Mustafa Kemal'i Yaratan Koşullar (1-2) / Metin AYDOĞAN

Mustafa Kemal'i Yaratan Koşullar (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Eyl 02, 2015 13:14

Mustafa Kemal'i Yaratan Koşullar -1

20.Yüzyıl başında, Yemen’den Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir alanda savaşan subaylar, çatışmalar içinde pişerek kendilerini yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen; donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı. Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. “Ülkenin bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”. Sivil ya da asker Türk aydını, canını dişine takarak, onur ve varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum etmişti. Mustafa Kemal, bu kuşağın insanıydı.

Acılı Kuşak

Osmanlı aydınları, 19.yüzyılın son çeyreğinde, kararlı bir atılganlıkla vatan savunmasına girişti. Sürekli çatışmalar, yoğun dış saldırı; iç siyasi baskı ve doğal olmayan ölümlerle iç içe yaşadılar. “Destanlarla büyümüş”, çok genç bir kuşaktılar. İmparatorluğun çöküşünü izlerken, öfke ve kızgınlık içinde bunalıyorlardı. Kişiselliği aşmış savaşkan ülkücülerdi. Vatan savunmasında sorumluluk yüklenip düşmanla boğuşmanın yanında; “tutuklanmalar, cezaevleri, hatta idam sehpalarıyla” uğraştılar. Anadolu’nun yoksul insanlarının, cephelerde tükenişi gibi, “koca bir imparatorluğun çöküşü, sanki onların kaderi olmuştu”. 1 

Osmanlı Yurtseverleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda yurtsever aydınlar, yenilgiler sürecine tepki olarak, 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktılar. Bu kuşak, yüzyıllarca süre gelen savaşların, yenilgilerin ve bir türlü bitmeyen göç acılarının ürünleriydiler. Kararlı ve özverili, savaşkan bir aydın kuşağı, özellikle subaylar, geç de olsa sonunda ortaya çıkıyordu.

Gözlerinin önünde yitip giden ülkenin acısını duyarak mücadeleye atıldılar. Savaşların sert ortamında yetişerek, olağanüstü bir direngenliğe ulaşmışlardı. Ancak soruna çözüm getirecek kalıcı bir kurtuluş yolu bulamıyor, Batıcılık-yurtseverlik ikilemi içinde bocalıyarak, dünya olaylarını yerli yerine oturtamıyorlardı. Çoğunluğu, ölümü göze alan katıksız yurtseverlerdi ama yeterince tanımadıkları Batı etkisinden kurtulamıyorlardı.

Harp Akademisi’nin genç kurmayları; Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye öğrencileri, büyük bir özveri ve inançla mücadeleye atıldılar. Namık Kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1829-1880), Tevfik Fikret (1867-1915), Gaspralı İsmail (1851-1914), İsmail Akçura (1876-1935) bu kuşağın öncü düşünürleriydiler.

20.Yüzyıl başında, Yemen’den Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir alanda savaşan subaylar, bu aydınlardan etkilenerek ve çatışmalar içinde pişerek kendilerini yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen; donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı. Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. Okuyorlar ve tarihteki büyük başarıları öğrenmenin verdiği özgüvenle, kimliklerini, ruh ve inançlarındaki değerleri yitirmemeye çalışıyorlardı. “Ülkenin bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”. 2 

Sivil ya da asker Türk aydını, canını dişine takarak, onur ve varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum etmişti. Mustafa Kemal, bu kuşağın insanıydı.

Selanik

20.Yüzyılın başında Selanik, yalnızca Balkanlar’ın değil, tüm İmparatorluğun en varsıl, en gelişkin ve en eski kentlerinden biri, belki de birincisiydi. İstanbul’dan 79 yıl önce 1374’de ele geçirilmiş, yarım bin yıllık bir Türk kentiydi. Ekonomik ve kültürel canlılığın yarattığı yüksek yaşam düzeyiyle, nitelikli bir siyasi devingenlik içinde bulunan bir ordu merkezi, bir asker kentiydi. Siyasi ve kültürel örgütler, gazete ve dergileriyle aydınlar, askerler, subaylar, birlikler ve savaş araçları, kentin doğal dokusu gibiydi.

