MUHALEFETİ AMİRALLER DE KURTARAMADI
Emekli amiraller bildirisi ne diyor: 1° Montrö tartışılamaz, 2° Ordu tarikatlara teslim edilemez.
Normalde olması gereken ve benim de şiddetle desteklediğim sava göre, öncelikle ‘sözde’ iktidar adayı muhalefet (CHP ve İYİ parti) olmak üzere, Ordu içinden yurtsever subaylar, öğretim üyeleri ve öğrencileri dahil üniversiteler, işçi sendikaları, esnaf kuruluşları, köy kooperatifleri, dernekler falan topyekûn bu iki öneriyi sonuna kadar savunmalı ve amirallerin arkasında durmalıydılar.
Ama ne oldu?
‘Gevrek’ ana muhalefet partisi, aman bize askerin yanında duruyor demesinler dedi.
‘Zevzek’ yavru muhalefetin başı ‘sırası mıydı?’ derken, eski sözcüsü ve her kezinde çam deviren Ağıralioğlu mu nedir, ‘darbelere karşıyız’ dedi.
Döküntü muhalefete gelince, onlar da biz ‘Eski Türkiye’ye dönmek istemiyoruz dediler doğal olarak.
Çünkü bu sonuncuların gerçekten neye muhalif olduklarını bendeniz henüz anlamış değilim ama eninde sonunda kıvıracaklarından eminim.
Böylece, aralarında siyasal görüşlerine katılmadığım olsa da, bilgi ve becerilerine güvendiğim yüzdört emekli amiralin, gerçekte iki canalacı konuya parmak basmaları, bir anlamda ‘kendilerini feda’ boyutuna indirgenmiş oldu.
Ardından muhalefet cenahında amirallerin suçsuzluklarını kanıtlama çabasına yönelindi.
“Bu amiraller vallahi de darbeci değil, billahi de değil”.
“Biz de oldum olası darbelere karşıyız”
“Darbecinin boynu altında kalsın”.
“Allah belalarını versin” ve ilah..
Böyle söylenildiğinde güya, ‘ençok demokrat’ olunur diye düşünülüyor.
Bir ‘demokrasi’ sözcüğü var ki, sizi temin ederim, kesinlikle onun ‘çağdaş anlamı’ hâlâ kavranılamamıştır.
Onlara göre, demokrasi için illa bir ‘sandık’ kurulacak.
Ama her ‘sandık’tan yenik ayrılacaklar.
Çünkü ‘sandık’ı koyan sahtekâr.
‘Sayım’ı yapan namussuz.
‘Onay’ı veren ahlaksız.
Ve bu muhalefet, gök yarılsa ‘namussuzdan hesap soracak konum’a asla gelemeyecek.
Oysa, gerçek ‘demokrasi’lerde olduğu gibi, sandığa günü geldiğinde gidilecektir ama, sandığa gitmeden de iktidarı ‘istifa’ya zorlayacak yol ve yöntemlere başvurulabilinmektedir.
Örneğin, kitleler sokağa dökülebilinmelidir.
‘Zevzek’lik eden, diyelim Diyanet İşleri Başkanı’nın sarığı çıkarılıp keli görülebilinmelidir.
Ayasofya imamı gerekirse Sofya’ya sürülebilinmelidir.
Kaldığı kadarıyla, Ordu’yu maceralara sürükleyen Genelkurmay başkanı’nın koruması kaldırılıp lojman hakkı elinden alınabilinmelidir.
Başarısız Milli Savunma Bakanı görevden el çektirilebilmeli, eğer eski asker ise Orduevi’ne girişi yasaklanabilinmelidir.
Salgınla mücadele edemeyen Sağlık Bakanı, eğer doktor ise, sağlık memurluğuna rütbe-i tenzil edilebilinmelidir.
Vb. Vb.
‘Kifayetsiz muhteris’ ise cezasını çekmek üzere derhal görevden elden çektirilebilmelidir.
İşte bunlar yapılabiliyorsa ‘demokrasi’ vardır.
Bunlar yoksa ‘demokrasi’ de yok demektir.
Öyle ki, Büyükelçi ağzını açsa ağzına biber sürülür, asker söz söyleyecek olsa ‘darbeci’ diye içeri tıkılabilir.
Milletvekilinin milletvekilliği düşürülür.
Belediye Başkanı yerine kayyum atanabilir.
Yat denilince yatılır, kalk denilince kalkılır.
Bu ülkede Genelkurmay Başkanlarından biri amuda kaldırılarak yürütülmedi diğeri de kodese tıkılmadı mı?
Ve bugün, irili ufaklı muhalefet dahil seksen milyonluk bir kesim (ne diyeyim bilemedim) aç sefil ‘sandık’ ne zaman gelecek diye beklemektedir.
Ki gelip gelmeyeceği de meçhuldür.
Bana da, senin ‘demokrat’lığın batsın demekten başka çare kalmamaktadır.
‘Hodri meydan’ da değil, ‘Ya herro ya merro’ diyemeyen bir muhalefet olsa olsa ‘yerli ve millî’ (!) bir muhalefet olmuş demektir.