TSK üzerinde aylardır yürütülen asimetrik psikolojik harekâtın, “Kürdistan”ın tanınması dışında, eninde sonunda Afganistan ve İran’a dayanacağını iddia ede geldik.
İşte “Kafes” ve Irak işgali sırasında görevde olan komutanların Ergenekon Savcılarınca davet edilmesinin hemen ardından hem Afganistan, hem İran için bastırmaya başladılar. Aynı gün, haftalık basın bilgilendirme toplantılarını da yapan Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu’nun ses kayıtlarının internete düşürülmesi meselâ bonus mudur? Ya eski komutanların ifade zamanlaması?..İddia edilen bütün işler Hilmi Özkök döneminde gerçekleştiğine, o sırada Özkök’ün İkinci Başkanı da İlker Başbuğ olduğuna göre, “Size de çıkabilir” kabilinden büyük yılbaşı piyango bileti olabilir mi?
Irak’a “Çuval”…Afganistan ve İran’a “Kafes”- Meyyal UYGURCIA’cı Henry Barkey’i herhalde tanımayanımız yok. Bu zat 26 Mart 2003’te, yani ABD’nin Irak’ı işgaline destek için Gül Başkanlığındaki dönemin hükümetince Meclis’e sevk edilen, ancak yeterli oy çoğunluğunun bulunamaması sebebiyle çıkartılamayan 1 Mart tezkeresi vakasından 25 gün sonra meşhur Utah Üniversitesi’nde bir konferans verir. “Felaketle Flört: Türkiye, Irak ve ABD” başlıklı konuşmasında kelimesi kelimesine şunları söyler:
“Mevcut durum (tezkerenin kabul edilmemesinden söz ediyor) kötü olsa da, İslamcı olmasına rağmen 3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye’de güçlü, esaslı bir hükümet, özellikle bizim söylenmesini düşündüğümüzü söyleyen ve yapan bir hükümet var. Onlar neden söz ediyor? Demokrasiden, AB ile bağlantıdan. Bu iki konuda Türkiye’yi güçlü şekilde destekliyoruz. Evet Türkler geçmişte de demokrasi ve AB’den söz etti, fakat gerçek şu ki daima gönülsüzlerdi. İlk defa bir Türk hükümeti güce sahip ve bunları söylüyor, biz de aynı şeyleri istiyoruz, çünkü bunlar Türkiye için, etnik veya dini ilgisi olmaksızın Türkiye halkı için iyi. Şimdi bunun retorik olduğunu söyleyebilirsiniz, fakat bu farklı bir retorik. Bu bizim rönesansımız. Onlar AB ile adaylık sürecinin Türkiye’yi demokratikleştireceğini anlıyor. Bu süreçte biz askeri çok sıkı bir kafese koyacağız. Bunun anlamı, askerin her 10 yılda bir veya hükümet değiştirmek için müdahale yapamayacağıdır…”
6 yıl sonra bugün Türkiye neyle meşgul? Askerin kapatıldığı “kafes”le!.
1 Mart tezkeresinin perde arkasında çok iş döndü. Birileri dışarıya “tezkere tamam” derken, içeride de milletvekilleri üzerinde kuyumcu titizliğiyle çalıştı ve o sonuç çıktı. Belki tezkerenin çıkmasını hakikaten istemiyorlardı, belki büyük bir oyun oynandı, bilinmez. Ama kesin olan şu, faturası TSK’ya kesildi, Süleymaniye’de başımıza “çuval” geçti. TSK’nın inişe geçirilişi de böyle başladı. Ve sanki o günden beri adeta kasıtlı bariz hatalar yapılıp, neticede Türkiye’ye büyük bedeller ödettirilmesi politikası izleniyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun geçenlerde AKP’nin Kızılcahamam Kampı’nda, milletvekillerine yaptığı (Yeni Osmanlı kısmı yalanlandı, bu kısma ilişkin bir açıklama gelmedi) şu değerlendirme, şüphe ve duyumlarımızın teyidi gibi:
“1 Mart tezkeresi eğer geçseydi, Güneydoğu savaş bölgesi içinde olacaktı. Yeniden Olağanüstü Hal (OHAL) gelecekti. Ben ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasını istemiyordum. Tezkerenin geçmemesi ise ABD ile ilişkilerimizi bozacaktı. Bizim A ve B planlarımız hazırdı. Bunları uyguladık.”
