
İki gelişmenin birbiriyle 'koordineli' gittiğine dikkat edelim:
28 Şubat operasyonları ve Genelkurmay'ın "açıklamalar" vasıtasıyla çizmeye çalıştığı yeni imaj...
28 Şubat operasyonu, bir süredir beklendiği üzere üç seri gözaltı furyası ile "asker kanadı" üzerinden başlatıldı. Dönemin "efsane" komutanı Çevik Bir'in kamuoyuna yansıyan son görüntüsü uçakta çekildi: Şaşkın ve ürkek bakışlarla etrafı seyreden yaşlıca bir adam...
Sorgu sırasında seccade isteyip namaz kıldığı spekülasyonu yayıldı ama bu haber yalanlandı. Oysa insan böyle durumlarda şayet "ateist" olarak bilinen bir kimliğe sahipse, bir adım geri adım atmayıp 'ateistlikte' ısrar etmelidir ki karşısındaki psikolojik savaşın kurbanı olmasın. Hatta dindarsanız bile namazları 'kazaya' bırakıp kimseden seccade istememekte fayda var...
Bodrum'da gözaltına alınan dönemin "2.adamı" Erol Özkasnak, 28 Şubatçı'ların kendini beğenmiş, höt-zöt adamlar oldukları yönündeki imajı boşa çıkarnmayıp, görevini yapmaya çalışan emekçi kameraman ve muhabirlere etmediği hakareti bırakmadı. Aferin ona!
Şimdi Nagehan Alçı, Rasim Ozan Kütahyalı, Mehmet Baransu vs. türünden "büyüklerimizin" büyük 'öngörüleri' çerçevesinde 28 Şubat'ın medya ve sermaye ayaklarına yönelik yeni operasyonları bekliyoruz...
Daha ciddi konulara geçecek olursak;
"Medya ayağı" operosyonunu başlatmakta bir tereddüt yaşandığı seziliyor. Bu kez öyle evden kaçmış, dükkan açmış ufak tefek gazetecilerle yetinilmeyecek çünkü. Muazzam isimler sözkonusu. Gazeteci tutuklamak, her iktidarın başını önünde sonunda ağrıtan bir konu. Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanması bile AKP hükümetini az zora sokmadı. Şimdi yeni bir "flaş isim" furyasıyla, "faşizan hükümet" görüntüsüne bürünmek ne kadar mantıklı?
Oysa 28 Şubat soruşturması, şimdiye kadar yapılan Ergenekon, eldiven, merdiven, sakal, oraj, sarıkız vs. türünden akla ziyan pek çok operasyondan ayakları daha yere basan bir operasyon. Eğer akıllıca yürütülür, diğer davalarda olduğu gibi ileride komedi filmlerine konu olacak hukuksuzluklara imza atılmazsa, kamuoyunda kaybedilen itibar ve inandırıcılığın yeniden kazanılması bile söz konusu..
Çünkü yaşananlar henüz çok yeni, pek çok insanın hafızasında taze ve üzerinde yalan-dolan, komplo üretmeye gerek olmayan olaylar. Üstelik, 28 şubatçıların kendileri de televizyonlara çıkıp, "Evet biz modern bir darbe yaptık" demek gibi bir üstün zekalılık göstermişler..
Hatta şöyle bir 'faydası' da olabilir 28 Şubat soruşturmasının:
MİT yetkililerinin tutuklanmaya kalkışılması üzerinden birbirine girmiş hükümet-cemaat kadrolarına bir 'ateşkes' alanı yaratabilir.
Neden olmasın?