Devletin güçsüz düşmesini fırsat bilen ve Batının desteğini arkalarına alan küçük Balkan devletleri, gözlerini Selanik’e dikmişler, onu ele geçirmek için her yolu denemektedirler. Yıldırmanın (terörün) her türünü kullanan Bulgar ya da Yunan çetecilerin vahşeti, Müslüman Türk halkı üzerinde derin izler bırakmakta 3 , Selanik’in ve İmparatorluğun geleceğinden kaygı duyan aydınlar, bir araya gelerek tartışmakta ve örgütlenmektedirler. Kışlalar, okullar, aile ya da arkadaş toplantılarının değişmeyen konusu, ülkenin içinde bulunduğu kötü durum ve geleceğe yönelik yapılması gerekenlerdir. Türk halkının yaşadığı ve yaşayacağı olumsuzlukları herkes görmekte, ancak atılacak adım konusunda kimse; çoğunluğun katılacağı, açık ve uygulanabilir bir öneri getirememektedir.

Beyaz Kule Gazinosu

Böyle bir Selanik’te büyüyen Mustafa Kemal, 1907 yılında kıdemli yüzbaşıdır. O yılın bir yaz akşamında, arkadaşlarıyla sıkça buluştukları Selanik’in ünlü Beyaz Kule Gazinosu’nda bir araya gelmişlerdir. Konuşmaların ana konusu, doğal olarak, ülkenin içinde bulunduğu sorunlar ve yapılması gerekenlerdir.

Değişik ve ileri düşünceleri nedeniyle, daha çok o konuşmakta, arkadaşları yeni bir bakış açısı ve değişik bilgilerle karşılaşmanın çekiciliğiyle ona sorular sormaktadırlar. Ülkenin durumu ve geleceğiyle ilgili değerlendirmelerde bulunurken, “tam yetkili olsan sen ne yaparsın” sorusuyla karşılaşır. Verdiği yanıt 26 yaşında bir kurmay subay için çok şaşırtıcıdır.

Önce, ülkenin ekonomik-siyasi yapısını, ordunun genel durumunu ortaya koyar. Siyasi ve idari düzen değiştirilecek, saltanata son verilecektir. Ordu yeniden yapılandırılacak, savunması olanaksız topraklardan çekilinecek ve “çekirdek savunma cephesi” adını verdiği yeni bir anlayışla, Türkler’in yaşadığı yerler kesin biçimde savunulacaktır. Savaş çıkması kaçınılmaz görünen Balkanlar’da ilk darbe Bulgaristan’a vurulacak, Balkan devletlerinin bir araya gelmesi önlenecektir. Ancak bütün bu işler, “kağşamış (eskiyip çürümüş y.n.) orduyla” değil, kurulacak yeni bir orduyla yapılacaktır. 4 

Düşündüğü atılımları gerçekleştirmek için, masada bulunan arkadaşlarına vereceği görevleri tek tek açıklar. Kimini Başbakan ya da Bakan, kimini Genelkurmay Başkanı yapmaktadır. Masadakiler şaşkınlık içindedirler, ama o çok ciddidir. “Bunları yapmak için sen ne olacaksın, yoksa padişah mı?” sorusuna verdiği yanıt, konumunun çok ötesindeki amaçlarını ve o yaşta sahip olduğu özgüven duygusunu ortaya koyar: “Hayır, ondan da büyük.” 5 

Benzer görüşleri daha sonra da dile getirir. Harbiye’yi bitirdiği gün, ailesine yazdığı coşkulu mektupta, özenle seçilmiş sözcüklerle, amaçlarının yüksekliğinden ve yöneldiği ülkülerden söz eder. 6  1904 yılında, Harp Akademisi’ndeki arkadaşlarına, “yıkılmakta olan İmparatorluk’tan, yeni bir Türk devleti çıkarmalıyız” der. 7  Kurmay stajını yaptığı Şam’dan gizlice geldiği Selanik’te, güvendiği arkadaşlarını “köhnemiş olan bu çürük yönetimi yıkmak, milleti hakim kılmak ve vatanı kurtarmak için, sizi göreve davet ediyorum” 8  diyerek örgütlenmeye çağırır.

