NE OLUYOR?
“Akıllınız kim? Öteki zincirli!”
Yeni yıla girmeden, geçen yılın son günlerinde ilk haberler düştü ortaya, Ocak ayındaysa artık her gün bu “korku” pompası özel haber, gazete başlıklarındaydı:
“Çin'in Vuhan şehrinde ortaya çıkan ve çok kısa süre içerisinde tüm dünyayı etkisi altına alan korona virüsü...”
“Çin'de ortaya çıkan yeni tip “corona virüsü” salgını sürüyor. Salgın nedeniyle ülke genelinde can kaybı 106'ya, virüsün bulaştığı kişi sayısı da 4 bin 505'e yükseldi...”
Her yayın kendine göre haberi veriyordu:
“Çinin “Vuhan” kentinde ortaya çıkan yeni tip korona virüsün (Kovid-19) bulaştığı kişi sayısı 69 bini geçti. Salgın nedeniyle 1.670 kişi yaşamını yitirdi...”
“Korona virüsünde son durum: Çin'in son hamlesi: 6 günde...”
Bazı yayınlar açıklamalıydı:
“İlk kez 1960’lı yıllarda tanınan, “Covid-2019” denilen virüs, “korona virüsü” adıyla biliniyor.”
“Corona” (okunuşu; korona) taç demek İngilizcede. Bu, hayvanlardaki çok yaygın bir vürüs türünün adı. Altı tanesi tanınıyor, bu yedincisi. Yarasadan geçtiği, bulaşmanın Çin’de başladığı söyleniyor. Yarasa, uzak durulması gereken, bedeninde on binin üstünde mikrop barındıran bir uçan canlı.
Önceleri Çin’le sınırlı tuttular haberleri, sonra zamanı gelmiş ki, bu virüs dünyaya yayıldı dediler. O zaman akıllar gitti.
“Aklını eşek aklına verirsen, çeker arpa tarlasına.”
Koskoca bir buçuk milyarlık Çin’deki yüz bin vaka, üç bin ölüm ikna etti tehlikenin büyüklüğüne insanları. Kimse, örneğin, daha önceleri ortaya çıkan “Ebole” virüsü yarı yarıya can alıyordu, çok daha tehlikeliydi, diğer salgınların verdiği zarar daha yüksekti, zaten gripten dünyada şu kadar insan her yıl ölüyordu diyemedi. Söz dinleyen uslu çocuklara döndü dünya insanları.
İşin bu kadar önemsenecek durumda olmadığını pek az aydınımız söyledi: Canan Karatay, bağışıklık sisteminizi güçlendirin, iyi beslenin dedi, Erol Mütercimler, bu küresel bir oyuna benziyor dikkatli olmalı, korkmayın dedi, o kadar... Geçmişteki salgınları anımsatarak (Deli dana, Kuş gribi, Sars) hepsinin de ekonomik boyutlu olduğunu belirtti.
Canan Karatay, bizim vücudumuzda zaten virüsler var, bu yeni bir şey değil.” dedi. Her yıl milyonlarca kişinin, başka hastalıkları da varsa, gripten öldüğünü hatırlattı. Bu Çin’dekini neden büyütüyorsunuz, diyerek “felaket tellallığını” eleştirdi.
Sonra İtalya ve İran’la vurdular algılarımıza. AB ülkelerine de sözde sırayla virüsü bulaştırdılar.
Bu arada da, korkutucu görüntüler, sesli çekimler hiç eksik olmadı bilgisayar ortamında, televizyonlarda. İnsanları etkilemek için her yol denendi. Haberlerde olayı köpürttüler, göğe çıkarttılar. Gazetelerde, on yedi başlığın neredeyse on beşi bu virüs üzerine... Çin’de yolda yürürken yere düşen, çırpınarak ölen insanlar, İtalya’da sedyelere karın üstü yatırılmış, aletlere bağlı çıplak bedenler, maskeli sağlık çalışanları, uzaydaymışız görüntüleri...
“Yalanı dinlemek, söylemekten güçtür.”
Bunlar bilim çağı insanının endişeleri, duyduklarım, duyduklarımdan anladıklarım:
Çin, yıl sonunda, bazı kentlerde 2017’den beri alt yapısı hazırlanan 5G’ye geçildiğini duyurmuştu, hızlı internete İtalya da Ocak ayında geçmişti. “Yapay zeka” bu sistemin üzerine kurulacakmış. Bu hızlı - yüksek frekanslar kanı etkiliyor, oksijenin damarlardaki dolaşımında sorun yaratıyor. O titreyerek “sokak ölümleri” bu nedenle olabilirmiş. Dünyanın her yerini çok yakında bu teknikle etkileyecekler, insan sağlığıyla oynayacaklar. İnsanlığı robotlaştıracaklar.