Gerçi, cemaatin 'amiral gemisi' Zaman gazetesi, 28 şubat tutuklamalarına, "Ergenekon" operasyonları kadar heyecanlı yaklaşmıyor. Yayınlarda uzak duruşu çağrıştıran bir temkinlilik var. Acaba hükümete "Biz destek vermezsek bir ayağın topal kalır" mesajını mı vermek istiyorlar, yoksa "Ergenekon" gibi hukuk cinayetleri ile dolu bir davalar silsilesini AKP'nin başına yıkıp, 28 Şubat üzerinden kendilerine yeni ve 'günahlardan arınmış' bir yol mu açmaya çalışıyorlar?
Netice itibarıyla, Ergenekon operasyonlarına nispeten daha soğukkanlı, daha az spekülasyona başvuran ve daha temkinli bir tavırla karşı karşıyayız bu kez.. Bunun nedeni, ortada ilk kez "sanal" da olsa 'gerçekleştirilmiş' bir 'darbemsi'nin varlığı da olabilir tabii...
Ve fakat bir sorun var; hem de oldukça önemli...
"28 Şubat darbesi" olarak adlandırılan icraatlar bütünü, kaynağını MGK kararları ve hükümetlerin onayından alıyorsa, "yasadışılık" iddiasında nasıl bulunulabilecek?
Uçaktaki ürkek bakışlar bir yana konulacak olursa, mevcut 28 Şubat tutuklularının en 'akıllısı' olduğu anlaşılan Çevik Bir, basına sızan polis ve savcılık ifadesine göre "Hükümetin talimatlarını uyguladım" dedi...
Hükümet bu 'talimatları' hangi saikle oluşturdu?
Anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiye kararları doğrultusunda...
Nitekim, TRT-1'de yayınlanan Politik Açılım adlı programda, AKP hükümetinin pek saygın bulduğu Mustafa Erdoğan, "MGK kararları soruşturulamaz, çünkü anayasal bir kurumdur. Kararlarının isabetli olup olmadığı tartışılabilir ancak" diye konuştu..
Diyelim ki "isabetli" değil..
"İsabetli olmayan karar almaktan" kim ölmüş?
Böyle bir "suç" mu var? Hem de "darbecilik" olarak adlandırılabilecek ve tutuklu yargılanmayı gerektirecek?
Aynı programın diğer katılımcıları Fehmi Koru ve Fuat Keyman da Mustafa Armağan'a destek vererek, "Ancak hukuktan sapılan noktalar soruşturulabilir" dediler...
İyi de nasıl tespit edilecek "hukuktan sapılan noktalar"?
Örneğin Başbakan Eroğan, hastalığı sırasında tam gün yasasıyla devletten uzaklaştırdığı ünlü hekimi apar topar devletin hastanesine getirtip kendini ameliyat ettirdi. Sorarsanız, "hukuktan sapmadım, hayatta da sapmam" diyor...
Silsile şu:
MGK 'irtica ile mücadele" konusunda tavsiye kararı almış,
Dönemin hükümeti bu kararı uygun bulmuş ve onaylamış,
Bu doğrultuda Genelkurmay'a, bakanlıklara ve çeşitli kurumlara yazılar yazılmış, görevler verilmiş..
Bu "görevler" sırasında rolünü abartan, "yaratcılığını" ortaya koyan olmamış mı? Olmuş.
Peki hangi biriyle uğraşacağız bu "sapmaların"? Ve de bu duruma bir "darbe" adı verebilecek miyiz?
Odatv davasından tutuklu bulunan Yalçın Küçük de olaya farklı bir noktadan yaklaştı. Genelkurmay İkinci Başkanlığı makamının, MGK Genel Sekreterliğindden hallice bir "idari kadro", bir sekreterya görevi olduğuna dikkat çeken Küçük, "2. Başkan'ın, emrinde koskoca bir ordu bulunan Genelkurmay Başkanı'nı atlayıp darbe yaptığını iddia etmek, İsmail Hakkı Karadayı ve Necdet Özel'e hakarettir" dedi..
Hal böyleyken, "medya dalgasında" tutuklanacağı söylenen koca koca genel yayın yönetmenleri ne ile suçlanacak? Ne soracak savcılar kendilerine?