Mustafa Kemal’i tanıyıp anlamak, mücadelesinden ve başardığı işlerden yararlanmak için, bu sözlerin içerdiği derinliği sürekli akılda tutmak gerekir. Söylendiği günlerde, inanılması olanaksız gençlik düşleri gibi görünen bu görüşler, tüm gücüyle inandığı amaca yönelen bir insanın, neler yapabileceğini gösteren çok çarpıcı bir örnektir. Beyaz Kule Gazinosu’nda söylediklerinin hemen tümünü, üstelik her aşamada düş görüyor yargılarıyla karşılaşarak gerçekleştirmesini bilmiştir.

Çanakkale’de, Doğu Cephesi’nde, Samsun’a giderken ya da devrimleri gerçekleştirirken yapılanlar, herkese düş gibi geliyordu. 1938’de sonsuzluğa giderken; saltanatı kaldırmış, “padişah’tan da daha büyük”, Cumhurbaşkanı olmuş, arkadaşlarını bakan ve başbakan yapmış, “çekirdek savunma cephesi”ni Misak-ı Milli’yle gerçekleştirmiş, elde tutulamayacak topraklar için sonuçsuz serüvenlere girişmemiş, yeni bir devlet ve yeni bir ordu kurmuş, Bulgaristan’a karşı, diğer Balkan ülkeleriyle birlikte Balkan Antant’ını imzalamıştı.

Kendini Geleceğe Hazırlamak

Seçtiği amaç için, kendisini her yönüyle yetiştirmesini bilmiştir. Askeri Lise’de, Harp Okulu’nda, Akademi’de ve görev yaptığı birliklerde, yurt sevgisinin biçim verdiği düşüncelerini, araştırma ve incelemeye dayalı, dikkatli bir çabayla sürekli geliştirdi. Duygularının, bilimin önüne geçmesine asla izin vermedi. “Ulusun başına gelen bütün felaketlerin sorumlusu sanki kendisiymiş ve devleti kurtarmak sanki yalnızca onun göreviymiş gibi” 9  sorumluluk duyuyor, geceleri uyuyamıyordu. Harp Okulu’nda arkadaşlarına, “ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum. Sabahlara kadar gözüm açıktır” diyordu. 10 

Ülkesine karşı duyduğu sorumluluğu taşıyabilmek ve amacına ulaşabilmek için, iyi bir eğitime sahip olmak ve yapacağı işe inanmak gerektiğini genç yaşta kavramıştı. Ancak, inancı ve geleceğe yönelik amaçlarıyla, okulda verilen eğitim arasında, kapatılması güç bir düzey farkı vardı.

Dünyadaki gelişmeleri, düşünce akımlarını öğrenmek, her konuda bilgili olmak istiyordu; ama o dönem okullarında, bilgi ve bilinç yaratmayan, son derece yetersiz, kimi zaman bilimden uzak bir eğitim veriliyordu. Teknik ve düşünsel yenilikler; felsefe, sosyal bilimler ve özellikle tarih, bilimsel boyutuyla öğretilmek bir yana, neredeyse yasaktı. Yöneticiler için tarih, “uzak durulması gereken bir baş belası, huzur kaçıran bir kabustu”. 11  Askeri okullarda, sürgünü göze alan “vatansever komutan ve subaylar, padişahçı komutanlarla çatışarak” öğrencilerine birşeyler öğretmeye çalışıyor 12 , ama sınırlı kalmak zorunda kalan bu bilgiler, ona yetmiyordu.

