Oy için evliya pozu kesenler başta olmak üzere, dünyalık şeyler için İslam’ı istismar edenlere ‘takiyyeci’ demeyi adet edinmişiz. Bu kelimeyle ifade etmeye çalıştığımız şey, bu dünyalık meraklısı softaların aslında sahte Müslüman oldukları, yalancı oldukları, inandıklarıyla söyledikleri arasında fark olduğu gibi şeyler…
Halbuki takıyye, İslam’a göre kınanacak bir hareket değildir.[1] Bizzat Kur’an ayetleriyle ve hadislerle, onaylanan, desteklenen, tavsiye edilen, yol verilen bir yalancılık biçimidir.[2]
‘Kendini korumak’ gibi bir biçimde tercüme edilen bu kelime ve bu hareket, İslami kaynaklarda değişik örneklerle onaylanmış.
Firavun’un çevresinde, renk vermeden barınan bir mümin,[3] anne-babası kafirler tarafından öldürülünce can korkusuyla İslam’ı inkâr eden bir sahabe[4] vs…
Merak edenler, İslam Ansiklopedisinin ‘takıyye’ başlığından, detaylı övgü okuyabilir.
Geçelim!
Takıyyeci olmakla itham ettiğimiz kişilere bir kınama cümlesi sarf ettiğimiz halde, onlar açısından bu durum, utanılacak bir durum değil; bilakis İslam’a uygun bir davranıştır.
Siyer okuyan kimseler de İslam peygamberinin hayatını, Mekke ve Medine dönemleri olarak iki parçada inceleyecek ve bu iki dönemde, iki farklı davranış biçimi olduğunu kolayca fark edecektir.
Özetlemek gerekirse;
Bir Müslümanın, kendinden güçlü olan toplumla, kendinden güçsüz olan topluma karşı davranışları arasında çok büyük bir fark vardır ve İslam dini, buna izin vermiştir.
O halde; geçek niyetlerini saklayarak, saklı amacına ulaşana kadar yalan söyleyen, riyakarlık yapan ve aslında Müslüman olmadığı halde, dünyalık şeyler için İslam’ı diline dolayanlara ne diyeceğiz?
Bu gibiler kimseleri tanımlarken kullanacağımız kelim ‘münafık’ olmalı.
Münafık, nifak kelimesinden türetilmiş bir sıfat.
İslam’ın kaynaklarının tamamında yerilmiş, üzerinde özenle durulmuş, detaylı tarifi yapılmış bir kötü biçimi.
Genel bir bakışla, bu münafıklar iki çeşit:
Birinci çeşit, kendi ruh dünyasında bocalayan, bazen iman eden, bazen inkâr eden, gitgelli bir psikolojik vaka…
İkinci çeşit münafıklarsa bunlardan daha şuurlu.
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyen, işine geldiği gibi davranan, dünyalık menfaatleri gereği yaşayan, iman etmediği şeyler için bile gerektiği durumlarda kafa kesecek politik vaka…
Kimsenin beynine, kalbine yalan makinesi bağlanıp imandan sınava çekmemiz mümkün olmadığına göre, bu sinsileri nasıl tespit edeceğiz?
İslam peygamberi, bu konuda bir yöntem söylemiş:
‘Münafığın üç alameti vardır:
1- Yalan söyler,
2- sözünde durmaz,
3- emanete ihanet eder.
Böyle kimse, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.’[5]
Geçelim!
İslam dininin ‘can tehlikesi’ olan durumlar için yol verdiği ‘takiyyeyi’, siyasi menfaatleri için ya da basit dünyalıklar için tepe tepe kullanan bir kimse, aslında İslam’a hizmet eden bir yalancı değil de Müslüman görünümlü bir münafık olamaz mı?
Daha basit sorayım:
İslam’a inandığından emin olduğunuz bir siyasetçi var.
Dönemin şartları, dünyanın konjonktürel zorlukları, içinde bulunduğu durumun gereklilikleri sebebiyle rahatça konuşamadığını ya da rahatça çalışamadığını düşünüyorsunuz.
Bu siyaset cambazının, dile getirmediği şeriatçılığından, açıkça söylemediği hayallerinden, dümdüz konuşmadığı planlarından nasıl emin oluyorsunuz?
Aynı kişi, sizin Müslüman kitlenizin oyunu, parasını, desteğini, sevgisini, saygısını kullanan, şahsi menfaatleri için sizden gibi görünen, size yaranarak, yamanarak yolunu bulan bir münafık olamaz mı?
İkisi birden yalancılık olduğu halde, işinize gelen takıyyecilikle, destekleyemeyeceğiniz münafıklık arasında, hangisinin uzmanı olduğunu nasıl tespit ediyorsunuz?
Profesyonel bir yalancının, size mi, sizden olmayanlara mı yalan söylediğini nasıl anlıyorsunuz?
Geçelim!
Askerlik vazifesi sırasında operasyon görenler hatırlayacaktır:
Pusuya düşmeyeceğinden emin olduğun an, pusuya düşmeye en müsait olduğun andır.
– Neden?
– Çünkü kardeşim, pusuya düşmeyeceğinden emin olduğunda, önce rahatlığa, sonra gevşekliğe, sonra da uykuya teslim olursun. O uyku tatlıdır, keyiflidir, pembe rüyalar görmeye uygundur ama en çok da son uykun olmaya uygundur.
Hem seni hem düşmanını övebilen bir siyasetçinin, senden olduğuna inanacak kadar rahatsın.
Düşmanınla sarmaş dolaş gördüğün siyasetçinin iyi niyetine kefil olacak kadar gevşeksin.
Düşmanına dost diyen siyasetçiye alkış tutacak kadar sarhoşsun.
Onlarca kilise açtığını, papazlarla oturup kalktığını, hahamlarla iftar yaptığını, defalarca yalan söylediğini, yüzlerce sözünde durmadığını, binlerce emanete ihanet ettiğini gördüğün bir adamın imanına kefil olacak kadar gafilsin.
Pusuya düşmen için en uygun gaflette, bu uykunun son uykun olması için en uygun şartlardasın.
Kilise açtığında kahretmediğin adama, cami açtığında iltifat edecek kadar tuhaf bir Müslümansın.
Üstelik; bir adama müze açtığı için kafirlik yakıştırırken, kilise açana -utanmasan- İslam evliyası diyecek derecede riyakârsın da…
Tekrar soracağım;
Bu alkış tuttuklarının, başına çıkardıklarının, öve öve dilini yorduklarının, hatrına hem mazide hem bugünde kırmadık dal bırakmadıklarının imanından emin misin?
Bazı şartlar gereği takıyye yaptığını sandıkların, senin gibileri parmağında oynatan münafıklar olmasın?
Bundan daha vahim bir ihtimal daha var:
Bizzat sen, kandırılan bir gariban değil de her şeyin farkında olduğu halde, Firavun’un yakınında kalarak menfaat icabı ona tapan bir mümin olabilir misin?
Bu alkış tufanınız, çılgın kalabalığınız, bu azgınlıklarınız, sömürülen kalabalığın uykusu değil de münafık dayanışması olabilir mi?
[1] Âl-i İmrân Suresi – 28 . Ayet
[2] Nahl Suresi – 106 . Ayet
[3] Mü’min Suresi – 28-29 . Ayet
[4] Taberî, XIV, 237-238; İbnü’l-Esîr, IV, 131
[5] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108.
TAYMA
https://www.canerkara.net/munafik/?fbcl ... Phq6vXVRQQ