Bir yazıyı paylaşmamız, o yazıya külliyen katıldığımızı ve onu savunduğumuzu göstermiyor değil mi

Daha öne millilik, bayrağa sahip çıkma ve bu gibi önemli, kutsal simgeleri artık faşoların/yobazların elinden kurtarıp, "imama kızıp dinden çıkma" yanlışından ayılma diye özetleyebileceğim yazılar yazan TKP'li, soL'un genel yayın yönetmeni Kemal Okuyan'dan böyle bir yazı gelince tabii ki sizlerle paylaşmak istedim.
Eleştirilerime gelince, olumluları saymaya gerek görmedim, zira aşikar. Bunlar için Kemal Okuyan'ı ve bu yazıyı benimseyip sitesine koyan TKP'yi kutlularım.
("Kutlulamak".. FMV'nin, Feyzi Sıbyan Mektebi'nden, ismini, Türk Devrimi'ne uygun olarak Türkçeleştirmek üzere "Işık Okulları" diye değiştirmesi üzerine Mustafa Kemal'in, FMV'ye çektiği " .. yeni isminizi kutlularım" telgrafını, mezunu olduğum FMV Işık Üniversitesi'nin kapısından ilk gün kayıt için girdiğimden beri, sonrasındaki altı yıl boyunca her gün gördüğümden mütevellit, artık "kutlarım" yerine kullandığım bir kelimedir.)
Olumsuz eleştirilerim: Gerçi önce teknik olarak "burjuva devrimcisi" tam olarak ne anlama geliyor, bunu öğrenme ihtiyacı içindeyim; lakin ömrü cephelerde geçmiş, her türlü koşulda yaşamış, vatanı ve milletinin kurtuluşu ve rahatı için kendisi gün yüzü görmemiş bir Devrimci için, "burjuva" gibi bir kelime, hiç hoşuma gitmemekte! Hatta ayıp yahu!
Adam istese yeni padişah ve halife olabilirdi; hele ki silah arkadaşlarının hemen hepsi de aslında Cumhuriyeti değil saltanatı isterken, O'nun yapabileceği en kolay şey, belki de kendisini yeni padişah ilan etmekti, ama O, sıradan bir "vatandaş, yurttaş" gibi, ülkemize kendi kazandırdığı seçme ve seçilme hakkı sonucu ve gereği, parlementer ve reis-i cumhur olmuştur. Bu meseleyi daha bir yığın örnekle güçlendirmek mümkündür.
Bu ilk bakışta sırf duygusal olan, azıcık yüzeysel yaklaşımımla birlikte, ufaktan derinleşmeye başlayalım:
1- Her ne kadar sosyalizmi benimseyen bir insan olsam da, üretim araçlarının hepsinin devlete ait olması fikri, beni rahatsız etmekte. Her solcu, sosyalist, bence elini vicdanına koymalı ve esas çıkış noktasının anarşizm yahut anarko-komünizm olduğunu teslim etmeli. Yani bireysel özgürlüğün en coşkulu ve doğayla, insanlıkla en uyumlu bir şekilde yaşanabilmesini kutsayan bir insan olarak, diyelim ki üç metrekare bir bahçeye sahip olup, oraya soğan ekip biçme ve onu götürüp pazarda satma (gladyatör filmini, kahramanın o köydeki evini, başakları okşadığı anı hatırlayalım); yahut kendine ait bir ayakkabı tamircisi dükkanı işletme özgürlüğünden, kimseyi kısıtlama hakkımız olmadığını düşünüyorum, hissediyorum. (Ayakkabı tamircisi örneğini, Lenin'in, kitaplarında bahsettiğinden veriyorum; yoksa ben aslında ayakkabı tamircisi dükkanı yerine, kazancı dükkanı örneğini veririm, Bedih'e saygıdan dolayı.. Zira kendisi olayı çözmüş, ona göre yaşamış da biz işte onun içinde çözdüğü olayı, asırlık kuramlarla anlamaya çalışmaktayız.. Yunus'un adımları gibi, o da çekicini vurmakta, bakırlara..)
2- Mustafa Kemal, tüm ekonomiyi, nerdeyse olduğu gibi devletçi bir zemine oturtmuştur.