Okul eğitiminden ayrı olarak, kendini yetiştirmek için yoğun ve sürekli bir çaba içine girdi. İlerde, “başarı, başarılı olacağım; zafer, zafer benimdir diyenlerindir” 13  sözleriyle dile getirdiği anlayışını, kendine karşı o günlerde uyguluyordu. Bilginin bilinç, bilincin direnme gücü yaratacağını bilerek, gelecekteki mücadele günlerine hazırlanıyor, sürekli araştırıyor, herşeyi sorguluyordu. Yönünü kesin olarak belirlemişti. Kendisini ülkesine adayacak, çizdiği yolda sonuna dek gidecekti.

Yurtseverliği, duygulu ve içtendi. “Ey! Vatan toprağı, sana herşey feda, kutlu olan sensin, hepimiz senin fedaileriniz...” 14  diyen yazılar yazıyordu. Ancak, duygululuğunun duygusallığa dönüşmesine izin vermiyor; ülke sevgisinin, akıl ve bilime dayalı, güçlü bir ulusal bilinçle donatılması gerektiğine inanıyordu.

Ülke sorunlarına gösterdiği duyarlılığı, kişisel ilişkilerine de yansıtır. Dostluk ve dayanışmaya önem verir, her zaman yardıma hazırdır. Kendisine saygı ve bağlılık gösteren geniş bir çevresi, her dönemde vardır. İkili görüşmelerde, özellikle ülke sorunlarıyla ilgili olanlarda; az konuşur, daha çok dinler, görüştüğü kişiyi anlamaya çalışır. Nitelikli bir örgütleyici ve etkili bir konuşmacıdır. Bilgi aktarmada, düşüncelerini kabul ettirmede çok yeteneklidir. 15 

Manastır

1895-1898 yıllarında eğitim gördüğü Manastır Askeri Lisesi’nde, matematik başta olmak üzere fen derslerinde başarılıydı. Düzenli çalışıyor, ancak bu derslerdeki başarının kendisi için yeterli olmayacağını hissediyordu. Mesleğinde başarılı olmak isteyen bir askerin; genel tarih, harp tarihi, toplumbilim (sosyoloji), genel kültür ve dil öğrenimini geliştirmesi gerektiğini görmeye başlamıştı. Yönelişinde, daha sonra “minnet borcum vardır, bana yeni ufuklar açmıştır” dediği, tarih öğretmeni Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey’in büyük etkisi vardı. 16  Bir yandan derslerine çalışıyor, bir yandan okuyup inceleyeceği kitap ve kaynak arıyordu.

1897’de patlak veren Türk-Yunan savaşında, yengi elde edilmesine karşın, masa başında yitiklerle dolu bir anlaşmaya imza atılmıştı. Büyük devletlerin karışmasıyla, ordunun Atina’ya ilerlemesi durdurulmuş, Teselya Yunanistan’a bırakılmış; Girit’de, Rumlar’a yeni haklar tanınmıştı. Bu olay, o dönem aydınlarını olduğu gibi, 16 yaşındaki Mustafa Kemal’i de derinden etkiledi. “Savaşa katılmak için” okuldan kaçmayı bile düşünmüştü. 17  Düşündüğünü gerçekleştirip askeri zaferin onuruna erişse bile, yenilmiş gibi geri dönecekti. Tüm benliğinde acısını duyduğu bu gerçek, onu, genç yaşına karşın yanılgıya değil, tam tersi kararlı bir direngenliğe götürdü.


 1  “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saaati Yay., 2.Bas, İst-2003, sf.13
 2  “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas, İst-1983, sf.6
 3  “Atatürk ve Devrim” Ord.Prof. E. Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.5
 4  “Tek Adam” Ş. S.Aydemir, 1.Cilt., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.115
 5  a.g.e. 1.Cilt, sf.116
 6  “Tek Adam” Ş. S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.77
 7  “Atatürk ve Devrim”, Prof. E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.31
 8  “Türk Ordusu ve Milli Egemenlik” Albay (E) Cemil Denk, Türksolu, 03.05.2004, Sayı 55, sf.2
 9  “Atatürk ve Devrim” Ord. Prof. E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.6
 10  “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T T.K. Bas, 2. Bas, Ank-1988, sf.15
 11  “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.14
 12  “İttihat ve Terakki” T. Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Bas., İst.-2003, sf.13
 13  “Atatürk ve Dervrim” Prof.E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.18-19
 14  a.g.e. sf.20
 15  “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T. T. K. Yay., 2.Bas., Ank.-1988, sf.7
 16  “Sınıf Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy, Temel Yay., İst-2000, sf.27
 17  “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bs, İst-1983, sf.71


