
Müritleşen demokrasi ‘Tirit-Girit’ gibi kafiye-safiye meselesidir. Marabalığı, yaşantısının vazgeçilmez esası yapan kişi özgürlükten, demokratik kültürden bahsediyor. Yedi köyün ağası da aynı şeyi söylüyor. Her şeyini ‘şeyhinin, efendisinin takdirine bırakmış’ kişi de özgürlükten, birey olmaktan ve demokrasiden bahsediyor. Demokrasi giderek ağalaşıyor ve müritleşiyor.
Ağa kültürüyle ‘birey olmak ve bireysel haklar arasında’ sizce nasıl bir ilişki var? Tirit-Girit arasında nasıl bir ilişki varsa, öyle bir ilişki vardır.
Girit Osmanlı’nın elinden çıkınca padişaha söylemekten çekiniyorlar. Ancak durumu, padişahın başka yerden duymasına da razı değiller. Düşünüp taşınıp şöyle bir yol buluyorlar: Bu olayı, dolaylı olarak ancak Padişahın soytarısı aktarabilir. Soytarı, Padişah’a gider bir iki kıvırtmadan sonra ‘tereyağlı tirit, gitti Girit, der. Soytarının dünyasında ‘sözün anlamı’ eğlendirici olmasıyla sınırlıdır.
Aynen bunun gibi ‘cici ve kafiyeli kelimeleri yan yana koyup hizaya getirmenin düşünce olduğunu sanan ‘liberal ve dinci faşistlere göre’ eli silahlı ve durmadan kan döken terörist örgütün ‘uzantıları’ barışçı ve demokratik insanlardır. Son günlerde atağa geçen bazı efsane aydınlar ‘hiçbir ahlaki sınır gözetmeden’ ahkâm kesiyorlar. Yeter ki konuşmanın içinde değer içerikli kelimeler olsun, kâfi. Barış, demokratik açılım, hoşgörü ve analar ağlamasın gibi… Şimdi on ana ve analar ağlıyor. Demokratik açılımın havarilerine göre bu olaylar barışın yansımalarıdır(!) Onlar “terörist” değiller, silah da kullanmadılar, askerler şehit olmadılar, onların hepsi görüntüden ibaret. Barışı engellemek için birileri tezgâhladılar. Böyle bir yorum olabilir mi, olur.
Kafiye-safiye meselesi. Hoca hanımı Safiye ile oynaşıyormuş. Hanımı alta düşmüş ve bağırmış hoca kalk canım yandı! O sıralarda Hoca’nın şairliği üstünde olduğu için ‘boşadım seni dokuz talak’ demiş. Hanım feryat etmiş, hoca ne yapıyorsun, durup dururken beni boşadın. Hocanın yine şairliği üzerinde. Demiş ki ‘yapalım derken kafiye elden gitti safiye.’ Oradan buradan havale edilen ve uydurulan ‘açılım saçılım’ kafiyesi yapalım derken, toplum param parça ediliyor!
Adam, birinin müridi. Şeyhi ne derse onu yapar. Gerekirse şeyhi emrettiği için karısını ve çocuklarını terk eder. Her şeyine şeyhi karar verir. Ona göre şeyhinin bütün söyledikleri mahza hakikattir. Uzun sözün kısası adam mürit oğlu mürit. Ama her konuşmasında demokrasiden ve özgürlükten bahsediyor. Demokrasi zıvanadan çıkıyor, müritleşiyor. Her kalıba her hiyerarşik güdümlemeye uyum gösteriyor. Her kim ıslık çalıyorsa o tarafa koşuyor, zevzekleşiyor. Zevzek demokrat ‘yönünü kaybediyor’ başlıyor havlamaya. Kendine benzemeyen kim varsa, ona sataşıyor. Dağarcığında biriktirdiği ne varsa hepsini peş peşe sıralıyor. Sonra günahtan, dinden imandan bahsediyor. Bu mantığa göre şeyhin kutsadığı iktidar demokrattır, onun her yaptığı demokrasinin gereğidir. Onların söylediğini ve yaptığını sonuna kadar savunmak demokrat olmaktır.
Depremi ilahi ceza olarak gören, ancak bunu, parmakla göstererek birilerine tahsis eden bir anlayış ülkenin birçok yerinde yaşanan, hatta Türkiye’nin en başta gelen şehrinde yirmi kişinin ölümüne sebep olan tabii afetleri nasıl izah ediyor? Acaba kimler affedilmez günah işlediler de sular kükredi? Dini ‘kendi nefislerini temizlemek için kullananlar’ dindar insanların yönettikleri ülkede böylesi olayların yaşanmasını nasıl izah ederler. Acaba kimler ‘dindarlık zırhının altında dinsizlik yaptı ve dinsizlere hizmet etti? Anılan mantık açısından böyle bir soru sormak haksızlık mı?
Evet, bizim ahlakımız ve dindarlığımız böyle rezilce yorumları kaldırmaz. Bütün milletimize geçmiş olsun dileklerime sunar, ölenlere rahmet kalanlara Yüce Mevla’dan sabır dilerim. Dinin içini kemirerek bitirenler, dolayısıyla kütükleşenler, şimdi ‘demokrasi tramvayında ‘düm-tek’ gösterisi yapıyorlar. Bu da rahmetli Kemal Sunal’ın diliyle zembereği boşanmış demokrasi. Salla gitsin!
Nadim MACİT, 10 Eylül 2009