Şimdilerde İngiltere’de eski Başbakan Tony Blair, haksız Irak işgali sebebiyle hesaba çekiliyor. Türkiye sözüm ona o işgale katılmadı, ama hem fiili ortaklık yaptı, hem de çok büyük bedeller ödedi. “Çuval” yeter!..Bu durumda ülkemizde de, şu “A ve B planlarının” sorgusunun yapılması gerekmiyor mu?
TSK üzerinde aylardır yürütülen asimetrik psikolojik harekâtın, “Kürdistan”ın tanınması dışında, eninde sonunda Afganistan ve İran’a dayanacağını iddia ede geldik.
İşte “Kafes” ve Irak işgali sırasında görevde olan komutanların Ergenekon Savcılarınca davet edilmesinin hemen ardından hem Afganistan, hem İran için bastırmaya başladılar. Aynı gün, haftalık basın bilgilendirme toplantılarını da yapan Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu’nun ses kayıtlarının internete düşürülmesi meselâ bonus mudur? Ya eski komutanların ifade zamanlaması?..İddia edilen bütün işler Hilmi Özkök döneminde gerçekleştiğine, o sırada Özkök’ün İkinci Başkanı da İlker Başbuğ olduğuna göre, “Size de çıkabilir” kabilinden büyük yılbaşı piyango bileti olabilir mi?
FG’nin gazetelerinden Todays Zaman’ın, Erdoğan-Başbuğ arasında 29 Ekim’de Başbakanlık Konutu’nda yapılan görüşmeden hemen sonra, “Başbuğ’a evini temizlemesi için yılbaşına kadar süre verildi” demesi herhalde atmasyon bir bilgi değildi!..Galiba sadece Irak tezkeresi, sadece Dolmabahçe değil, 29 Ekim zirvesinin de açıklığa kavuşması elzemdir.
Evet anlaşılan Afganistan ve İran için de A,B,C planları var!..Bugün falan da gündeme gelmiş değil, kökleri taa Bush zamanına dayanıyor. İşte yine aklıma bir konferans geldi. Dönemin Dışişleri Bakanı Rice’ın Müsteşarı Nicholas Burns, 22 Temmuz seçimleri ve Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasının ardından Türkiye’ye gelecektir. Gelmeden önce 13 Eylül 2007’de bir diğer meşhur kuruluş Atlantik Konseyi’nde konuşur, daha doğrusu Gül ve Erdoğan’a yapacağı tebligatı açıklar. Çok uzun ama çok önemli bu konuşmadan bazı bölümleri aktarmam gerekiyor:
-Türkiye, Pakistan’dan memleketlerine geri gönderilen Afgan mültecilerine yardım teklifinde bulunabilir, her iki tarafın sınır yönetimi ve gümrük işlemlerini geliştirmesine yardımcı olabilir, ya da ABD’nin yapmayı planladığı gibi, Afgan-Pakistan İmar Fırsat Bölgelerinin(ROZs) oluşmasına destek verebilir.
-AKP, artık Hükümeti, Meclisi ve Cumhurbaşkanlığını kontrol etmektedir…Türkiye’nin demokratik kurumları güçlendikçe ve reformlar ilerledikçe, Türkiye’nin ABD için stratejik ortak olarak önemi artar…Türkiye’nin Orta Doğu’da oynayabileceği bir bölgesel liderlik rolü, ABD’nin en acil dış politika hedeflerinin gerçekleşmesine yardımcı olabilir, ancak ülkelerimizin birbirine ters amaçlarla hareket etmesini engellemek için koordinasyonun dikkatli yapılması gerekir.
-Türkiye’nin yakın tarihlerde İran ile eneri alanında bir mutabakat imzalaması tedirgin edicidir. Şu an İran ile her zamanki gibi iş yapma zamanı değildir. (Obama’nın temsilcileri de aynı şeyleri söylüyor)
-Şu an Türk siyasetinde potansiyel yeni bir dönemin eşiğinde duruyoruz, önümüzde ABD-Türkiye ilişkilerinde stratejik ortaklığı yenileme şansı bulunuyor. Yeni hükümete bu mesajı bizzat vermek üzere yakında Ankara’ya seyahat edeceğim…21. yy. için güçlü, hayati ve yeri doldurulmaz bir Türk-Amerikan ittifakını oluşturmak üzere aynı vizyon ve kararlılığı paylaşan Türk yöneticileri ile birlikte çalışmayı bekliyoruz.
Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesini düzenledikten sonra Temmuz başında Ankara’ya gelip, Başbuğ ve Davutoğlu ile görüşen “Çuvalcı” General David Petraeus’un, “Türkiye’den Afganistan operasyonları konusunda verebileceği desteğin en büyüğünü” istediğini de unutmayalım!..