Metin AYDOĞAN, 31 Ağustos 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Mustafa Kemal'i Yaratan Koşullar (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Eyl 02, 2015 13:26

Mustafa Kemal'i Yaratan Koşullar -2

Harp Okulunda, öğrenciler, yönetimden gizliyerek gerçekleştirdikleri toplantılarda, yorum ve tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyordu. Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa Kemal’di. Güzel konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma gücüne sahip olabilirler” diyordu.

Bilgi Açlığı

Kimi olayları, özellikle uluslararası ilişkilerin kendine aykırı gelen sonuçlarını anlayamıyor; ilişkilere neyin, nasıl yön verdiğini bilmiyordu. Bilgi yetersizliği, onu bunaltıyordu. Her konuda bilgilenmeli, dünyayı tanımalı, olayların neden ve sonuçlarını kesinlikle kavramalıydı.

Bulabildiği her şeyi okuyor, arkadaşlarıyla sürekli tartışıyordu. Kurtuluş için, askeri gücün şart, ancak tek başına yeterli olmadığını sezmiş, öğrenme alanını, tarih ve sosyal bilimleri de içine alacak biçimde genişletmesi gerektiğini anlamıştı. Ancak, bu konular, okulda çok yetersiz biçimde ele alınıyordu. Tarih dersleri, yalnızca padişahın onay verdiği konuları kapsıyor 1 , doğal olarak bir şey öğretmiyordu. Türk tarihi diye bir şeyin, adı bile yoktu. Dünyadaki siyasi ve toplumsal gelişmeler işlenmiyor, Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil öğretilmiyordu.

Bu tür etkinliklerde hep en öndedir. Özgürlük için bilginin önemini kavrayan ve bilimin heyecan veren aydınlığına kapılan bir genç olarak, öğrendiği her şeyi çevresine yaymayı görev edinmiştir. Öğrenir ve öğretir. Bu iki eylem, onun için bir yaşam biçimi ve giderek yoğunlaşan bir tutku haline gelecektir. Atatürk araştırmalarıyla ünlü ve onun telgrafçılığını yapan Sadi Borak, Manastır Askeri İdadisi günleri için şunları yazar: “Ve Mustafa Kemal; ta İyonya’dan gelecek kültüre, insan hak ve özgürlüklerine, güzel, yüce ve erdemli her şeye karşı, Çin Seddi gibi yükselen yasak duvarlarının simsiyah karanlığı ardında bir ışık aramaktadır. Olağanüstü önsezisiyle sezmektedir ki, karanlıkların ardında bilime açık, aydınlık bir dünya vardır. O, artık hep bu aydınlığa doğru koşacaktır”. 2 

İstanbul

Manastır’dan sonra 1899’da geldiği İstanbul, 18 yaşında bir genç için “bir rüya kenti”ydi. Burada ve kıvançla piyade bölümüne yazıldığı Harp Okulu’nda bilgi ve görgüsünü arttıracaktı. Ancak, bilime ve düşünceye kapalı, baskıcı ortam, Manastır Askeri Lisesi’nden daha ağır biçimde, burada da egemendi.

Üç yıl sonra gideceği Harp Akademisi’nde durum farklı değildir. Dünya olaylarına ve genel kültüre tümüyle kapalı bir eğitim programı uygulanmaktadır. Toplumbilim, ekonomi ya da felsefe; öğretilmek bir yana açıktan yasaklanmıştır. Yabancı dilde kitap, dergi ya da gazetelerin okula sokulması yasaktır; böyle şeyleri okumak için, okuldan atılmayı göze almak gerekir. Meslek dersleri yanında yalnızca; akaid-i diniye (din inançları), hendese-i resmiye (tasarı geometri), hikmet-i tabiiye (fizik), kitabet (yazıcılık-katiplik) dahiliye kanunnamesi (iç kanunlar), ceza kanunu gibi dersler okutulmaktadır. 3 

