Nazi Almanya’sından Türkiye’ye
AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nin yapısına yönelik Anayasa değişikliği tekliflerinin temelinde, “türban” kararının olduğu biliniyor.
Başbakan Erdoğan ve Yardımcısı Bülent Arınç da sık sık bunu hatırlatıp, “411 milletvekilinin kabul ettiği bir düzenleme nasıl olur da mahkeme kararıyla iptal edilir?.. Mahkemeler TBMM’nin üzerinde değildir… Yegâne güç milli egemenliktir… Türkiye yargıçlar iktidarı tarafından yönetilmiyor. Yargıçlar iktidarı, yasama yapamaz. Yargıçlar, sadece yasaları uygularlar” şeklinde tepki gösterdi.
AKP’nin bu tepkilerini Anayasa değişikliği teklifine dökmesi, bir kez daha yıllarca AİHM’de Türkiye’yi temsilen görev yapan Rıza Türmen ve ünlü Alman Hukukçusu Hans Kelsen’in tespitlerini hatırlattı.
Türban kararının açıklandığı günlerde iktidarın, Anayasa Mahkemesi’ne yönelttiği “yetki gaspı” eleştirileri üzerine “Anayasa Mahkemesi’nin kararı: Egemenlik ve hukuk devleti” başlıklı bir yazı kaleme alan Rıza Türmen, adeta “milli egemenlik” dersi verdi.
O yazısında, “Saf Hukuk Teorisi” adlı kitabın yazarı ünlü Alman Hukukçusu Hans Kelsen’e atfen, “Anayasaların görevi, siyasal iktidarlara yasal sınırlar getirmektir” diyen Türmen, şu can alıcı tespitlerin altını çizdi:
“Anayasal güvenceler, bu sınırların aşılmamasını sağlamaya yönelik. Devletin tasarruflarının anayasallık denetimi, siyasal gücün dışında bağımsız bir organın elinde bulunmalı. Bu da Anayasa Mahkemeleri. Yasama organı, yargıçlara anayasal denetim yetkisini verdiği zaman, kendi yasa yapma yetkisini de onlara devreder. Anayasa Mahkemesi bir yasayı iptal ettiği zaman ‘Negatif Yasa Koyucu’ olarak hareket eder. Bu, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı değildir. Hukuka uygunluk (legality) ilkesi her hukuk sisteminin temelini oluşturur. Yasama organının tasarruflarının geçerliliği, anayasaya uygun olmalarına bağlıdır. O nedenle, yasama organının yargı denetimine tabi olması, anayasal düzen için gerekli bir güvencedir.”
Peki Hans Kelsen bu görüşleri niçin ve kime karşı savunmuştu?
Rıza Türmen’in verdiği bilgiye göre, Kelsen’in bu görüşleri, “Nazi Almanya’sının faşist rejimine hukuki meşruiyet kazandırmaya çalışanlara” yönelikti. Hedefindeki isim de bu kesimin öncülerinden Carl Schmitt’di. Zira Schmitt, “Halk iradesiyle seçilen parlamento egemendir, yasama erki ona aittir. Parlamento yasaları yapar. Seçilmemiş memur olan yargıçlar ise, bu yasaları uygulamakla yükümlüdür. Bunun tersini ileri sürmek halkın egemenliğine aykırı olur” iddiasındaydı.
Ve Kelsen, bu çarpık anlayışa şöyle nokta koyuyordu:
“Egemenlik, devletin sadece tek bir organına, yani parlamentoya ait değildir. Egemenlik bütün bir hukuk düzenine aittir. Anayasal denetim yoksa, yasama sürecinin hukuka uygun olup olmadığını kararlaştırmazsa, demokrasi çöker."
Tüm bu tespitlerden sonra Rıza Türmen 27 Ekim 2008 tarihli o yazısını şöyle bitiriyordu:
“Anayasa’yı yorumlamak yetkisi Anayasa Mahkemesi’ne ait. Anayasa Mahkemesi bu yetkisini kullanırken doğal olarak Anayasa’nın amacına uygun yorum yapıyor. Egemenlik ile hukuk devleti çelişen değil, birbirlerini tamamlayan kavramlar. Ama hukuk devleti ile sınırlanmayan egemenlik, azınlığın çoğunluk tarafından, hükmedilenin hükmeden tarafından, zayıfın kuvvetli tarafından ezilmesine yol açar. Şimdi siz ne dersiniz? Türkiye’nin anayasal düzenine Hans Kelsen’in mi, yoksa Carl Schmitt’in mi görüşleri egemen olmalı?”
Evet şimdi de biz soralım; Türkiye’nin Anayasal düzenine Kelsen’in mi, Schmitt’in mi görüşleri egemen kılınıyor?
http://www.avazturk.com/nazi-almanya%19 ... _1201.html