Nasıl Devlet Adamı Bunlar?
Nasıl devlet adamı bunlar, bilmeden ise yapılanlar gaflet, bilerek ise ihanettir…
İşte resim, iyi bakınız, ortada beyaz gömlekli olan rahmetli Özal, tarih; 7 Eylül 1992. Beyaz gömlekli, gözlüklü, şişmanca olan, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal. Hemen solundaki eşi Semra Hanımefendi, sağındaki ise rahmetli Eşref Bitlis, orgeneral, dönemin Jandarma Genel Komutanı. Bitlis Paşa'nın hemen sağ arkasındaki çelik başlıklı olan binbaşı ise benim. Resimde Deniz Kuvvetleri Komutanı var, Olaganüstü Hal Bölge Valisi var, Hakkari Valisi ve Şemdinli Kaymakamı Seyfullah Hacımüftüoğlu var, yani bu resimde "Devlet" var. Neden geldi Özal Şemdinli'ye?
Resmin çekildiği yer; Şemdinli Alan Jandarma Hudut Bölüğü. Bu bölük Özal'ın gelişinden tam bir hafta önce, 30 Ağustos 1992'de teröristlerin imha amaçlı saldırısına uğradı. Beş yüzden fazla terörist Irak'tan gelerek bölüğümüze, şafak vakti, imha etmek ve ele geçirmek maksadıyla saldırıda bulundu. Olayı duyan Tabur Komutanı ve beş asker yardıma gitti gün doğarken. Yolda pusuya düştüler, mayına bastılar, biri ağır yaralandı ama o pusuyu geçip karakola vardılar. Askerleriyle birlikte omuz omuza teröristlere karşı mücadele ettiler. Sabah başlayan çatışmalar akşama kadar sürdü ve bu resimde gördüğünüz "Devlet" tabur komutanı ile beş askerinden hiç haber alamadı. Akşam olduğunda teröristlerin çoğu yere serilmişti, canını kurtarabilenler kaçmaya başlamıştı. Akşam haber alabildi "Devlet" bölgede olan bitenden. Özal merak etmiş bu olayı, gidelim bakalım, nedir bu olay, yerinde görelim, diyerek Şemdinli'ye geldi, işte resmi.
Biz anlattık Özal'a olan biteni. Irak'tan geliyorlar, dedik, Barzani bölgesinden ve Çekiç Güç'ün himaye ettiği bölgeden.
Biz anlattık Özal'a, sayıları kalabalık dedik, mevcutları bizden fazla.
Biz anlattık Özal'a, bizde olmayan silahlara sahipler, dedik, ellerinde Bikeysi otomatik tüfek var, RPG-7 roketatar var, Kannas keskin nişancı tüfeği var, dedik ve ele geçen bu silahları da gösterdik.
Yine gelecekler, dedik, Sayın Cumhurbaşkanım, yine saldıracaklar hem de bütün askeri üslerimize, köylerimize, hatta Şemdinli merkezine. Onlar gelmeden biz gidelim, dedik, biz Irak'a gidelim ve çatışmayı orada yapalım. Dinledi bizi ve gitti. Devlet Şemdinli'den gitti, onların yerine bir hafta sonra Irak'tan teröristler geldi ve 13 Eylül'de Aktütün'e, 27 Eylül'de Derecik'e saldırdı. PKK'ya darbe vurduk, vurduk ama biz bir ayda tam 74 şehit verdik. Şimdi soruyorumuz kendimize, bu şehitlerimizin sorumlusu kim, diye?
Aslında başımıza gelecekler iki yıl öncesi, PKK'nın 1990'da yapılan IV. Kongresinde planlanmış ama bizim haberimiz olmadı hiç. Binbaşı Ersever'in yazdıklarını okuyunca, başımıza ne gelmiş, neden gelmiş, bugünlerde anlıyoruz tüm yaşananları. Bakın nasıl anlatıyor Ersever;
"PKK'nın 92 yılı hedeflerinde Türkiye-Irak sınırının Türkiye tarafındaki sınır karakollarına saldırıp ortadan kaldırılması vardı ve planın ilk adımı buydu. Böylece 330 kilometrelik sınır boyunca dizilen sınır karakoları kaldırılacak ve Türkiye tarafında bir kurtarılmış bölge yaratılacaktı. Diğer yandan sınırın Irak tarafı zaten PKK'nın denetimindeydi ve sahada onlarca kampta binlerce militan, sabahtan akaşam kadar silahlı eğitim görüyordu. Bu gücün elinde onlarca çeşitli çapta havan topu, uçaksavar, binlerce roketatar ve onbinlerce piyade tüfeği mevcuttu. Apo bu silahlı gücü, sınır karakolları kaldırıldıktan sonra sınırın her iki tarafına konuşlandırmayı ve bu sahada Botan-Behdinan savaş hükümeti kurmayı amaçlıyordu."
Saldırıya uğradığımız yıl 92. Saldırıların planladığı yıl 90. Üstelik Şemdinli stratejik hedef seçilmiş terör örgütü tarafından, ne yazık ki, haberimiz olmadı bundan. Üç buçuk eşkıyadan hesap sorabilmek için koşa koşa gittik Şemdinli'ye ve gider gitmez saldırıya uğradık ama üç beş eşkıya tarafından değil binlercesi tarafından, yazıklar olsun. Size bu satırları yazan , işte o yılların Şemdinli Tabur Komutanı...