Okulda, öğrencilerin yararlanacağı bir kütüphane yoktur. Okul dışından kitap getirilemez. Aslında, büyük bir uygarlığa beşiklik eden koskoca İstanbul’da, getirilebilecek yeni kitap ya da dergi de yoktur. Eski kitaplar, sıradan insanların ulaşamayacağı yerlerde, kilitlidir. Her türlü yayın sıkıdenetim (sansür) altındadır ve yasaklar listesi çok uzundur. Ülke sorunlarından, dış olayların nedenlerinden, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden söz edilemez. Devletin tarihi, ülkenin coğrafyası bile yazılmamıştır. 4 

Tarih diye okutulanlar, bilimsel değeri olmayan basit değerlendirmeler, kısır ve sıkıcı aktarımlardır. Padişah; “yaşanılan devrin sefaleti, Saray’ın zayıflığı ortaya çıkacak diye” kendi hanedanının geçmişteki başarılarından bile söz edilmesini istemiyordu. Harp Okulu’ndan istenen, bilgi ve bilinçle donanmış yurtsever subayların yetiştirilmesi değil, “padişaha körü körüne bağlı, gözü kapalı” saltanat koruyucularının yetiştirilmesiydi. 5 

Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye

Bilgisizliğin egemen olduğu çorak ortam, doğal bir sonuç olarak, gençlerin öğrenme ve özgürce düşünme isteklerini kamçılıyordu. Baskıya ve bilgisizliğe duyulan tepki, giderek bir özgürlük hareketine dönüşüyor; bilgi edinmek, edindiği bilgiyi yazı ya da sözle ifade etmek, önüne geçilemeyen bir istek, başlı başına bir eylem haline geliyordu. Bu isteği karşılamak için biraraya gelen insanlar örgütlenmeyi öğrendiler. İşin ilginç yanı, bu tür eylemlerin öncülüğünü, baskı ve sıkıdüzenin (disiplin) yoğun olduğu Harbiye ve Harp Akademisi yapıyor, onları Tıbbiye ve Mülkiye izliyordu.

Harp Okulu’nda öğrenciler, yönetime belli etmeden gerçekleştirdikleri gizli toplantılarda yorum ve tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyorlardı. Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa Kemal’di. Güzel konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma gücüne sahip olabilirler” diyordu. 6 

Hiçbir baskı ve engeli kabullenmiyor, dikkatlice sürdürdüğü çalışmaların taşıdığı sorumluluğu, bilerek üstleniyordu. Harp Okulu’nda sınıf arkadaşı olan Ali Fuat (Cebesoy), o günler için anılarında şunları yazacaktır: “Düşüncelerimizi, sayıları binleri bulan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için, daha kurmay sınıflarına geçmeden gizli bir örgüt kurmuş, el yazısı iki nüsha bir dergi çıkarmıştık. Önderimiz Mustafa Kemal’di. Gelebilecek sorumluluğun en büyük yükü, onun omuzlarındaydı”. 7 

Okuma Tutkusu

“Ulusları uyandıracak olanlar, ancak düşünce adamlarıdır” diyor 8 , kitaba ve yazara büyük değer veriyordu. Ulaşabildiği her şeyi okuyor, okuduklarını yorumluyor ve vardığı sonuçları arkadaşlarına aktarıyordu. Başlangıçta, yabancı dil yetersizliği ve kitap bulma güçlüğü nedeniyle, zorunlu olarak yerli düşünürlere ulaşabildi. Namık Kemal’le Tevfik Fikret, değer verdiği yerli düşünürlerin en başındaydı. Abdülhak Hamit’i okumaktan hoşlanıyordu. Felsefe ve siyasi tarih, araştırdığı konuların başında geliyor, evrim kuramıyla ilgisini çeken Charles Darwin (1809-1882)’i öğrenmeye çalışıyordu. İçeriğine tepki duyduğu Fener Rum Patrikhanesi’nin yayınlarını, düzenli olarak ve dikkatlice izliyordu. 9 

