydi. Yendiklerini sandiklari Türk Milleti’nin yeniden ayaga kalkarak düsmanlarini püskürtmesi ve haklarini geri istemesi, Ingiliz yönetimini hem sasirtmis hem de öfkelendirmisti.

Ingiltere’nin bu tavri karsisinda Türkiye’nin dis politika meselesindeki yalnizligi, Musul’un kaybedilmesinde öne çikan önemli bir nedendi. Bu yalnizlik, Milletler Cemiyeti’nde açikça görülüyordu. Türkiye, Cemiyet’in üyesi bile degildi. Ingiltere ise asli ve kurucu üyesiydi. Bu yapidaki bir kurumdan Türkiye lehine bir kararin çikmasi oldukça zordu. Bunun yani sira Ingiltere; Irak, Milletler Cemiyeti, Sorusturma Komisyonu ve dünya kamuoyu üzerinde özellikle propaganda alaninda üstün bir durumdaydi.

Tüm bu tarihçe içinde belki de en önemli olan nokta ise, Türkiye’nin tam iki kez Musul’da halk oylamasi yapilmasini istemis olmasidir. Bu, elbette, Türkiye’nin Musul halkinin kendisine olan sevgi ve bagliligindan endise duymadigi için ileri sürülmüs bir tekliftir.

O zamanlardan günümüze miras kalacak bir politika varsa, o da bu sevgi ve bagliligi yeniden tesis etmek, Kuzey Irak’taki insanlarin kalbini ve zihnini kazanarak, Türkiye’yi bölge itibar, nüfuz ve etki sahibi bir güç yapmak olmalidir.

Kaynaklar:

9 Suphi Saatçi; Tarihî Gelisimi Içinde Irak’ta Türk Varligi, Istanbul, 1996, s.160
10 Mehmet Gönlübol-Cem Sar; Olaylar/a Türk Dis Politikasi, (1919-1973), Cilt I, 5. Baski, A.Ü.S.B.FYay., Ankara, 1982, s.75
11 Kadir Misiroglu; Musul Meselesi ve Irak Türkleri, Istanbul, 1975, s. 108
12 Kâzim Karabekir; Pasalarin Kavgasi, Istanbul, 1991, s. 279, 283
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Türk Tarihi

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x