Nasıl Böyle Olduk?

Nasıl Böyle Olduk?

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Eki 06, 2024 18:20

Nasıl Böyle Olduk?

Bilim adamı, siyasetçi Vecdet Öz’ün bir bildirimini okudum, sarsıldım. Nasıl da alt alta sıralamış bizdeki bozulmaları, içler acısı durumumuzu:

“Vatanımıza bir el değdi ve bir anda feleğimiz şaştı…” diye başlamış, 23 yıldaki bozulmaları sıralamış. Aslında çok daha önce başlamıştı bu bozulmalar, son yirmi yılda da iyice hızlandı, akla gelmeyen şeyleri, düşümüzde görsek inanamayacağımız olayları yaşamaya başladık.

Doktor kökenli siyasetçi, saymış:

“Hak, hukuk, adalet mum ışığında aranır oldu…/ Ahlak ve namus iflas etti.../ Haysiyet ve onur iflas etti…/Vicdan ve şefkat iflas etti…/Sevgi ve saygı iflas etti…/Barış ve kardeşlik iflas etti.../İnsanlık ve görgü tefessüh etti (çürüme, bozulma)…/Eğitim, kültür, bilim ve medeniyetten eser kalmadı…” Böyle sürüyor liste.

İflas; yenilgi, değer yitirme, batkı (batmak) demek.

Saydıklarından çok önemli bir ikisini daha bu listeye eklersem:

“Milli duygu ve değerler büyük yara aldı.”

Ulusal bayramların yapılmadığına, kitaplarımızdan bu duyguları anlatan, Yüce Önderimizi anlatan okuma parçalarının çıkartıldığına, Kurtuluş Savaşı tarihinin unutturulup topluma “Osmanlıcılık” (beylik, ağalık, padişahlık, başkanlık, kısaca kulluk…) öğretildiğine dikkat çeken bir tanımlama bu. Ana muhalefetin yapması gereken ama yapmadığı bir eleştiri. Böyle olmasa neden 30 Ağustos’ta devletin televizyonu (TRT) Kurtuluş Savaşı filmi yayınlayacağına antik Yunan övgülü bir yabancı film koyar? Türk Ulusu’nun denize döktüğü saldırgan barbarları yüceltir?

“Demografik (nüfus bilgisi) yapı tahrip edildi (bozuldu), 34 ülke diasporası (anayurdu dışında yaşayan azınlıklar) dört bir yanı sardı.” diyor yine Vecdet Öz.

Ulus olma özelliğimizin bozulması anlatılıyor burada. Atatürk Cumhuriyeti’nin ilkelerinin değersizleştirilmesi. Türk Ulusu kavramının içinin boşaltılması… Bu nedenle değil mi ağızlarda Anayasa’nın ilk dört maddesi? “Yeni Anayasa” çığlıkları?

En dikkat çeken eleştirisi de bu sözü:

“Toplumsal yapı çürüdü.”

Çürüdü! Çürüdü hem de nasıl çürüdü. Daha geçen haftanın gazete haber başlığıydı. 140 bin liralık icrayla geri alınan hediye parası. Kızla erkek üç ay süresince birlikte imişler, Ankara’da, ayrılmışlar. Sonra erkek kadından bu sürede verdiği armağanların, yedirdiğinin içirdiğinin hesabını istemiş. İstemekle kalmamış, mahkeme yoluyla bir çırpıda bu parayı kadının hesabından çektirmiş.

Erkeğin utanmazlığını bırakın, kadının durumu daha içler acısı. Param da param diyor. Kadınlık onurum nerede demiyor, onlar hediyeydi, yedirdi içirdiyse bana ne, ben istemedim, geri alacağım paramı diyor. Buna dava açıyor. Tencere yuvarlanıp kapağını bulmuş. Kadın, cep telefonu yazışmalarını gösteriyor, herkesin içinde özel yaşamı tel tel dökülüyor. Şu kadar bir utanma duygusu duymuyor ki, gazetelere geçmeyi marifet sanıyor, kameralara konuşuyor, bana şunu dedi, iftira etti diye de kendine söylenen “dünyanın en eski mesleğinin” adını yineliyor.

Ya bu durumda kadının parasını bankadaki hesabından çekip adama veren mahkemenin durumu. Hangi yasaya göre, nasıl? Nasıl bir çöküntüdür bu? Ne yapılmak isteniyor? Nereye doğru gidiliyor?