Önem verdiği yabancı dil öğrenmeye, birinci sınıftan sonra, daha çok zaman ayırmaya başladı. “Bir kurmay subay kesinlikle yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır” diyordu. 10 

Tatillerde Selanik’e gittiğinde, bir Fransız okulunun yaz kurslarına katıldı. Fransızcasını geliştirmek için, Harp Okulu öğrencilerine yasak olmasına karşın, Beyoğlu’nda sahibi Fransız olan bir pansiyonda oda kiraladı. Böylece, konuşarak hem dilini geliştiriyor, hem de pansiyon sahibi aracılığıyla Fransa’dan getirttiği kitap, gazete ve dergileri okuyarak, dünyaya açılıyordu. Bu girişimiyle, kendi kuşağı içinde, “olanaklarının tümünü zorlayarak ve gelebilecek tüm tehlikeleri göze alarak, gizli yollardan dış dünyayla ilişki kurma cesaretini gösteren” tek kurmay adayı oluyordu. 11 

Önderleşme

Eriştiği bilgi düzeyi nedeniyle, arkadaşları içinde sivrilmiş ve büyük saygı uyandırmıştı. Kimsenin bilmediği, düşünmediği konuları, etkili konuşmasıyla ve “düzenli konferanslar halinde” arkadaşlarına anlatıyor, ilgiyle izleniyordu. Harp Akademisinde sınıf arkadaşı olan General Asım Gündüz’ün anılarında yazdıkları, onun bilinç taşıyıcı niteliğini ve geleceğe hazırlanma eğilimini ortaya koyan çok değerli aktarımlardır: “Harp Akademisi’nde, her Cuma akşamı bir sınıfta toplanır, kapıları kapattıktan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkardı. Tıpkı bir konferansçı gibi, Paris’ten gelen Türkçe (Jöntürkler’in çıkardığı gazeteler y.n.) ve Fransızca gazetelerden öğrendiklerini bizlere aktarırdı. O zamana dek ‘padişahım çok yaşa’ demekten başka bir şey bilmeyen bizler için, Mustafa Kemal’in söyledikleri çok dikkat çekiciydi... Vatan, millet, Türklük gibi düşünceleri ilk kez, Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk... Bir Cuma üzüntü içinde şunları söylemişti: ‘Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Sırp, Yunan ve Bulgar komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları pahasına aldıkları Türk yurdunu, bizden koparma gayreti içindedir. Bu bölgedeki orduların komutanları çaresizlik ve yetmezlik içindedir. Başka milletlerin aydınları çalışıp milletlerini uyarırken nerede bizim düşünürlerimiz? Arkadaşlar bize büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde, milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlıklar kurarak onları bu doğrultuya yönlendireceğiz. Vatanımızı ve İmparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak zorundayız’”. 12 

Mesleğine Verdiği Önem

Genel kültüre önem verip kendini yetiştirirken, bu çabanın askerlik eğitimini aksatmasına izin vermedi. Meslek derslerinde edindiği temel bilgileri; yorum ve eleştiri süzgecinden geçiriyor, inceliyor ve sürekli irdeliyordu. Araştırıcı ve sorgulayıcı tutumunu, askerlik yaşamı boyunca, genel davranış haline getirmişti.

Manastır Askeri Lisesi’nin “genç subay adayları”, boş zamanlarının önemli bir bölümünü “kafalarında Napolyon’a yakışır savaş projeleri tasarlayıp” 13  tartışarak geçiriyordu. Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde durum farklı değildi. Genç bir kurmay subayken tatbikatlarda, başkalarının sıkıcı bularak kaçındıkları plan hazırlıklarını, gönüllü olarak o üstleniyordu.