- "Gerekirse silah kullanırız" şeklinde bir manşet attığınız görülmüştür, ne diyeceksiniz?
- Karargâha çağırıp söylediler. Ne yapsaydım, bu kadar önemli bir söze sansür mü uygulasaydım?
Ne diyecek bu cevaptan sonra savcı?
"Manşetinizde bir sevinç havası, bir destek imâsı seziliyor, sinsice sevinme suçu işlediniz" mi diyecek?
"İçten içe sevinç duymak" diye bir suç mu var?
***
Aynı garabetin etrafında dönüp duruyoruz. Önceki akşam Beyaz TV'de Latif Şimşek'in yönettiği Dinamit programında Başbakanlık Takip Kurulu'nun icraatları "su yüzüne" çıkarıldı!
Arslan Değirmenci adlı, gökten zembille inmiş bir "gazeteci", elinde Kemal Alemdaroğlu'nun, İstanbul Üniversitesi Rektörü sıfatıyla Başbakanlık Takip Kurulu'na yazdığı bir mektup olduğunu söyledi. Alemdaroğlu'nun avukatı Erdoğan Tuncer, bu mektubun sahte olduğunu, altında imza bulunmadığını vs. iddia ederek, Arslan Değirmenci adlı "gazeteci" hakkında ertesi gün kalkar kalkmaz suç duyursunda bulunacağını bilidirdi.. Kavga büyüdü..
Yine hiç bir hazırlık yapmadan programa gelen ve gözlerini kırpıştırıp duran Ümit Zileli, avukata yandan destek çıkarak, "Güzel kardeşim, böyle sahte mektuplar üretildiğini görmedik mi sanki.." şeklinde artık bayatlamış ve ezbere dönüşmüş bir savunma şekline geçti.
Rasim Ozan Kütahyalı denilen adam, hiç bir fikrinin ve bilgisinin olmadığı konularda bozacı gibi bağırdı da bağırdı.. Latif Şimşek, "Arkadaşlar bir dakika" demekten bitap düştü...
Avukat Erdoğan Tuncer ve o programdaki tek vazifesi Kütahyalı'yı meşrulaştırmak olan Ümit Zileli, şöyle bir tuzağa düştüklerinin farkında değiller:
Birincisi, belli ki Başbakanlık Takip Kurulu'nun bütün belgeleri ve yazışmaları artık bu adamların elinde. O bakımdan "Öyle bir mektup yazmadık" derken, "Yarın kalkar kalkmaz suç duyursunda bulunacağız" derken iki kere düşünülmesi gerekiyor..
İkincisi, diyelim ki bu mektup "sahte" çıktı, arkadan gelecek "belgeleri" nasıl göğüsleyeceksiniz? Nitekim, 28 Şubat üzerine "gazeteci" kılığıyla vazifelendirildiği besbelli olan Değirmenci, "Savcılar bir soruşturma açıp Başkakanlık'tan belgeleri isterse, ne demeye çalıştığım anlaşılır" deyip durdu.. Belli ki bu "gazeteci" üzerinden bir soruşturma açılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Soruşturma açılır da Başbakanlık Takip Kurulu'nun "belgeleri" gün ışığına çıkarsa, Ümit Zileli ile Sayın avukat, "Siz de herşeyi yalanlayıp, gerçek belgeler çıkınca da işte böyle susup kalıyorsunuz" lafını yandaşlardan çok duyarlar..
Arslan Değirmenci adlı görevli, dönemin Çalışma Bakanlığı tarafından yapılmış bir "irticacı memur çizelgesini" de ortaya çıkardı. Bunun üzerine dönemin Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan yayına bağlanıp "Böyle bir rezilliğe Yaşar Okuyan olarak imza atmam söz konusu değildir, atmışsam yuh olsun bana!" şeklinde meydan okumalara girişti..