İnsanları tek dünya düzenine geçirmek için de, insanlar arasında büyük bir korku yaratılmasına, insanları bencilleştirmeye, toplumlarından, uluslarından koparmaya, tekleştirmeye mecburlar. İnsanları meta (kullanılabilir eşya) durumuna geçirip herkesi kontrol edecekler, parayı kaldıracaklar, malı- parayı küresel çete kontrol edecek, ihtiyaç fazlası (?) insanların, özellikle sıradan yaşlıların yaşamalarına gerek yok.” diyecekler. Robotlar, “yapay zeka”, yeni düzende görev için beklemedeler.
Ne okul arkadaşlığı, ne iş arkadaşlığı, ne aile... Hepsi geçmişte kalacak. Herkes evden çalışacak, evden öğrenecek, elektronik aletler insanın yerini alacak... Kendi soyları sürecek, diğerleri çete izin verdiği kadar, köleliğe boyun eğildiği sürece üreyebilecekler, kendi soyları dışındaki diğer soylar birbiriyle karıştırılacak.
Sonra bu virüsün aşısını bulduk diyerek de insanlığı soyacak, şirketleri ceplerini dolduracak, kim bilir belki de bu yolla belli etmeden yavaş yavaş dünya insanını kısırlaştıracaklar.
“Al ile arslan tutulur.”
Bu planların yandaşları tek tek ortaya döküldüler bile. Kimi bilinçli, kimi sürülen koyun misali... Kimi boğazından, gözünün açlığından ardından gidecek bunların... Acıma- yardımlaşma, sevgi – saygı, bağlılık... bu duygular geçmişte kalacak...
“Akşam, oduna giden çok olur.”
Çoğu kişi diyor ki, bu işin başı ABD, bu virüsle Çin’i vurdu.
Çin vuruldu mu? Bugün gündeme düşen haberlere göre, “salgın” tamamen bitmiş, milyarlık ülkede yalnızca bir ölüm vakası bildirilmiş dün.
Ya, ekonomisi?
Evlere kargoyla maskeleri ulaşıyor, tekstil ürünleri ulaşıyor, ne alsak arkasını döndürüp bakın “Çin malı”. AB ülkelerine maskeler Çin’den geliyor, ABD de bile Çin malı maskeler yok satıyor...
Çin değil batmak, sarsılmamış bile.
Yoksa ilk günden bu güne tıkır tıkır virüs haberlerini niye yaysın böyle kapalı bir toplum, neden panik havası yaratmaya özellikle çaba göstersin?
“Göz gördüğünden korkar.”
Çok yakınım bir tıp doktorundan bu bilgiler:
“Gereksiz yere ölüm.” Bu salgının yavaşlatılması bunun için gerekli. Korkunun sebebi, bu virüsün bazı hastalarda özellikle yaşlılarda solunumu etkilemesi. Bu durumdaki ağır hastalar iki yolla iyileştiriliyor. Hastaya, solunum cihazı takılarak, solunum cihazı yetmediğinde, kana oksijen veren bir diğer aygıta bağlanarak...
Sorun, bu imkanlara herkesin ulaşamama tehlikesi. Hastalığın hızlı yayılması.
Nasıl veba Uzak Doğu’da çıktı, hastalığı sıçanlardaki bir bit yaptıysa, bu virüsleri de yarasa gibi hayvanlarla insanların yakın teması ortaya çıkardı. Kara veba dönemindeki gibi aynı yollarla dünyaya yayılmış olmalı. Hastalık belirli insanlarda ağır geçiyor, onların akciğerlerini etkiliyor. Hastalığın yayılması kontrol edilirse bu salgın zararsız atlatılır. Hastanelerdeki solunum aygıtları yeterli olur.
Bu virüs, saatlerce havada durabiliyor. Günlerce bulaştığı yüzeylerde kalabiliyor. El ve ev için alkollü temizleyiciler, eli sabunla yıkamak en iyi korunma yöntemi. Elimizi yüze sürme alışkanlığını bırakmak, kapalı, havasız ortamlara olabildiğince girmemek. Tabii bunun yanında bol uyku, sağlıklı beslenme, özellikle D vitamini desteği almak...
“Gazap gelince akıl gider."
Aşağıdaki sözler de Diyanet’ten:
“Elbette Rabbimizin bir takdiri vardır. Mümine düşen ise tedbir almaktır. Mümin her haliyle mutedil ve dengelidir.”