Tutkuyla bağlı olduğu ve bir sanat kabul ettiği askerlik mesleğine, büyük önem vermiştir. “Askerliğin herşeyden önce yaratıcılığını severim” diyordu. 14  Bağlı olduğu kurallar bütünüyle bir yaşam biçimi sayıp sevdiği askerliği, yalnızca bir savaş mesleği değil, onunla birlikte, “vatan evlatlarını eğiten” öğretim mesleği olarak görüyordu. “Bir irfan ocağı” olan ordunun temelini oluşturan subaylar, ülkesi için ölümü bilerek göze alan savaşçılar, “fedakarlar sınıfının en önünde yer alan” 15  şerefli insanlardır. “Millet zarar görürse, bunun sorumluluğu subaylara ait olacaktır”. 16  Bu nedenle, kendilerini çok iyi yetiştirmeli, bu sorumluluğu taşıyacak duruma gelmelidirler. Askerlik, Türk milleti için kutsal bir görev, inanca dayalı bir adanmışlık davranışıdır.

Harp tarihi, stratejik planlama, ya da askeri taktik ve teknikler konusunda uzmanlığa ulaşan bilgisi, onu her aşamada, taşıdığı rütbenin ötesinde bir girişimgücüne (inisiyatif) ulaştırmıştır. Yüksek özgüven duygusu, buradan gelir. Onun için, rütbe değil, yeterlilik önemlidir. Çanakkale Savaşları’nın en yoğun günlerinde, yapılması gerekenler konusunda düşüncesini soran Ordu Komutanı Limon Von Sanders’e, 34 yaşında ve henüz iki aylık albayken, “emrinizdeki bütün kuvvetleri emrime veriniz” diyebilmiştir. “Çok gelmez mi” sorusuna verdiği yanıt ise “az gelir” dir. 17 

Verilen yanıt, sorumluluk sınırını ayarlayamayan genç bir subayın, aşırı hırslı isteği değil, “sorumluluk yükü ölümden de ağırdır” diyen 18  bir komutanın sözleridir. Burada söz konusu olan, bilgiye ve komutanlık yeteneklerine dayanan özgüvendir. Nitekim, Anafartalar Cephe Grup Komutanlığı’na getirilir ve Harp Akademisi komutanlarından Orgeneral Ali Fuat Erden’in söylemiyle, “savaşın gidişini değiştirir”. 19  Anafartalar’da aldığı sorumluluk için daha sonra, “aldığım sorumluluk basit birşey değildi. Ancak ben, vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için, bu sorumluluğu yüklendim” diyecektir. 20 


 1  “Kırk Yıl” Halit Ziya Uşaklığil, 4.Cilt, sf.171; ak. Sadi Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Kaynak Yay., 2.Bas., İst.-1998, sf.14
 2  “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.14-15
 3  a.g.e. sf.20
 4  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.76
 5  a.g.e. sf.71
 6  a.g.e. 1.Cilt, sf.93
 7  “Sınıf Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy, İst.-1967, sf. 27 ve 32
 8  “Hatıralarım” Gen. Asım Gündüz, der. İhsan Ilgar, İst.-1973, sf.14
 9  “Hayri Paşa’nın Naci Sadullah Danış’a Anlattıkları” Yedi Gün Der., 05.09.1934, sf.78; ak. Sadi Borak, “Atatürk’ün Ankara Çalışmaları” Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.21
 10  “Sınıf Arkadaşım Atatürk” Ali Fuat Cebesoy, İstanbul-2000, sf.27
 11  “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.33
 12  “Hatıralarım” G.Asım Gündüz, der. İhsan Ilgar, İst.-1973, sf.14-16; S.Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Kaynak Yay., İst-1998, sf.13-35
 13  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.71
 14  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.199
 15  “Ordumuz Düşmanın Birinci Hedefi” Aydınlık, 04.08.2002, sf.5
 16  a.g.d. sf.5
 17  “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T T.K.Bas-1988, sf.58-59 ve “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, Prof.Dr. U.Kocatürk, T.İş Ban.Yay., Ank, sf.40
 18  “Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe” Mustafa Kemal, Yay., Uluğ İldemir, Türk Tar. Kur. Bas., Ankara-1990, sf.24
 19  “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.89
 20  a.g.e. sf.89


Metin AYDOĞAN, 1 Eylül 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x