Kütahyalı, "Yaşar Okuyan imza atmaz canım" diyerekten kendince adam kayırdı..
Sayın Bakan, sakin olun..
İnanın buna veya benzerlerine çok imza atmışsınızdır.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dönemin Milli Güvenlik Kurulu irticayla mücadele kararı aldı, dönemin hükümeti bu "tavsiye kararına" uymayı kararlaştırdı, bu çerçevede Başbakan'ın (Mesut Yılmaz) talimatıyla Başbakanlık Takip Kurulu kuruldu (altında Başbakan adına, Müsteşar Yaşar Yazıcıoğlu'nun imzası vardır)
Bu kurul, bütün kurumlara ve bakanlıklara "bünyelerinde irticai faaliyet gösteren kamu görevlilerinin tespit edilmesini" isteyen yazılar yazdı, devletin bütün kurumları da kendi içlerinde böyle çalışmalar yapıp Başbakanlığa raporlar halinde bildirdiler de ondan...
Yaşar Okuyan, en iyimser ihtimalle günde yüz kağıt imzalayan bir Bakan olarak, bu belgeyi hatırlamıyor olabilir. Ancak "imza atman! Atarsam yuh bana'" şeklinde bodoslama inkârlar ileride kendisini zor durumda bırakabilir.
Şu söylenebilir:
Başbakanlık Takip Kurulu'nun faaliyetleri yasadışı mıdır? Değildir. "Yanlıştır", derseniz bunu tartışırız.. Nitekim bu 'tip' çalışmalara o dönem imza atmış olup da görevlerine AKP hükümetinde devam eden bürokratlar da mevcut!
Netice itibarıyla, Başbakanlık Takip Kurulu'nun pek çok belgesini görmüş bir gazeteciyiz. "Başbakanlığın Bilinmeyenleri" adlı tek baskı yapmış kitabımda, Başbakanlık Takip Kurulu'nun komedi gibi icraatlarını yazdım.
Örneğin, Başbakanlık'tan Bakanlığa yazı geliyor:
"Bakanlığınızda ismi Ahmet olup da soy ismi tespit edilemeyen bir irticacının görev yaptığı duyumu alınmıştır. Sözkonusu Ahmet'in tespit edilerek Başbakanllığa bildirilmesi..."
Bakanlıkatan yanıt gelir:
"Kurumumuzda 170 adet Ahmet olduğu tespit edilmekle birlikte işbu Ahmet'lerin hepsi irticai faaliyet içinde olduklarını reddetmektedir.."
Nasıl?
Aynı AKP'nin "Ergenekon belgeleri" gibi değil mi?
***
Şimdi , 28 Şubat soruşturmasıyla filin hortumundan tutulduğu zannediliyor ya, yeni Genelkurmay'ımız da aklınca bu sürece uyum sağlayacak! Bekir Coşkun'a, Ümit Kocasakal'a ve Emekli Subaylar Derneği'ne muhtıra verdikten sonra hızlarını alamayıp ''Askeri okullarda darbe eğitimi verilmemektedir" şeklinde bir açıklama daha yaptılar.
Her gün bir açıklama! Hani askerler bundan böyle sivillerle dalaşmayacaktı? Nedir yani Bekir Coşkun'a verilen muhtıranın yaptırımı? Darbeyle işbaşına gelip Bekir Coşkun'u Mamak Cezaevi'ne mi tıkacaksınız?
İyi ama artık darbeler döneminin sona erdiği söyleniyor bize?
Yok, bu böyle olmayacak..En iyisi Tayyip Erdoğan, Mustafa Karaalioğlu'nu arasın, Necdet Özel'e Star gazetesinde bir köşe açsınlar! Şöyle kollarını birbirine kavuşturup hafif yan dönerek poz verdiği bir fotoğrafı da da köşeye koysunlar.. Hasan Cemal'in üniformalısı gibi...
Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 6 Mayıs 2012