Müslüman(lık)lar İslâm'ın sırtında bir kambur oluşturuyor
Yine bu Ramazanda da maalesef ve maatteessüf, Ramazan muhabbeti denebilecek aynı şeyleri yaşıyoruz: Gazetelerde ve televizyonlarda, hiçbir yenilik, hiçbir yeni soluk getirmeyen, eski - ve eskimiş - standart sorulara, eski - ve eskimiş - standart cevaplar ve büyük bir kısmı da magazin; kadınların hayz ve nifas hâllerinde namaz kılıp oruç tutmaları ve Kurân okumalarının, açık baş ile namaz kılmalarının câiziyeti gibi asıl olarak ünsâ taîfesi üzerine odaklanmış sakızlar çiğneniyor, veyâhut, biraz daha ciddî olanları Allah, Peygamber sevgisi ve benzeri gibi bildik konularda bildik nakaratları tekrarlıyor vesâire.... Bu ikinci fasıl yine de faydalı, ama, asıl mesele bence bu: İslâm dünyası niçin bu hâlde?
Nedir bu hâl denebilir; bu hâl şu:
BİR: Arzın bir lordları var bir de kulları ve İslâm dünyası ikinci grupta yer alıyor. Müslümanlar - az da değil, şöyle böyle 1.7 milyarlık bir kitle ve on milyonlarca kilometrekarelik bir coğrafyadan bahsediyoruz - hemen her hususta etkisiz eleman. Ve tabiatiyle, dünya da İslâmı Müslümanlara bakarak değerlendirdiğine göre, bu da demek oluyor ki Müslümanlar ve dolayısıyla da Müslümanlar, İslâmı temsîl edemiyorlar ve hattâ - hâşâ - terzîl ediyorlar ve kezâlik yine aynı Müslüman(lık)lar, İslâmın sırtında ağır bir yük, dayanılmaz bir kambur oluşturuyorlar.
İKİ: Birincisiyle bağlı ve bağlantılı olarak, İslâm âlemi, en az üç asırdır mütemâdiyen ve muntazaman kan kaybediyor, irtifâ kaybediyor ve yaşayan İslâmın muhtelif envâı, yâni Müslümanlık(lar), buna elle tutulur, kabili tatbîk çâreler üretemiyor; daha anlaşılır bir lisan ile söylersek, Müslümanlar, müslüman olarak çâresiz kalmış vazıyette bulunuyorlar; müslüman kimlikleriyle en fazla yapabildikleri ya tedâfüî bir strateji ile îmanlarını korumaya, ya siyâseten istiklâllerini savunmaya, ya da Arzın lordları ile birşekilde uyum sağlamaya çalışmak veya bir de Türkiyenin Ilımlı İslâm ve Avrupa Birliği üyeliği projeleri ile yaptığı gibi, Batıya taşeronluk yapmaya ve kendisini Batı içerisinde eritmeye yönelmek ve bes beteri Irakta: Müstevlîye tetikçilik yapmak; daha fazlası yok. Bu, İslâmın değil ama, yaşayan İslâmın fonksiyonelliğini kaybedişi demektir.
Bir din, veya bir felsefî görüş veya bir ideoloji, niçin fonksiyonelliği kaybeder ve niçin bir tür termal ölüme doğru gider sorusunun cevâbını hâtırlayalım: Hayâtın sorduğu sorulara cevap vermekte, ortaya koyduğu sorunlara çözüm bulmakta zorlanmaya, tıkanmaya başladığı zaman. Meselâ, Actonın verdiği adla felsefî bir îmân olan Marksizmi[1] kimse dışarıdan yıkmadı; O, kendi-kendisini yıktı, bu bahsettiğimiz sebeple. Evet vâkıa Marksizm bir felsefe olarak yıkılmadı; ama hayatla bağı koptu, çünkü iş yapamıyordu, var olan, ama tıpkı ölü enerji gibi, bir ölü marksizm. Hristiyanlık da kezâ; nasıl ki Marksizmi Kapitalistler fonksiyonelsizleştirmedi ise, Hristiyanlığı da Müslümanlar fonksiyonelsizleştirmedi; kendi âkıbetini kendisi hazırladı.
Ve İslâm, yâni Müslümanlık.
Müslümanlığı bu hâle hiç kimse
getirmedi, Müslümanların kendilerinden başka.
Nasıl oldu bu iş?
Önce dolaylı cevap vereyim, aklım yettiğince: Jules Michelet (1798-1874) kült eseri Rönesansta, Hristiyanlığın zirvede olması hasebiyle kendisiyle özdeşleştiği Ortaçağın, birtek sebepten ve bir defada değil, birçok defalar ve birçok sebepten dolayı çöküşe geçtiğini anlatırken, Ortaçağ kaç kere sona ermedi ki dedikten sonra, birkaç paragraf aşağıda, şunları ilâve etmektedir[2]:
Ortaçağ, kesin olarak XV. ve XVI. yüzyıl-larda, matbaacılık, Yunan ve Roma medeniyeti, Amerika, doğu ve gerçek dünya sisteminin keşfi, göz kamaştıran ışıklarını kendi üzerine çevirdiği zaman can çekişti.
Bu çağın uzun sürmesinden nasıl bir netice çıkarmak lâzımdır. Her büyük müessese, her sistem bir kere hâkim olup dünya hayatına karıştı mı, devamlı olur, dayanır, ölümü uzun sürer. Paganlık Çiçeron zamanından itibaren sarsılmış iken Julien zamanında ve Theodosedan sonra da sürüklenip gitti.
Nüfus kâtibi isterse ölüm tarihini debdebeli cenaze alaylarının cesedi toprağa bırak-tığı gün olarak kaydetsin. Tarihçi bu ölüme ihtiyarın verimli çalışmasını kaybettiği günün tarihini koyar./.../ Her şey XII. yüzyılda biter.
Ya İslâm, yâni yaşayan İslâm(lar), yâni Müslümanlık(lar)? Elbet de İslâm sona ermez; lâkin Müslümanlık(lar)dan bahsedecek olursak, kaç defa sona ermedi ki?
[1] Bkz. H. B. Acton., The Illusion of the Epoch: Marxism-Leninism as a Philosophical Creed., Indianapolis 2007
[2] Michelet., Rönesans., Çeviren: Kâzım Berker., M.E.B. Yayınları., İstanbul, 1989., s.5-6
Durmuş HOCAOĞLU
durmushocaoglu@ttnet.net.tr