NEDEN BASTİL?
14 Temmuz’da “1789 Devrimi”nin 221. yılı kutlandı Fransa’da.
Demek, Paris halkının ünlü “Bastille” tutukevini yerlebir edişinin üzerinden 221 yıl geçmiş.
Tarihteki en ünlü tutukevleri olarak genelde “Londra Kulesi” ve Bastil’den söz edilir; kimi zaman bunlara “Yedikule Zindanı” da eklenir.
Bunlar kendi tarihsel dönemlerinin adeta “ceza ve infaz” kurumlarıdır; bir bakıma günümüzün, örneğin, “Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu” gibi.
Her üçü de tutukevi, zindan olarak yapılmamış; sonradan dönüştürülmüşlerdir.
Her üçünün de konukları; devleti yönetenler, soylular, politikacılar, -özellikle Londra Kulesi ve Bastil’in- bilim adamları, düşünürler, yazarlar, avukatlar, kimi meslek loncalarının başkanları v.ö’ler.
Peki, bu tutukevlerinde işkence gören, öldürülen, yaşam boyu ya da yıllarca özgürlükleri ellerinden alınan bu insanların suçları neydi?
Kısaca söylersek; ülkelerindeki iktidarlara karşı gelmek, eleştirmek, yönetimin yanlışlarını, gizli kapaklı işlerini açığa çıkarmak, bir bakıma hesap sormak, nasıl sömürüldüklerini halka anlatmak.
Dolaysiyle iktidarın başı olan kral, kraliçe, sultan, senyör v.ö’ler tarafından, çoğunlukla, yönetimi devirmek -zamanın moda deyimiyle- “Coup d’Etat” yani "darbe" yapmak isteyenler, kısacası, “darbeci”ler olarak görülüyorlardı.
Öte yanda, bu üç tarihsel tutukevinin, zindanın bugünkü durumlarına bakarsak; “Londra Kulesi”nde, kraliyet mücevherleri, elmasları sergileniyormuş; “Yedikule Zindanı” ise gösteri, eğlence dünyasına hizmet veriyor.
“Bastil”e gelince; 14 Temmuz 1789’dan bu yana yaşamıyor
“yok”, yerinde göğe uzanan “Bastil Sütunu” var yalnızca.
Ama görülüyor ki, “Bastil”i bambaşka bir “anlam”la günümüze dek yaşatan, daha da yaşatacak olan bu ayrımlı (farklı) durumudur; açıkçası “yok” oluşudur.
Ve bu yok edilişin “nedeni”dir.
14 Temmuz’da Fransa’nın başında olan 16. Lui kendinden öncekiler gibi, tüm “erk”leri (yasama, yürütme, yargı) kendinde toplamıştı. Bir bakıma, “Kanun benim!” yani “Canlı kanun” anlayışını sürdürüyordu, “meclis” varlığından söz edilse de.
Ekonomik yaşamdaki çöküntü ise, Kral’ın keyfiliğinin, baskısının artmasına dolaysiyle -çok az da olsa- var olan “adalet”in büsbütün “yok” olmasına neden olmuştu.
Kendine, yönetimine karşı, “düşün” boyutundaki en küçük bir eleştirinin bile “yargısız” infazlarla susturulduğu düzeni sürdürmeye kararlıydı 16. Lui.
Böyle bir infaz sonunda, genç Voltaire’in de yolu düşer Bastil’e. Aylar geçtiği halde ne bir sorgulama ne bir yargılama vardır; bekler durur.
Kral’a değil de “naib”ine dokundurduğu yazısı dolaysiyle suçlandığını kabul etmek istemez. Zaten kendine de neyle suçlandığı söylenmez.(*)
On birinci ayın sonunda salıverilir; “suçsuz” bulunmuştur. Peki, Bastil’de geçen “on bir ay” ne olacaktır?
Yönetim kendine aylık bağlarsa da, Voltaire yaşamından çalınan bu “sürec”in acısını unutmaz. Bu “adaletsizliği” ne boyutta duyumsadığını da: “Bir suçsuzu mahkûm etmek, bir suçluyu bırakmış olmaktan daha ağırdır!” diyerek ortaya koyar.
Bilindiği gibi, daha sonra bu konuda yazdıklarının, 14 Temmuz günü Paris halkının Bastil’e karşı harekete geçmesinde kuşkusuz payı olacaktır.
14 Temmuz günü, Bastil’in bulunduğu Saint-Antoine Mahallesi halkının başını çektiği Parisliler “muhafız”lardan sağladıkları beş topla birlikte tutukevinin önüne gelirler.
Onlar için “Bastil” Kral ve yönetiminin kendilerine yaptığı ağır baskının, acımasızlığın, adaletsizliğin bir “simge”siydi.
Çünkü, Bastil’de yıllarca, tutuklulara uygulananlar da bunlardı.
Voltaire’den çok daha uzun süre Bastil’de tutuldukları halde, suçlarının ne olduğunu bilmeyenler mi vardı?
Adeta bir “koyun”, bir “dana” gibi sonunda boğazlanmak için mi tutuluyorlardı Bastil’de?
Yargılanan Bastil mahkûmları, Kral’ın isteği doğrultusunda, bin bir ustalıkla hazırlanan “delil”lerle mi suçlanırlardı?
Bastil iddianameleri, birinde yazılanı öbüründe değiştiren, yüzlerce, binlerce sayfadan mı oluşuyordu?
Mahkemelerde davalar, Moliere’in kimi yapıtları gibi “komedi” ile “trajedi” arasında mı gidip geliyordu?
Bastil’in önünde toplanan “halk” bu soruların yanıtını biliyordu; dolaysiyle uygulanan adaletsizliğin, acımasızlığın ayrımındaydı; “zulme karşı gelme hakkı”nı kullanacaktı. Kullanır; Bastil yıkılır.
Bu “hak”, 45 gün sonra kabul edilen “İnsan ve Yurttaş Hakları” bildirgesinin “ikinci” maddesini oluşturacaktır.
İşte böyle bir “yok oluş”, “Bastil”e Londra Kulesi ve Yedikule Zindanı’ndan çok daha başka bir “anlam” kazandırdı.
Bu gidişle “Silivri” de tarihe geçecek gibi görünüyor. Yazgısı bu “üçlü”den hangisine benzeyecek dersiniz?
12 Eylül’de “Hayır” oylarımızla Bastil’e benzetebiliriz...
MERİÇ VELİDEDEOĞLU, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2010
Not (*): Albert Soboul, 1789 Fransız İnkılabı Tarihi, Cem Yayınevi, 1969