NATO'dan Çıkmalıyız...
Amerikan hükümetinin Türkiye'ye askeri yardımı, 1947 tarihli askeri yardım anlaşmasına dayanarak yapılmıştır. Bu anlaşma devrin Türk hükümetinin yetkilis Hasan Saka tarafından,
- Bismillah... çekilerek imzalanmıştır. Yardım anlaşmasında şu hüküm yer almaktadır:
- Verilen silahlar, verildikleri amaç dışında kullanılamazlar.,, işte 1964 Kıbrıs bunalımında Amerikan Devlet Başkanı Johnson bu anlaşma hükmüne dayanarak,
- Size verdiğim silahları benim iznim olmadan kullanamazsınız... deyip devrin Başbakanı İsmet İnönü'ye ünlü mektubunu yazmıştı, İnönü, ulusal onurumuzu kıran bu küstahça mektubu,
- Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini bulur... diyerek yanıtlamak istemişse de kısa sürede hükümetten düşürülmüştü. O günlerde Amerikalı General Porter Türkiye'de bir hükümet değişikliği için çalışıp durmaktadır.
Sonunda, İnönü hükümeti düşürülmüş, yerine Suat Hayri Ürgüplü'nün başkanlığında bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümetin başbakan yardımcılığına da Amerikan Morrison firması Türkiye temsilcisi Süleyman Demirel getirilmişti. Bundan sonraki gelişmeleri hep birlikte yaşadık.
1947 Yardım Antlaşmasından sonra Türk hükümetlerinin bütün çabası NATO'ya girebilmekti. 1950 yılında CHP hükümeti NATO'ya girmek için başvurmuşsa da bu istek, başta Amerika olmak üzere, İngiltere ve Fransa hükümetlerince reddedilmiştir. Demokrat Parti iktidara gelir gelmez aynı istek yenilenir. Ancak bu istek de kabul edilmez. Bu arada Amerikan Silahlı Kuvvetleri Türkiye'nin NATO'ya girmesi için bir koşul öngörür. 1950 yılının Temmuz ayında Türkiye'ye gelen Amerikalı Senatör Cain,
- NATO'ya girebilmeniz için Kore'ye asker yollamanız gerekmektedir... diyerek bu koşulu açık seçik ortaya koyar. Menderes hükümeti, Meclisten karar almadan bir tugayımızı Kore'ye gönderir. Aynı günlerde Türkiye'de Menderes hükümetinin bu kararına karşı direnenler, polis yöntemleriyle ezilmek ve boğulmak istenir.
Türk tugayı, Amerikan generallerinin yönetiminde en tehlikeli savaş bölgelerine sürülür. Amerikan birliklerinin çekildikleri yerlere Türk birlikleri gönderilir.
Bunu Kore VIII. Ordu Komutanı Walker,
- Düşman çok üstün bir güçle karşımızda belirdiği ve onun önünde çekilmek zorunda kaldığımız zaman Türkleri savaşa soktum. Eğer elimin altında Türk birliği varolmasaydı, bugün bütün Amerikan birlikleri yok olacaktı.., cümleleriyle açıklar.
Bu arada Amerikan Genelkurmayı, Sovyet sınırlarına yakın bölgelerde askeri üs gereğini siyasal yetkililere önerir. Türkiye "jeopolitiği" bu sorun için biçilmiş kaftandır. Amerika, Türkiye'nin kendisine "üs" verilmesi koşuluyla NATO'ya girmesini isterken bu kez direnmez; direniş, bazı İskandinav ülkeleriyle İngiltere'den gelir, ingiltere Ortadoğudaki çıkarlarının da Türkiye'de korunmasını ister. Türkiye, İngiltere'ye bu konuda güvence verir. Artık bütün koşullar tamamlanmıştır. Bundan sonra Türkiye NATO'ya alınır.
1952 yılında NATO'ya girer girmez bütün birliklerimiz NATO emrine verilir.
Anayasaya aykırı olarak yürürlüğe konulan "ikili anlaşmalar" aracılığıyla, Rusya'yı nükleer silahlarla bombalayacak askeri üsler verilir. Bu üslerden kalkan bir Amerikan casus uçağının Ruslar tarafından düşürülmesiyle Türk-Sovyet ilişkileri iyice gerginleşir.
Amerika'nın Türkiye üzerindeki siyasal, ekonomik ve askeri egemenliği günden güne arttırılır. Bir ara, ordumuza kurmay subay yetiştiren Harp Akademilerinin bir yıla indirilmesi bile, Amerikan Genelkurmayınca önerilir. Amerikan ordusunda kullanılan "talimatnameler" bile kelimesi kelimesine Türkçeye çevrilerek kullanılır. Amerikan Genelkurmayı bu konunun "maliyet hesabını" bile yapmıştır:
Türk askeri 136 dolara, Amerikan askeri ise 5500 dolara mal olmaktadır.
Türkiye bu antlaşmayla bir büyük açmazın içine sürükleniyordu. Bir yandan Silahlı Kuvvetler, "ortak savunma" gerekçesiyle bir Amerikalı "korgeneralin" buyruğuna veriliyor, öte yandan, Arap ülkelerindeki "milliyetçi" uyanışlar Türkiye'deki askeri üslerle denetleniyor, böylece Ortadoğuda yoksul ülkeler arasındaki devrimci ve ulusçu dayanışma da yok ediliyordu. Ayrıca bir savaş olasılığında Türkiye ilk savaş alanı olarak seçilmiş bulunuyordu.
Bütün bu konuların tartışılması I960 ihtilalinden sonra yapılabildi. Her toplumsal sorun gibi Türk-Amerikan ilişkileri de eleştirildi. Amerikan üslerinden söz edilirken devrin Başbakanı Süleyman Demirel,
- Üs yoktur tesis vardır... diyerek bütün bu gerçekleri örtbas etmeye çalıştı.
12 Mart faşizmiyle de, ülkedeki "antiemperyalist" ve "antiamerikan" çevreler silah zoruyla susturulmak istendi.
İşte şimdi bütün gerçekler ortadadır. Amerikan Kongresi, Kıbrıs'ta soydaşlarımızın can güvenliği kadar, ulusal onurumuzu da koruduğumuz günlerde, askeri yardımı keserek, Türk ordusunu bir çaresizlik içine sürüklemek istemiştir. Bir ülkenin savunması ancak kendi öz kaynaklarına ve halkına güvenilerek yapılabilir. Türk Ulusu Kurtuluş Savaşı bilinciyle, yani "Kuvvayı fiiliye" ruhuyla bu yeni "emperyalizm oyununa" karşı çıkmalıdır.
Bundan sonra yapılacak iş Parlamentoya dayalı güçlü bir hükümetin kurulması, ikili anlaşmaların yürürlükten kaldırılması, Amerikan üslerinin Türk denetimine geçmesi ve en kısa zamanda NATO'dan çıkılmasıdır...
Uğur MUMCU - Yeni Ortam, 7 Şubat 1975