Özal ile birlikte Şemdinli'ye gelen Bitlis Paşa bizi can kulağıyla dinlemişti, hiç ses çıkarmadan, oldukça düşünceli bir halde, gün gibi hatırlıyoruz. O da dinledi ve gitti. Özal ve Bitlis Paşa'nın Şemdinli'de gördüğü neydi;
"PKK sayıları 20 bini bulan bir silahlı güce ulaşmıştı.
Bu silahlı güç Şemdinli sınır hattına konuşlanmıştı.
Ellerindeki silahların teknik ve taktik olarak üstündü.
Amacı; hudut hattındaki karakollara imha amaçlı saldırı yapmak ve bir süre elde tutup halk ayaklanmasını başlatmaktı. İmralı savaş hükümeti kurmaya hazırlanıyordu.
Bu silahlı güç Barzani bölgesinde Çekiç Güç yani ABD tarafından desteklenmişti."
Özal ve Bitlis bu gerçeği gördü ve gitti. Hemen ardından duyduk ki Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'a kapsamlı bir kara harekâtı yapacakmış! Hem de kimden duyduk biliyor musunuz, Barzani peşmergelerinden. Güneyde karakollarımız var Barzani peşmergelerine komşu, onlar anlattı bize, köylüler anlattı; Barzani ve Talabani Eşref Bitlis Paşa ile anlaşmış, peşmergelere silah, yiyecek, giyecek verilecekmiş, hatta dolar üzerinden aylık maaş verilecekmiş, Türk Ordusu ile Barzani-Talabani peşmergeleri PKK terör örgütünü Irak'ta temizleyecekmiş. Yıl 2010. Bakıyoruz haberlere, Barzani'ye silah ve cephane verildiğinden bahsediliyor. Eğer ki ülkemizdeki siyaset Barzani'ye destek vermiş ise, işte bu dönemdedir, 1992'dedir. Biz Şemdinli'de görev yaptığımız yıllardadır. Şemdinli'de karakol baskınlarının yapıldığı süreçtedir. Varsa aksini söyleyecek, buyursun çıksın, biz buradayız...
Dedikleri gibi de oldu. Barzani ve Talabani'ye yardımlar yapıldı ve Derecik'te konuşlu Komando Tabur Komutanlığı unsurlarına yapılan saldırıdan tam bir hafta sonra, 3 Ekim 1992 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'a kapsamlı, belki yakın tarihimizin en kapsamlı kara harekâtını başlattı, biz oradaydık...
Plan şuydu:
Saddam saldırıları sonucu Irak kuzeyindeki sınır boylarında yaşayan Kürt köylüler geri çekilmiş, köylerini boşaltmıştı, tıpkı PKK saldırıları sonucu Türkiye'de boşaltılan köyler gibi. PKK terör örgütü müştereken temizlenecek ve köylüler her iki tarafta da köylerine geri dönecek, sınır boylarında peşmerge karakolları açılacak, Türkiye ile Barzani-Talabani sınır boylarını koruyacaktı. Plan güzeldi. Her iki tarafta da göçlerin trajedisi bu şekilde çözülmüş olacaktı. Sınır güvenliği sağlanmış olacak, PKK tarihten silinecek ve her iki tarafta güvenlik ve huzur hüküm sürecekti.
Rahmetli Eşref Bitlis Paşa'nın, aradan yıllar geçtikten sonra ana fikrinin ne olduğunu şimdi anlıyoruz. Bitlis Paşa, Çekiç Güç himayesinde ve Barzani-Talabani bölgesinde sayıları 20 bini bulan bir terörist varlığından haberdardı. Barzani ve Talabani'yi PKK'ya karşı verilecek mücadelenin içine çekmek ve çatışmaları Irak'ta yapmak istiyordu. Çünkü bu 20 bin terörist, Türkiye'ye giriş yapar da eylemlere girişirse, ülkemizin kan ve ateşe boğulacağını da çok iyi biliyordu. Bu yüzden çatışmayı Irak'ta kabul etmek ve Türkiye'nin bundan zarar görmesini engellemek istiyordu. Bu amaçla Irak kuzeyine sayısız kereler gitmiş, hatta içinde bulunduğu helikopter iki kez ABD tarafından düşürülmeye çalışılmıştı. Medyada çok yazıldı çizildi bu konu. Buna rağmen Eşref Paşa planından vazgeçmemiş, Barzani-Talabani ile anlaşmış ve planlandığı gibi 3 Ekim'de kara harekatını başlatılacaktı. Ama ABD Eşref Paşa gibi düşünmüyor ve harekatın yapılmasını engellemeye çalışıyordu. Bu ABD, harekata ilişkin düşüncesini göstermek Türkiye'yi bu kararından vazgeçirmek için, harekat ile aynı günlerde yani harekatın başlayacağı günlerde, Ege denizinde bir tattibatta olan "Muvanet Zırhlımızı" vurdu ama harekatı engelleyemedi. Bitlis Paşa 3 Ekim'de harekataı başlattı ve Türk Orduları Irak'a girmeye başladı...
Erdal SARIZEYBEK, 21 Kasım 2010