"NEDEN HAYIR" SORUSUNA BENDEN İYİ CEVAP VEREN OLAMAZ
Başlık çok iddialı gelmiş olabilir, hatta bazı okurlarımız "bu adam da iyice ukalalaştı" diyebilirler ancak kimse kusura bakmasın "söz konusu vatansa gerisi teferuattır." Belki bu yazdığım yazı yüzünden Türkiye'ye girişim ömür boyu yasaklanabilir, ben de ömür boyu sürgüne mahkum olabilirim ama artık yumuşak geçişlerin değil silkinişlerin zamanıdır. Dostlar bilenler bilir, bilmeyenler şimdi öğrenecek. Ben Yugoslavya parçalanırken gönüllü olarak parçalanma karşıtı gruplarda çalıştım. Üniversite yıllarımda bu tip gençlik örgütlerinde 5 yıl boyunca gönüllü olarak yer aldım ve bir ülkenin parçalanmasına şahit oldum.
İŞTE PARÇALANMA
Türkiye'den çıkarılalı tam 300 gün oldu ve bu günlerin 200'ünü eski Yugoslavya topraklarında geçirdim. Makedonya'da, Sırbistan'da, Hırvatistan'da, Bosna'da ve Kosova'da... Parçalanmanın sonuçlarını basit başlıklarla açıklayayım.
- - Millet kavramının yerini, ırk kavramı almış.
- Birlikte yaşama kültürünün yerine, çatışma kültürü gelmiş.
- Tokluk yerine açlık, iş yerine işsizlik yerleşmiş.
- Dilencilik ve fuhuş başlamış.
- Ve herkesin diline "ah tito nerdesin" cümlesi yerleşmiş.
GELELİM GÜZEL VATANIMIZA
Bu referandum da "evet" çıkması ne HSYK'nın yapısı, Ne Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkileri, ne sendikal hakların kısıtlanması, ne faşist diktanın kurulması v.s. tehlikelerini kapsamıyor. Bunlar büyük tehditler ama esas tehdidin yanında hiçbirşeydir. Esas tehdit FEDERASYON olma tehdidir. Gerisi zaten güzel yurdumuz FEDERASYON olursa hikaye olacaktır. Sakın kimse yanılmasın bugün sorun Türkiye'nin parçalanması değil, Türkiye'nin etnik ve mezhep temelli bir federasyon halini almasıdır. Buna Fener Kilisesi'nin ekümeniklik fantazisini ve buna bağlı olarak Vatikan'la sanki devletmiş gibi imzaladığı "Ravena Sözleşmesi"ni(bkz.www.vatikan.va) de eklersek sorun kabak gibi karşımıza çıkar. 12 Eylül Referandumu ilk aşamadır, esas sorun referandumdan güçlü bir "evet" çıkması halinde ortaya çıkacaktır. Türkiye işte o zaman Tayyip Erdoğan'ın da dediği gibi "kapsamlı bir anayasa çalışmasına girecektir ve bu çalışma geniş tabanlı olacaktır."
ULUSLARARASI YASAL ORTAM HAZIR
1- Turgut Özal tarafından imzalanan Avrupa Özerk Yönetimler Yasası:
Avrupa Konseyi’nce 15 Aralık 1985 tarihinde imzaya açılan “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı, 2. Özal Hükümeti döneminde, 21 Kasım 1988 günü Strasburg’da imzalamış, Yıldırım Akbulut’un Başbakan olduğu 8 Mayıs 1991 tarihinde çıkarılan 3723 sayılı yasa ile onamıştır.
Türkiye’nin Anayasa ile belirlenen üniter yapısını değiştirmeye yönelik bu anlaşma, “özerk yerel yönetimler” öngörmektedir.
“Önsöz”ünde bu anlaşmanın; “Özerk yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin (…) idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan” bir yapı oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı belirtilmektedir.
Zaten, “Özerk Yerel Yönetimlerin Anayasal ve Hukuki Dayanağı” başlıklı 2. maddesinde aynen; “Özerk yerel yönetimler ilkesi, ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda Anayasa ile tanınacaktır” deniliyor. AKP Hükümeti’nin, şimdi Anayasa’daki güvenceleri kaldırarak, Özal’ın bu taahhüdünün gereğini yerine getirme hazırlıkları içinde olduğu anlaşılmaktadır.
Anlaşmanın 3. maddesinde de “Özerk Yerel Yönetim Kavramı” şöyle tanımlanıyor:
“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı taşır”.