Madem öyle, neden umreye gidişlere izin verdiniz? Madem verdiniz dönüş zamanlarını bilmiyor muydunuz da, gençleri gece yarıları yataklarından kaldırıp onları öğrenci yurtlarına apar topar doldurdunuz? İnsanlara bu rezillikleri yaşattınız! Günler önceden hazırlanmayı, camileri kullanmayı, vatandaşları oralarda kontrol amaçlı barındırmayı hiç mi düşünmediniz?
Ya da Umre’ye gitmeden insanları neden uyarmadınız? Başlarına gelecekleri söylemediniz?
“Kimi emmim, kimi dayım, hepsinden almışım payım.”
Aşısını dışardan alan, salgınlar için bir birimi bulunmayan ülkemizde Cumhuriyet’te büyük başarılar kazanan 1928’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü adını alan köklü bir kurumumuzu 2011’de neden kapatmıştı bu iktidar, hiç sormayacak mısınız? Bir maske bile üretmekten aciz oluşumuz, aşıları dışardan almamız, ulusal kurumlarımızı, Cumhuriyetin fabrikalarını son 18 yıldır durmaksızın satıp savmamız utanç verici değil mi?
Sınırlarımız “yol geçen hanı” gibi, nedenini araştırmayacak mısınız? İran sınırındaki mayınların temizlenmesine kalkışılmıştı son günlerde, Suriye sınırımızdaki gelişmelerden, başımıza gelenlerden ders çıkararak buna dur demeyecek misiniz? Açık alanları, parkları, stat koltuklarını ve benzeri yerleri hiç gerekmediği halde ilaçlayan şaşkın görevlileri kim yönetiyor? Bunu, “vur deyince öldürme” durumunu, bu şaşkınlığın nedenini merak etmediniz mi?
Yurtlarda tutulan, bu yurtlardan şikayetçi olan, oraları ahıra benzeten, cici bavullarını duvara dizen bir umreci, beyaz Arap entarili giyimli, ak sakallı dedemiz, dün akşam, ağlak bir sesle ne diyordu çektirdiği kasette:
“Rabbim sizi başımızdan eksik etmesin, lütfen bizi kurtarın sayın cumhurbaşkanımız, yalvarıyorum!..”
“Görünürden görünmez çoktur.”
Yine, fırsat bu fırsat diyerek, toplumun hafızası olan yaş yaşamış kesime, büyüklerine şöyle saldırıyordu hem de bir ulusalcı kalem:
“Yaşlılık zor bir olay, hem yaşlı için hem yaşadıkları ülke için. Çünkü yaşlı insanların bakım maliyetleri ve sağlık maliyetleri kişi ve ülke bütçelerine aşırı bir yük getirir.”
Tam da, İtalya’da hastanelerdeki yoğun bakım birimlerinin, yaşlılar yüzünden yeterli olmadığı haberleri yayılırken, doktorların hasta seçmeye başladıkları söylenirken topluma verilen algı. İnsanların zombileşmesine katkı... İnsan haklarının özellikle yaşam hakkının hiçe sayılması...
“Köpek yattığı yeri eşeler”miş. Bunun örneği de hazır:
2010 yılında küresel çetenin yayınladığı bir rapordan alıntı bu sözler. İstenilen “Yeni Dünya Düzeni:"
“Sınırlı yenilik ve vatandaşların baskılanmasıyla daha sıkı yukarıdan aşağıya hükümet kontrolü ve daha otoriter liderlik .”
Bu kurulacak yeni düzen başkent olarak neden Kudüs’ü seçecek deniyor bir düşünelim mi? Ortalık yıkılırken İsrail neden bu kadar sakin ve sessiz acaba?
“Tanrıdan korkan kuldan korkmaz!”
Bu da bizim dincilerimizin aklı:
“Korono virüsünden korkmak lâzım değil. Allah’tan korkmak lazımdır ey insanlar. Allah isterse her şey olur.”
Virüsle ilgili son haber bu:
“Vuhan'da ortaya çıkan yeni tip koronavirüsü, 150'den fazla ülke ve bölgede 180 binden fazla kişiye bulaştı. DSÖ'nün (Dünya Sağlık Örgütü) "pandemi" (küresel salgın) olarak nitelediği hastalık nedeniyle şu ana dek 7 bin 174 kişi hayatını kaybetti.”
Bu nasıl “küresel salgın”sa, verdikleri sayılara bakınız...
Atalarımızın öğütlerini tutabilsek, olan bitene karşı uyanık olsak, gözümüzü perdelemelerine izin vermesek, hiçbir şeyin uzun süre gizlenemeyeceğini, ihanetlerin, kötülüklerin er geç ortaya çıkacağını bilsek:
“İşitilmemiş, cihanda haber olmaz.” Çetenin bize biçtiği gömlek ise pek acıklı:
“Kör pazara varmasın, pazar körsüz olmasın!”
Feza Tiryaki, 17 Mart 2020