Majestelerinin RicasıBu süreçte “Majesteleri”nin katkısına da göz atalım. Özellikle İran tecrübesiyle çok başarılı bir “kariyeri” olan İngiltere’nin yeni Ankara Büyükelçisi David Reddaway, iktidara çok yakın bir gazeteye 11 gün önce verdiği röportajda, (Sorular da, cevaplar da birbirinden ilginç. Onları yeri geldikçe değerlendiririz) İran ve Afganistan konusunda Türkiye’den “ricalarını” şöyle sıraladı:
“Diplomatik oyun hala sürüyor, ama İranlılar girişime yanıt vermiyor. Bu nedenle Türkiye’nin rolünü çok önemsiyoruz, çünkü Türkiye ve İran’ın güvene dayanan iyi ilişkileri var. Türkiye bu belirsizliği gidermek için yardımcı olursa çok memnun oluruz…Türkiye, bizim şimdiye kadar başaramadığımızı yaparak, İran yönetimini ikna edebilir…Türkiye bunu başarabilirse uluslararası toplum müteşekkir olacaktır.”
“İnsanlar askerlerin tabutta ülkelerine döndüğünü görüyor ve tepki duyuyor. Hükümetlerin önündeki zorluk ‘bu savaşın bizimle ne ilgisi var’ diyen seçmenlerine Afganistan’ın bizim güvenliğimiz için kritik önemde olduğunu anlatmak. Vücudun bir bölgesinde iltihap varsa bu tüm vücuda yayılır. Bunu emperyalist amaçlarla değil, kendi ülkelerimizin güvenliği için yapıyoruz.”
Aynı gün İngiltere Başbakanı Brown’ın Sözcüsü Simon Lewis, 10 NATO üyesi ülkenin 5 bin ek asker gönderme sözü verdiğini, Başbakan Brown’un da konu hakkında NATO Genel Sekreteri Rasmussen’i bir mektupla bilgilendirdiğini açıkladı.
Ne tesadüf aynı günlerde Times Gazetesi, Obama’nın Afganistan’a ek asker göndermesi için NATO’ya uyguladığı baskı sonucu Türkiye’nin de 500-600 ek asker göndermeyi kabul ettiğini, bunun Erdoğan’ın ABD ziyaretinden sonra açıklanacağını iddia etti.
Yine ne tesadüf aynı günlerde Başbakan Erdoğan, “İngiltere Başbakanı’nın talebi üzerine”, onunla bir telefon görüşmesi yaptı. Ve bu görüşmeden tam 3 gün sonra Brown, iktidarın gazetesi Sabah’a, şunları söyledi:
“ABD’de General McChrystal’ın değerlendirmesinin ve Başkan Obama’nın da benzer kararlarının ardından, Afganistan’da gelişimin bir sonraki aşamasında Türkiye’nin nasıl katkıda bulunabileceği hakkında Erdoğan’la konuştum ve yardım konusunda istekliliğini, Erdoğan’ın büyük bir devlet adamı olmasına bağlıyorum.”Emperyalizm ve işbirlikçileri bu oyunu da çok iyi götürüyor. Süreç, siyasi, sosyal, ekonomik, askeri boyutlarıyla, Irak’ın işgaline gidişe o kadar benziyor ki. Bir yandan TSK “kafes”leniyor, öte yandan iktidar cenahından işi iyice sağlam kazığa bağlamak için, “Ergenekon’da hukuk ihlalleri mi yapılıyor ne?” soruları ortaya atılıp, “desteğimizi çekeriz haaa” mesajı veriliyor…Beri yandan Dubai kriziyle “ölüm” gösteriliyor (Unutmayalım Ecevit iktidarını bir Anayasa kitapçığının fırlatılması ve ardından gelen ekonomik kriz silip-süpürmüştü), diğer taraftan Sarıgül parlatılıyor, Alevi partileri kuruluyor (Bu da CHP’yi bölme amaçlı Kemal Derviş rolü).
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ian Kelly, “Erdoğan’ı dört gözle beklediklerini” duyurdu. Bu ahval ve şeriatta onlar beklemeyecek de, biz mi bekleyeceğiz?!..Her şey olmuş, bitmiş. Bize de çene yormak düşüyor…
Keşke bir mucize olsa, Allahım son kez bu milletin yüzüne baksa da, bu ziyaret gerçekleşemese!..
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8401