“Yerel makamlara verilen (bu) yetkiler, normal olarak tam ve münhasırdır” (Md. 4/4). Anlaşmayı imzalayan devletler, “yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını anayasa ya da kanun ile belirlemek” zorundadırlar (Md. 4/1).
Anlaşmaya göre; yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak zorundadır (Md.5).
Anlaşmada “özerk yerel yönetimler”in ekonomik altyapısı da unutulmamış: “Yerel makamlara kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacak”!
2- BM İKİZ YASALARI:
Malesef bu yasalar 2000 yılında Ecevit, Bahçeli, Yılmaz hükümeti döneminde imzalanmış ancak Türkiye'nin parçalanmasına hizmet edeceği anlaşıldığı andan itibaren rafa kaldırılmıştır. Fakat Erdoğan hükümeti iktidar olur olmaz ilk iş yasaları onaylamışlardır. Yasalar Doğu Perinçek'in bütün çabasına rağmen Cumhurbaşkanı Sezer tarafından imzalanmıştır hem de TSK'nın çekince koymasına karşın. Türkiye'nin bölünmesi için uluslararaı hukuki zemin hazırlayan BM İkiz Yasalarının temel maddeleri şöyle:
a. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
b. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
c. ...... bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. denmektedir.
HEM EŞBAŞKAN HEM PKK DAYANAKLARI AÇIKLADI ZATEN
Bakın şimdi gelelim bam teline. Geçen yıl Ağustos ayıydı. Apo 15 Ağustos'ta açılım planını açıklayacağım demişti. Ben erken davrandım ve planın hazırladığı merkeze dalıp planı ele geçirdim. Plan Washington merkezli Amerikan Kurdish International Network(AKIN) isimli kuruluş tarafından PKK'nın ABD'deki adamı Kani Gulam koordinatörlüğünde hazırlanmıştı. Apo'nun taleplerinin temelinde özerklik ve özerk bölgelerin doğal kaynaklarını kendilerinin kullanması amacı vardı. Yani hem Avrupa Bölgesel Yönetimler Yasası hem BM İkiz yasaları... Zaten Apo'da yasaların güvence altına alınması için uluslararası güçlerin kontrolünü ve korumasını talep ediyordu. Tayyip Erdoğan'da 12 Eylül referandumuyla ilgili yaptığı açıklamalarda satır arasında mertçe ifadeler kullanıyor. Diyor ki: "12 Eylül'den güçlü bir destekle çıkarsak, Avrupa Birliği yasaları çerçevesinde daha önemli adımlar atacağız." AB yasalarının dayatması açık: "bölge kalkınma ajansları sayesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve buna bağlı olarak özerk bölgeler oluşturulması." Bu ifadeler AB'nin son Türkiye İlerleme Raporu'nda yer alıyor. Açarsak Apo'da, Eşbaşkan'da uluslararası yasalara atıf yaparak Türkiye'nin federasyon olması yönündeki darbeleri vuruyor.
ÖNCE FEDERASYON
Apo, İmralı'dan sürekli ötüyor ve diyor ki: " Bizim amacımız ayrı devlet değil biz özerk bölgeler istiyoruz." Bunu sürekli dillendiren kesimlerde örneğin Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'de aynı şeyleri söylüyor. Elbette öyle diyecekler çünkü üniter bir devleti hemen parçalamak mümkün değildir. Önce federasyon yapmak gerekir. Tabi bu federasyon birleştirme amaçlı değil parçalama amaçlı olmalıdır.
