Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalizm
“Batı İle Uyuşma Türkiye’nin Kaçınılmaz Olarak Köleleştirilmesi Anlamına Gelecektir.”
Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalizm (sonradan uydurulan adıyla Atatürkçülük) onun bedensel varlığının aramızdan ayrılmasından bu yana her geçen gün bilinçli olarak anlaşılması olanaksızlaştırılmaktadır.
Kimi, kalemini kiraya vermiş devşirme yazar-çizer! takımı ve batının gönüllü uşaklığına soyunmuş güdümlü, batıcı sözde bilim adamları, Kemalizm’i; batının sömürgecilik konusunda uzman ve kurnaz mimarlarının çizdiği doğrultuda yozlaştırmaya, batıcı bir kaba sığdırmaya çalışmaktadırlar.
Atatürk’ün ulusal kurtuluşçu, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, devrimci duruşunun üzeri örtülmekte, her tür işbirlikçilik, uşaklık, uyduculuk mazur görülmekte/gösterilmektedir.
AB’ye üye olabilmek için siyasetçiler, Parti ayrımı olmaksızın birbiriyle yarışmaktadırlar. 1939’dan bu yana işbaşına gelen hükümetler, AB’nin ve ABD’nin milli egemenliğimizi zedeleyecek ve milli gururumuzla oynayacak her tür istemini kayıtsız koşulsuz kabullenmişlerdir.
Soros ve AB fonlarından beslenen sözde Atatürkçü örgütlenmeler, Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve siyasal bağımsızlığını ayaklar altına alacak Batı hayranı (hatta uşağı) sistemin propagandasını yapmaktadırlar.
Atatürk’ün emperyalizme karşı uzlaşmaz tavrı bilinçli olarak unutulmakta/unutturulmaktadır.
Bu nedenle biz, Mustafa Kemal Atatürk’ün 6 Mart 1922’de yaptığı TBMM Konuşmasını anımsatma gereği duyduk. 22.03.204
YÖNETİM KURULU ADINA:
Mahmut ÖZYÜREK
21 Mart 2014
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI
“Batı İle Uyuşma Türkiye’nin Kaçınılmaz Olarak Köleleştirilmesi Anlamına Gelecektir.”
Aşağıda Atatürk’ün 06 Mart 1922’de T.B.M.M.’de yaptığı bir konuşma yer almaktadır.
‘...Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zararıyla, Türkiye’nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatini ve Ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye’nin zararıyla gerçekleşmiştir.
Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere’nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana’dan sonra Peşte ve Belgrat’ta yenilmeseydi, Avusturya / Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya’da, ayni kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir.’
‘...Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekâlar, duygular, fikirler, Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine islemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.’
‘...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelimse cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karsılaşmışlardır. İste Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.’
‘...Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu.
Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu ‘Maneviyatı’yla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu’yla Bati’nin birleştiği yerde bulunduğumuz, ‘maneviyat’ından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir
sonuç beklenemez (bundan) .’
‘... Bu düşüsün çıkış noktası korkuyla, acizle başlamıştır.
Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa basına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karsısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler.
Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki ‘Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’
Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar bizi idare etsin’ diyorlardı.’
‘...Bilelim ki, ulusal benliğini bilmeyen uluslar, başka uluslara yem olurlar.’
Kaynak: Meclis konuşmasından./ İş Bankası Kültür Yayınları./ TBMM Gizli celse zabıtları cilt–3. /.6 Mart 1922.- Mustafa Kemal.