3- Belki de birinci maddede dile getirdiğim nedenlerden dolayı, kim bilir, özel teşebbüse de izin vermiştir; yani salt sosyalizm değil de, bizim şimdi Atatürkçü İktisat diye nitelendirebileceğimiz bir iktisadi yöntem belirlemiştir.
Lakin dananın kuyruğunun koptuğu yer de, bence işte buradadır: Mustafa Kemal, o koskoca Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak verdikten, Cumhuriyet'i ve Meclis'i kurduktan, o kadar kısa sürede eşi benzeri görülmemiş devrimleri yaptıktan sonra, bence kafayı taktığı esas mesele, kendi deyimi ile,
"artı değere nasıl el koyacağız" olmuştur.
Yani şimdiki komünistlerimiz, O'nu, özel teşebbüse izin vermesi ve dolayısıyla sermaye sınıfının oluşabilip, güçlenebilmesi ile eleştiredursunlar, ona hâşâ "burjuva devrimcisi" diyedursunlar..
O, kişisel özgürlüğü, işte bahçene soğan ekip satabilmeyi, yada bu topraklarda binlerce yıldır süregittiği gibi, mesela karabiber, ipekli kumaş alıp satabilmeyi özgür bırakmıştır.
Yasaklamamıştır.
Lakin ticaret yapa yapa, fabrika sahibi ola ola, sermaye sınıfı oluşacağını da tabii ki öngörüyor olarak.. Şimdi burada şaşırmamak lazım, Mustafa Kemal'in altını çizerek, defalarca okuduğu kitap sayısı 4-5 bindir; tabii ki Engels ve Marks'ın geliştirdiği Diyalektik Materyalizm'i çok iyi bilir, Marksizm'e hakimdir; Lenin'in devrim uygulmasını ise bizzat görmüş yaşamıştır; kimse kalkıp da Mustafa Kemal'in, özel teşebbüse izin verince, kapitalist sermaye sınıfının ortaya çıkacağını bilememe/öngörememe gibi bir durum içinde olduğunu savunamaz. (Kazancın artması ile sermaye birikimini önleyen Ahiliği de bu minvalde anmamızın yerinde olduğunu düşünüyorum ve Mustafa Kemal, hiç şüphe duymam ki işte bu "artı değer" meselesinde, Ahiliği de bolca düşüp tartışmıştır.)
Bence gayet iyi farkındaydı. Ama ömrünün son yıllarını, tıpkı Hatay Meselesi gibi, esas kuramsal olarak bence işte bu "artı değere nasıl el koymalı" fikrine adamıştı.
İşte bence bu yazıda, Kemal Okuyan'ın eksik bıraktığı temel nokta budur.
Gazi Mustafa Kemal ve iktisat kelimelerinin geçtiği hiçbir cümle, O'nun, "artı değere nasıl el koymalı" fikrini zikretmeden kurulamaz!
Tamam, kısa yoldan şimdi, TKP dahil, Yalçın Hoca dahil, "sosyalist cumhuriyet" demekte.. Eyvallah, ama şu an yani en büyük sosyalist devlet, SSCB çökmüşken, garibim Küba dışında sosyalizmin durumu ortadayken, tesbit edilen Sosyalist Cumhuriyet çözümünü, koskoca Mustafa Kemal, çağdaşı Engels ve Marks kuramını, arkadaşı Lenin de uygulamasını yapmış olarak, görememiş miydi? Yani Mustafa Kemal, "sosyalist cumhuriyet"i akıl edememişti de şimdi biz mi akıl ediyoruz? Yahut Mustafa Kemal, sermayeci falandı da mı, o "burjuva devrimi"ni yaptı?
Çok uzatmayayım. Bence Gazi Mustafa Kemal, vahşi kapitalizm ve tipik sosyalizme çözüm olacak esas iktisadi kuramı geliştiremeden, yada (Uğur Mumcu'nun birçok şeyi ispatlarla sabitleştirip ama kitabını basıtramadan katledilişi yani aramızdan, zamansız ayrılışı gibi) geliştirmiş ama bize açıklayamadan, gencecik yaşında Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.
En başa döneyim, O'na kalkıp 70 yıl sonra, "burjuva devrimcisi" demek, çok ağır ve en azından ayıp bir sözdür.