MİLLİ VE GAYRI MİLLİ FEDERASYON
Kimse şaşırmasın milli federatif yapılar ve gayri milli fedaratif yapılan vardır. Bunlar tarih boyunca ortaya çıkmıştır. Milli federatif yapılar bölgelerinde kendilerine yakın etnik grupları slav kökenli tarifiyle "Narodnizm" yani milletleşme etrafında toplarken gayri milli federasyon yapıları birbirine yakın etnik grupları birbirine kırdırır. Örneğin SSCB Doğu Avrupa, Orta Asya, Kafkasya ve İç Asya'yı "Sovyet" milli kimliği etrafında toplamış milli bir fedaratif yapıdır. Yugoslavya'da asıl amacı tüm Balkanları birleştirmek olan ama en azından orta Balkanları birleştirip "Yugoslav" milli kimliğini oluşturarak kurulmuş bir federatif yapıdır. Çekoslovakya için de aynı tanım geçerlidir. Gayrı milli federasyonlarsa tamamen etnik kimlikleri öne çıkaran ve milletleri ırki özellikleri öne çıkararak yapılandırmaya çalışan emperyalist projelerin ürünüdür. Örneğin aynı dili kullanan, aynı kültüre sahip Kore bile 1950'de NATO saldırısıyla iki ayrı devlete bölünmüştür ama tam bölünmeden önce federatif bir yapı oluşmuştur. Çekoslovakya referandumla, Yugoslavya dünyanın en kanlı içsavaşıyla parçalanmıştır. Yugoslavya'da bugün Bosna üç bölgeli, Sırbistan iki bölgeli bir federasyondur. Makedonya'da da adı konmamış ama "Multi Ethnical State" yani "çok etnikli devlet" tanımı altında bir federatif duruş vardır. Bu karmaşık tanımlamayı şöyle özetleyebiliriz: dünya halkarının yararına kurulan federasyonlar millet yaratır ve sınırları genişletir. Emperyalizmin yarattığı federasyonlarsa milletleri böler ve sınırları küçültür. Çünkü ne kadar küçük parça o kadar ırkçı topluluk doğuracak ve bu ırkçılık emperyalizmin hizmetine sunulacaktır. Bu yüzden diyoruz ki: bugün Türkiye'de özerkliği savunanlar ırkçıdırlar!!! ve her küçük ırkçı yapı gibi emperyalist kuklası olmak zorundadırlar. O yüzden bazı ülkeler mandayı bağımsızlık sanıp Amerikan bayraklarıyla kutlama yaparlar...
TESEV, EŞBAŞKAN, KARAYILAN, BAYDEMİR VE AHMET TÜRK
Bu yazıya komplo teorisi diyebilecek olanlara son bir ay içindeki açıklamaları hatırlatıyorum:
TESEV: "Türk kimliği ırkçıdır. Anayasa'dan Türk vurgularının çıkartılması gerekmektedir." Yani millet ortadan kalksın yerine etnik gruplar öne çıkarılsın... Bir başka değişle esas ırkçılık hakim olsun.
EŞBAŞKAN: "Biz Afganistan'a nasıl asker gönderdiysek NATO'da Kuzey Irak'a asker göndermeli." Yani Kuzey Irak'taki kukla yapıyı NATO Türkiye'ye karşı korusu. Ayrıca biz Afganistan'a niye gittik ki?
KARAYILAN: "Silah bırakmaya hazırıç ama silahlarımızı BM devraslın ve bize güvence versin." Yani BM İkiz Yasaları çerçevesinde özerk yapıların güvenliği sağlansın.
BAYDEMİR: "Türk bayrağının yanında sarı kırmızı yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?" Yani... Buna Baydemirce bir yanıt vermeden edemeyeceğim: "has.....tir..."
AHMET TÜRK: "Demokratik Toplum Kongresi barış için silah bırakılmasını ve silahların BM gözetiminde devredilmesini istemektedir." Yani, kandil ne diyorsa o...
SON SÖZ!!!
Ey büyük milletimiz, sürgündeyim ama bu durumum Türkiye'nin önündeki süreci aktarmam için önümde bir engel değil tam tersine gerçekleri daha iyi görmem için bir fırsat. Federasyonları da biliriz, federasyon dayatmalarının sonuçlarını da... Belki bu yazımdan sonra Türkiye'ye girişimin önüne başka engellerde konacak ama artık kellemiz koltuğumuzda vuruşma zamanıdır. Lütfen bu yazıyı ulaştırabileceğiniz her yere ulaştırın ve yaygın biçimde okunmasını sağlayın... Uzun bir yazı olduğunun farkındayım ancak Türkiye'nin referandum sürecinde nasıl bir handikapın içinde olduğunu gözler önüne sermek zorundayız. Bizi lütfedip okuyan değerli okurlarımıza kalemimizin bütün çizgilerinin gücüyle tehlieleri hatırlatmak ve bu tehlikeleri paylaşmalarını talep etmek durumundayız. Sürgündeyim, bir Türk evladı olarak Türkiye sınırlarında olalım yada olmayalım bildiğimiz tek bir gerçek vardır. Eğer Türkiye varsa bütün düyna Türkleri güvence altındadır eğer Türkiye yoksa dünya Türkleri tehdit altındadır ve bu kapsama Türkiye sınırlarından dünyaya dağılan herkes dahildir. Türkü de Kürdü de...
TEOMAN ALİLİ, 29 Ağustos 2010