Burada toplumu en çok yaralayan ayrıntı, günümüz armağanlarının da değişmesi, adileşmesi…

Bu haberi yazan her gazetede aynı resim. Tüy kesen küçük bir temizlik aygıtı, avuç içi kadar, yanında parfüm şişesi, bir de kol saati. Hele o tüy kökleyen aygıt, insan yerin dibine geçiyor o kadının ve erkeğin yerine… Al, bacaklarını temizle mi demiştir acaba adam kadına? Çiçek vereceğine, şiirler yazacağına, sevgi anlatan armağanlar alacağına… Sevgi bitmiş, yerine para konmuş, çıkar konmuş, birbirini kullanmak konmuş… Toplumdaki çöküşü, duygularını yitirmiş bir toplumu anlatıyor haber… Daha bunun gibi neler…

Şu tanımlamasını da alalım siyasetçinin;

“Geçmiş, bugün ve gelecek satıldı hâlâ doyan olmadı.”

Bu sözün de belgesini, CİMER’e (Cum. İletişim Merkezi) yaptığı bir başvurudan almış bir vatandaş. Son 18 yılda satılan Cumhuriyet varlıklarının, kurumların, fabrikaların… listesi yayınlanmış yenice. Listede 81 kurum - kuruluşun, yerin adı var.

“ Paramız pul, insanımız kul oldu.” diyor Vecdet Öz. Çarşıya pazara çıkan bunu görüyor.

Bugün 6 Ekim, üç hafta kaldı en büyük bayramımıza.

Peki, biz ne yapıyoruz, Cumhuriyetimizi kutlamaya kültür etkinlikleriyle şimdiden başladık mı yoksa yine geçen yılki, önceki yılki, on beş yıldır sürdüğü gibi mi olacak bayram kutlamaları?

İlk işaret fişekleri geldi. İşte yeni başlayan dizilerden biri. Bitmiş, yıkılmış, düşmana teslim olmuş, parçalanmış, işgal edilmiş Osmanlı’nın yerine kurulan Cumhuriyet anlatılacağına TV’de “Kuruluş Osmanlı” dizisi.

Birçok kentte uçaklarla yapılan gösteriler. Ne diyor Adana’dan spiker: “Festival boyunca çok güzel gösteriler vardı, heyecanlandık, Türk Yıldızları muhteşem bir şölene imza atıyorlar!..”

Niye? Cumhuriyet Bayramı mı kutlanıyor?

“ Yok, Teknofest! ”

Ne o? Tekno ne demek? Fest ne demek? Niye Türkçe adı yok bu şenliğin? 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yerine, Ekim ayında artık böyle yeni moda günler mi kutlanacak?

TV’ler hiçbir ulusal kahramanlığı anlatmayacak, Kurtuluş Savaşı filmleri izlettirilmeyecek, marşlar söylenmeyecek… Popçu kalabalığı ortaya dökülecektir yine bayram kutlama adına. Çıplaklık, bayağılık sergilenecektir. Kentleri, meydanları “sallayacaklardır!” Vıcık vıcık şarkı sözleri içimizi ürpertecektir.

Ne demiş Esra Erol’da yozlaşmışlığımızı, dilimizi çoktan yitirdiğimizi gözler önüne seren bir utanmaz kadın:

“ Ablam, kocama göğüslerini attı.” Gazete başlığından aldım bu sözü. Basılmış gazeteden.

Bu tip yayınlara yasak yok, bayramlarımızı kutlamaksa, eksik, yarım yamalak…

Söyleyin nasıl böyle olduk biz?

Vecdet Öz bile bu güzel uyarı yazısında bol bol hiç kullanılmayan, bilinmeyen Arapça söz kullanmış.

Antalya’ya gelenler, Antalya’nın kıyılarında, koylarında gemilere binenler iyi bilirler. Gezinti teknesi yazmıyor gemilerde artık. “Günübirlik gezi teknesi” de yazmıyor tur gemilerinde. Ne yazıyor? Sıkı durun, hiç duymadığımız bir Arapça söz yazılıyor teknelere epeydir. Bizim için hiçbir anlam taşımayan, çağrışım yapmayan katı bir Arapça: “Tenezzüh”.

Neden? TDK, bu sözün Türkçesini “gezinti” olarak belirtmiş. Niye gezinti değil de “tenezzüh?”

İşte işin gizemi burada!

Nereye gidiliyor?

Ne yapacağız?

Feza Tiryaki, 6 Ekim 2024
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 991
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x